Bu masal, masalların gerçek olamayacağı, her şeyin insana kötü geldiği bir dünyada geçiverdi. Evvel bir zamanın, kalbur ve samanın bizi uyutamadığı bir gece bu masal ritüelsiz başlayıverdi. Binbir gece ve binbir gündüz, iki adımlık yerkürede sadece bu masal okunuverdi.
Rüzgâr ve yağmur. Ateş ve su. Gün kara ve gece aydınlık. Her şey yerli yerinde ve ismiyle müsemmaymış. Zaman dün belki bugünmüş. Uzak bir ülkede bir kral yaşarmış. Karısını çok sever, aşkı gözünün içinde parlarmış. Kraliçe çok ama çok güzel bir kadınmış. Vaktin birinde kral ve kraliçenin bir kızı olmuş. Dünyaya gelen bu kız güzelliğini annesinden alan bir peri güzeliymiş. Zaman geçtikçe bu kız büyümüş, büyümüş. Gözlerinin içinde yeşil hareler olan, uzun saçlı çok güzel bir prenses olmuş. Bir bakan bir daha dönüp bakıveriyormuş. Rivayet o ki bu kızın gülüşünü gören insanların gözleri kör oluyormuş. Yeryüzünde hatırladıkları son tebessüm ve son suret bu kıza ait bir hatıra olarak kalıyormuş.
Bu ülkede yaşayan güler yüzlü, eğlenceli ve kendi hâlinde bir delikanlı varmış. Her gün başka başka işlerle uğraşan bu çocuk ülkedeki insanlar tarafından muhtar diye anılır, bilinirmiş. Günün birinde prenses çalışmakta olan delikanlının yanından geçivermiş. Genç adam canhıraş yaptığı işin telaşıyla bir an düşecek gibi olmuş. Tam o anda göz göze geldiği prenses ona öyle bir gülümsemiş ki dünya duruvermiş. O gülüşten başka her şeyi unutuvermiş. Gördüğü bağları bahçeleri, içinde açan yediverenleri. Ve hatta dünyadaki tek aidiyeti olan ismini.
Prenses gülümsediği o andan saraya dönünceye ve günler geceler geçinceye dek sürekli bu genç adamı düşünmeye başlamış. Bir daha hiç gülmemiş. Bunu gören kral çok üzülmüş. Aylar, mevsimler geçip gitmiş. Kral bu işe çözüm aramaya başlamış. Her yolu denemiş, fakat hiçbir çözüm bulamamış. En sonunda etrafındaki yedi ülkenin en ulu büyücülerini çağırmış. Onlardan kızını güldürebilen kişinin ömrünün sonuna kadar ahir hayatını gülerek geçirmesini sağlayacak bir büyü istemiş. Yedi ulu büyücü, yedi gece sonunda büyüyü hazırlamışlar. Ülkenin topraklarına, su depolarına dökmüşler. Tüm ritüeller sonunda kral bir emirle, tüm halkını kızını güldürmesi için sarayına davet etmiş. Her kim geldiyse prensesin yüzüne küçük bir tebessüm bile konduramamış. Ortada yalnızca bir kişi yokmuş. Bunu fark eden kral muhtarın bulunması için askerlerine gidip muhtarı getirmeleri için emir vermiş. Muhtar saray kapısından adım atar atmaz prenses ile göz göze gelmiş. Bir anda bahar gelmiş, tüm kuşlar hızla uçmaya başlamış ve prenses gülüvermiş. Kızının yüzündeki gülümseme uğruna kral kırk gün kırk gece eğlence düzenlemiş.
Büyü adıyla müsemmaymış. İnsanları en beklemediği anlarda kurtarırmış. Muhakkak bir zaman karşılığını alırmış. Gün geceye, güneş aya mecbur bir vakit dönüverirmiş. Dünyanın bir altı bir üstü varmış. Rivayetmiş, iki adımda dünyadan geçilirmiş. Bağı bahçesi cennet ve karşılığı talan kıyametmiş. Zaman uyumaz ve maalesef ki unutmazmış. Yedi ulu büyücünün yedi gece boyunca hazırladığı bu büyünün de bir kötülüğü elbet varmış. Muhtar eğer bir gün külkedisini mutlu edemezse bir daha yüzü asla gülmeyecekmiş. Muhtar, külkedisinin yüzündeki gülümseme hiç bitmesin diye son nefesine kadar her şeyi yapmış. Muhtar külkedisinin küçücük bir anını bozmayacak, en ufak gülümsemesini söndürmeye kıyamayacak kadar seviyormuş.
Bir inanışa göre insan dünyaya yedi kez gelirmiş. Bu büyünün etkisi o kadar büyükmüş ki külkedisi ve muhtar altı kez bu dünyada yan yana gelmiş ve beraber mutlu ölmüşler. Ancak vakitlerin birinde, dünyaya yedinci gelişlerinde muhtar ve külkedisi kavuşamamış. Bir yokmuş bir varmış. Evvel zamanda mutlu mesut masallar bu zamanda muhakkak mutsuzluğa mahkummuş. Külkedisi ve muhtarın hikâyesi sadece bir rüyaymış. Ve muhtar bu rüyadan uyanmış.
Mete Boyar
- Külkedisi ve Muhtar (Masal) - 22 Kasım 2021