Theo Angelopoulos’un 2004 yapımlı Ağlayan Çayır filmi, modern Yunan tarihi hakkında görsel olarak çarpıcı, şiirsel olarak büyüleyici bir melodram ortaya çıkartıyor. Ayrıca Eleni Karaindrou’nun canlandırıcı müziği karamsar ruh halini karşılamak için ölçülemez bir zevk katıyor. Angelopoulos’un kariyerindeki muhtemelen en soyut eseri olan bu üç saatlik görkemli destanın, onu sinemanın son modernistlerinden biri olarak gören ateşli hayranlarının veya eleştirenlerin gözündeki konumunu etkilemesi pek olası değil.
Angelopoulos’un filmlerinde her zaman olduğu gibi, başlangıç noktası klasik Yunan trajedisidir. Angelopoulos, genel anlamda savaşlar, tehcirler ve siyasi felaketlerle harap olan ve evsiz sığınmacı göçmen yığınları yaratan tarihinin dokusunu işler.
Ağlayan Çayır filmi, Angelopoulos’un kalbine yakın bir temaya, dünyayı dolaşan ve ev diyebilecekleri bir yer bulmaya çalışan, yerinden edilmiş azınlıklara odaklanıyor. Seyirciyi 1919’dan 1949’a götürürken, anlatısal nedenlerden çok izlenimci nedenlerle özenle seçilmiş, simgesel sahne seçiminde taviz vermeyen türden bir film izliyoruz. Bu yüzden su, bayraklar, siyah bayraklar, beyaz bayraklar, beyaz çarşaflar, kayıklar Angelopoulos’un film boyunca kullandığı imgelerdir.
Ağlayan Çayır filmi, Yunanistan’ın hüzünlü, şiirsel bir tablosudur. Yunanistan, politikası ve üzücü tarihinin ağırlığı nedeniyle çoğu zaman pasif ve kayıtsız hale geldiyse de Angelopoulos’un sineması bu büyük ülkenin erdemlerini göklere çıkaran bir sinemadır.
Evet, yönetmen büyük temaları ele alıyor: doğal afetler, mülteciler, siyasi huzursuzluk, savaşlar… Evlilik dışı hamilelik, evlat edinme, kayıp, ölüm gibi küçük temaları ise seyircisine bir şiirsellik ve zarafetle sunuyor. Film 163 dakika sürse de Angelopoulos’un kullandığı patentli uzun çekimler aslında sahneleri kişinin belleğine kazıyor, böylece filmin neredeyse tamamı etkileniyor. Filmde Hollywood hızlı kurgu bulanıklığı değil, sadece ana odaklanma yer alıyor.
Film, Angelopoulos’un seslendirmesiyle başlar. Anlatıcı Angelopoulos, göç eden vahşi yaşamı anlatıyormuş gibi içinde bulundukları kötü durumu anlatır. Odessa’dan anavatanlarına dönen siyah giyinmiş Yunanlı mülteciler, ufukta siyah benekler olarak kameraya doğru yürürler. Kamera onların seviyesine iner ve onlara yukarıdan değil, yavaş yavaş omuz seviyesinden bakar.
Sonra nehrin karşısından görünmeyen bir ses gelir.
“Hey! Siz kimsiniz? Nereden geliyorsunuz?”
Bu sesle mülteciler durur ve grup tam çerçevenin merkezinde, kameranın karşısına geçer. Gruptan Spyros adındaki bir adam, nehrin karşısındaki görünmeyen biriyle, aslında doğrudan kameraya konuşur ve halkının içinde bulunduğu kötü durumu anlatır. Fiili lider gibi görünen Spyros, grubun kaçışını ve oğlunun yanındaki küçük kızın kendisinden değil, annesinin cesedi üzerinde bulunan bir yetim olduğundan bahseder.
Kamera yavaş yavaş ailenin ayaklarının dibindeki sudaki yansımasına, daha sonra nehre doğru kayar. Biz izleyiciler adamın, eşinin ve iki çocuğunun yansımalarını görürüz. Tabii bu sırada Eleni Karaindro’nun müziği çalmaya başlamıştır. Ardından kamera, dalgalanan suyla birleşip çözülmeden önce ailenin yansımaları bulanıklaşacak şekilde yavaşça odak dışı kalır. Daha sonra oğlanın fısıldayarak küçük kıza adını sorduğunu duyuyoruz. Küçük kız, “Eleni,” diyor. Bu, karakterin hayatının geri kalanında ve filmde kendini gösterme arayışının güçlü bir habercisidir.
Ağlayan Çayır, Spyros ve ailesinin Yunanistan’a vardığı 1919 yılı ile iç savaşın son bulduğu 1949’a kadar olan dönemde yaşanan tarihsel olayları Eleni ve Alexis’in aşk hikâyesi üzerinden anlatır. Spyros’un oğlu Alexis ve onlarla birlikte Yunanistan’a gelen Eleni, küçük yaştan itibaren birbirlerini sevmektedirler.
Bu birliktelikte Eleni, üvey erkek kardeşinden hamile -aslında üvey baba Spyros’tan da hamile bırakılmış olabilir- kaldığı için ikiz erkek çocuklarını doğurana kadar, üvey annesi tarafından komşu bir köye gönderilir. Bu durum Spyros’tan gizli tutulur ve ona yalnızca Eleni’nin bir hastalığa yakalandığını söylenir. Asıl hikâye de bundan sonra başlar.
Filmin baş figürü, kişisel trajedisi yüzyılın dramını bünyesinde barındıran Eleni’dir. Eleni’nin hayatı, 1919’da Yunanistan’a gelişinden Yunan İç Savaşı’nın başlangıcı olan 1949’a kadar olan maceralarını anlattığı için filmin ana odak noktası haline geliyor. Eleni’nin dramatik hikâyesi, o dönemin Yunan tarihinin arka planında gelişiyor. Eleni, kendisine güvenlik, rahatlık ve istikrar sağlamayan dünyalarda yaşıyor. Bu yüzden onu hep göç ve kaçış halinde görüyoruz. Eleni, hapis ve ikizlerin ölümü de dahil olmak üzere pek çok acıyı görür. Eleni, acı kaderi hakkında bir monoloğa girerken, film Yunan trajedisine ulaşır.
Hiçbir film meraklısı, böyle bir istismarın ustalığına hayran kalmaktan kendini alamaz. Aynı şey, çevredeki dağlardan gelen selin sular altında bıraktığı köyü, su altındaki evlerin tepeleri arasında evsizleri sessizce taşıyan teknelerle gösteren sekans için de geçerli. Bunların arasına daha soyut imgeler serpiştirilmiş ölü koyunların asılı olduğu bir ağaç, deniz kenarında asılı beyaz çarşaf sıralarının kullanılması, kurumuş bir ağacın çarpıcı görüntüsü uzun süre hafızalarda kalan görüntülerdir.
Bir başka sahnede, Spyros’un oğlunu ve Eleni’yi nihayet takip ettikten sonra onunla bir birahanedeki siyasi mitingde dans etmesi ve ardından bir daha geri dönmeyeceğini bilerek onlardan ayrıldıktan sonra sözsüz bir şekilde ölmesi de çarpıcı sahnelerden biridir.
Angelopoulos’un sunduğu en güzel ve en derin görsel sahnelerden birinde, Spyros’un siyahlar giymiş bir şekilde, filmin açılışındaki aynı nehirde siyah bayraklı ve kayıklarla ilerleyen cenaze sahnesi yer alır. Sahne, o dönemde ülkenin içinde bulunduğu sert bir iktidar evresinin sonunu, daha şiddetli, daha sancılı, azgın ve adaletsiz bir dönemin, yani diktatörlük siyasi iktidarının başlangıcını temsil eder.
Angelopoulos tarafından Yunan tarihine ve mitine yapılan çağrı aşikârdır; bu da bizi en güçlü sahneye götürür. Sal gezisi ve cenaze töreninden sonra, Eleni ve Alexis aile evine dönerler. Babalarının koyunlarının tamamen öldürülmüş, boğazları kesilmiş ve bir ağacın dallarına asılı halde korkunç görüntüsüyle karşı karşıya kalırlar. Koyunlar tek geçim kaynağıdır ve bu nedenle Spyros’un sürüsünün boğazlarının kesilmesi düşmanlığın ve nefretin yüksekliğinin bir ifadesidir. Dahası, antik çağın trajedilerini tekrar tekrar yirminci yüzyıldaki Yunan deneyimiyle ilişkilendirir.
Alexis’in ABD’ye gitme zamanı gelir ve çocuklara ağlamaklı bir veda eder. Eleni, Alexis’le öpüştükten sonra yarım kalmış kazağın ipinin bir ucunu eline verir. Son ilmeğe kadar vapura doğru kürek çekerken Eleni’nin ellerinden çözülür, iplik denize düşer. Seyircinin birbirlerini bir daha asla görmeyeceklerini bilmesi için bu, yerinde ve belagatli bir sembolizmdir.
Sonlara doğru film, yıldan yıla sıçrayarak seyirciyi nerede olduklarını tahmin etmeye bırakıyor. Filmde, önemli ailevi olayların yanı sıra büyük tarihi olayların çoğu ekran dışında gerçekleşir ve yalnızca tahmin edilebilir. Tarihsel olaylar hakkında çok şey bildiğimiz ve kişisel konulardaki boşlukları kolaylıkla doldurabildiğimiz için bunlara gerek yoktur.
Örneğin, Spyros’un oğlu için Alexis ismi filmde hiç geçmiyor. Ayrıca, Eleni’nin gerçekten yaşlı adamla düğümü bağlayıp bağlamadığını veya onu terk edip etmediğini asla bilmiyoruz. Belirtildiği gibi, Spyros sahnedeki kendi kendine konuşmasında evli olduklarını iddia ediyor, ancak bunun doğru olup olmadığını bilmemizin hiçbir yolu yok. Ayrıca ikizlerin babasının Spyros mu yoksa oğlu mu olduğunu asla öğrenemiyoruz. Danae ve kadın arkadaşlarının tepkileri ve sözleri, bunun ya yaşlı adam ya da genç adam olabileceğini düşündürüyor.
Spyros, tecavüzcü veya sübyancı mıydı? Daha önceki ihlalini telafi etmek için Eleni ile evlenmek mi istiyordu? Bilemiyoruz bunu. Oğul Alexis, gece Eleni’nin penceresine doğru konuşurken, konuşmasının büyük bir kısmında kamera duvarda geziniyor. Eleni’yi sevdiğini açıkça ifade edememesi gibi ipuçlarıyla dolu bir sahne bırakıyor izleyicilere. Dahası, ikizleri evlatlık vermek üzere gönderildikten sonra, Eleni ve oğlunun onların izini nasıl sürdüğünü asla öğrenemiyoruz.
Sonuç olarak, filmin yönetmeni Yunanistan’a ve onun sorunlu tarihine benzersiz ve dokunaklı bir bakış açısı sunan, güçlü ve düşündürücü bir eser bırakmış izleyiciye. Ağlayan Çayır destansı ölçeği, çarpıcı sinematografisi ve insan deneyimini betimlemesi nedeniyle harika bir filmdir.
Editör: Çisem Arslan
- Nietzsche ve Tarantino Arasındaki Nihilizm ve Şiddet - 27 Eylül 2023
- Ağlayan Çayır - 7 Temmuz 2023