Yaşlı kadın tarladan topladığı sebzelerin olduğu poşetle Haydar’ın yanına geldi. Ağacın altına oturtmuştu Haydar’ı. Poşeti yere bıraktı. Doğrulurken sırtının ağrısından yüzünü buruşturdu. İki elini beline koydu.
“Ay, Ayy! belim koptu!..”
Başını kaldırmış ona boş gözlerle bakmakta olan Haydar’a baktı, derin bir iç çekti.
“Sıkıldın mı? Haydi gidiyoruz,” diyerek az ötede duran el arabasını Haydar’ın yanına getirdi. Kaldırmak için Haydar’ı omuzundan tuttuğunda yaşlı adam bağırarak onu itti.
“Bırak beni. Nereye götürecen?”
“Akşam oldu gayri. Eve gidelim.”
“Kimsin sen. Gelmem ben senle. Ben Hayriye’yi bekleyecem.”
“Ay Allah’ım başladı yine.”
Hayriye onu kaldırmak için yine ellerini uzattığında Haydar hemen yanındaki sopasına davrandı ve karısına doğru sallamaya başladı.
Emektar sopasıydı o. Ne dayaklar atmıştı onunla evdekilere.. Bütün gün kahvede oturur akşam eve geldiğinde de, sürü geç getirilmiş, tarladaki işler bitmemiş, yemek yetişmemiş!.. Sopasına sarılmak için hep sebepler bulmuş da bulmuş. Akşamları yemekten önce bir fasıl sopa yenirmiş. Hayriye sırtında bebesiyle tarladan ahıra, ahırdan ev işlerine koşturup durarak geçirmişti yıllarını. Şimdi nihayet çocuklar büyümüş, bu sefer Haydar küçülmüştü. Alzeimer olduğundan beri Hayriye bir çocuk gibi onunla ilgilenmek zorunda kalmıştı. Ama o sopa hala elindeydi. Yılların alışkanlığı işte!..
“Hayriye’yim ben Hayriye!..”
Hayriye arabanın kollarından tuttu.
“Haydi kendin gel madem. Ben karışmıyom.”
Haydar durdu, yaramazlık yapmış bir çocuk gibi Hayriye’ e baktı.
“Hayriye, hakkını helal ediyon mu?” Hayriye oralı olmadı. Haydar yanındaki ağaca tutunarak kalkmaya çalıştı. Gücü yetmedi, durup ona baktı. Hayriye ilgilenmiyormuş gibi yapsa da dayanamadı. Gelip Haydar’ı kolundan tutup kaldırdı. Rüzgarda savrulan ağaç dalı gibi titreyen bacaklarıyla bir atım attı, durdu. Sonra bir adım daha.
Hayriye nihayet onu arabaya oturtmayı başardı. Sebzelerin olduğu poşeti de arabanın koluna taktı, su şişesinin poşetini de diğer koluna.
Tam arabayı itiyordu ki Haydar, “Hayriye sopam,” dedi.
“Lazım değil artık sana sopa,” dedi ve arabayı iterek yürümeye başladı Hayriye. Haydar başını çevirip geride kalan sopasına bakmaya çalıştı. Hayriye, “Ah ahh! Yıllarca derdini taşıdım, şimdi de kendini taşıyom. Ne bitmez çilem varmış,” diye kendi kendine söylendi.
Haydar, “Hayriye, hakkını helal ediyon mu?..” dedi.
Hayriye cevap vermedi. Hayriye ara ara durup daha önce yol boyunca yerleştirdiği kaplara doğadaki hayvanlar için su doldurdu. Ana yoldan köye giden patika yola girdiler.
Haydar ana yolun devamını işaret ederek, “Yanlış gidiyon Hayriye bizim ev o yanda,” dedi.
Hayriye arabayı durdurdu, Haydar’ın işaret ettiği tarafa bakarak derin bir iç çekti.
“Unuttun mu? O taraf Alamanya’ya gider. Bizim oğlan hep o yandan geliyor ya!..”
Bir süre yola bakarken hasret rüzgarına kapılıp gitti. Haydar’ın sesiyle kendine geldi.
“Hayriye acıktım.”
Hayriye, geçmişinden bugüne uzanan acıları yüreğinin en derin köşesine vicdan kilidiyle kilitledi. Durup merhametli bir bakışla baktı, arabanın kollarından tuttu ve iterek yürümeye devam etti.
“Eve gidince yediririm.”
“Hayriye pilav da yapsana.”
“Canın pilav mı çekti? Olur yaparım.”
“Hayriye çişim geldi?”
“Tamam gidiyoruz işte. Tut biraz.”
Hayriye eve yaklaşırken arabayı daha hızlı itmeye başladı ve giderlerken arkadan yine Haydar’ın sesi duyuldu.
“Hayriye hakkını helal ediyon mu?..”
- Hakkını Helal Ediyon mu? - 9 Temmuz 2021