Sabah Güneş, bu ağaca bir başka doğmuştu. Sanki en güzel ışık huzmelerini buna yöneltmişti. Belki de ağaç, Güneş ile işbirliği yapıp seçilmeyi umut etti, kim bilir… Ağacı incitmekten korkarak kurumuş kabuğundan küçük bir parçayı ağzına atarak yuttu. Ağaca teşekkür etti ve ardından gölgesine kıvrılıp yattı. Nihayet uykuya dalabilir, ağacın hikayesini rüyasında görebilirdi.

Uyandığında gözlerini dikmiş hayranlıkla ağacı seyretmeye koyulmuştu. Dudaklarının kenarına ilişmiş küçük tebessümünden bihaberdi. Uzun zamandır böylesine mutlu anıları gösteren bir rüya görmemişti. Avuç içlerini toprağa dayayıp destek alarak yavaşça ayağa kalktı. Ellerine yapışan çam ağaçlarının kurumuş dikenli yapraklarını silkeleyip usul usul ağaca doğru yaklaştı. Ağacın en yüksekteki dalını görebilmek için kafasını kaldırmıştı. Dalların arasından sızan güneş ışınları, gözlerini kamaştırdığında başının döndüğünü hissederek ağacın geniş gövdesine yaslandı. Kucak dolusu sarılmak için kolları yettiğince karaçamı sarmalamıştı.  Bir süre sadece nefesine odaklandı. Derin nefeslerle ağacın bilgeliğini bünyesine kattığını düşünüyordu. 

Parmak uçlarına yavaşça akan reçineyi farketti. Ağaç, yaşlı adamın sarılmasına, salgısıyla karşılık veriyordu. Adamın burnunun direğini sızlatan gözyaşları ılık ılık süzülüp yanaklarına konmuştu.Kocaman gövdeli ağacın arkasına doğru dolanarak akan reçineye nemli gözleriyle baktı. Ellerini dayadığı kuru kabukların altındaki yemyeşil ıslak özü hissetmeye çalıştı. İşte tam da oradaydı. Gözlerini kapayıp ağacın özsuyuna avuç içleriyle dokunduğunu hayallemeye koyuldu. Öze temas ettiği yerden nefes almaya başlamıştı. Derin solukları avuçlarından çekiyordu. Ve böylelikle ciğerleri, ellerindeydi artık. 

Seçtiği her ağaç gibi bu ağaca da hemhal olmuştu.

Düşünde gördüğü mutlu anların izini, ağacın somut gövdesinde görme sırası gelmişti. Ağacın tüm kıvrımlarını gözleriyle taradı. Yakaladığı izlere parmak uçlarıyla dokunmaya başladı. Kalın urganla yapılmış salıncağın izleri buradaydı işte! Düşünde izlediği çocuklar, buraya kurulmuş salıncakla sallanmaktaydılar. Neşeli kahkahalarıyla gözyüzüne kadar yükseldiklerini zannediyorlardı. Hatta ulaştıkları sonsuzluktan sözde bir parça bulut koparıp birbirlerine fırlatıyorlardı. 

Şuradaki de ağacın gövdesinden ayrılan kollardan biri, rüyasında yeni baş vermeye başlamış yeşil zayıf dal olmalıydı. Düşünde gördüğünde henüz yeni yeni güç kazanıp cesaretlenmişti.  Ancak yine de o kadar kırılgan ve narindi ki… Yıllar geçip de kuvvetli rüzgarlara karşı bu denli sağlam duracağına kendisi bile inanamıyordu. O güçlü dala uzanıp parmak uçlarıyla „Buradayım!“ dedi. Ve böylelikle konuşma uzvu, parmak uçlarındaydı artık. 

Gözlerini kısarak dalı dinlemeye koyuldu. Çocukların şen gülüşleri ağaçtaki özsuyun şırıltısıyla birleşmişti. Derin nefesler alarak mutluluğu içine çekiyordu. Rüzgar, zarif esintilerle çocukların kokusunu getirmekteydi.  Yelin düşürdüğü küçük bir kozalak yuvarlanarak ayaklarının ucuna kadar gelmişti. Kozalağı dikkatlice aldı. Yer altından çıkarılmış değerli bir kristale dokunuyormuşcasına incinmesinden ürkerek hafif dokunuşlarla avucunun içine yerleştirdi. Kozalağı seyretmeye koyulmadan önce dala teşekkür mahiyetinde bir tebessüm göndermişti. Nehirlerin akışını kıskandıran yoğunluktaki sevdasını da kozalakla beraber cebine koydu. Diğer ağaçların tohumlarının yanında güvende olacaktı.

Ayaklarını sürüyerek ağaçtan birkaç adım uzaklaştı. Vedalaşmaları sevmezdi. Sonra yine uğrardı. Ormanın açıklığına doğru biraz yol aldıktan sonra kocaman bir kayanın üzerine oturdu. Kadim ormanı izlemeye koyulmuştu. Adam da tıpkı ağaçlar gibi yeryüzünün merkezine doğru köklerini salmaktaydı.  Gökyüzüne ulaşan dalların aralarından süzülen Güneş tozları etrafını sarmıştı. Her nefesle Güneş’in, tüm hücrelerine yayıldığını hissetti. Ormanın tüm yeşilini gözbebeklerinden içeri çekerek damarlarında gezindiklerini hayal etmekteydi. Vücudunu kaplayan teninin,  ağaçların gövdelerindeki kadife yosunlara dönüştüğünü duyumsadı. Beyninin kapladığı cürümde ise cebindeki kozalağın  var olduğunu düşündü. 

Ulaşması gereken bir sayı olmadığında birden başlayıp „bir, bir, bir,…“ diye bire kadar sayardı. Yine bire kadar saydı. Kendini hazır hissettiğinde doğruldu. Başını gökyüzüne kaldırıp epifiz bezinin işaret ettiği ağaca doğru yönelmişti. Ayağını sürüyerek usul usul o ağaca yanaştıktan sonra  ağacın gövdesindeki kabuktan bir parça koparıp yuttu. Ve ardından gölgesine kıvrılarak uyumaya koyuldu.

Neslihan Eruslu
Latest posts by Neslihan Eruslu (see all)
Visited 5 times, 1 visit(s) today
Close