Büyük bir gürültüyle oturduğum yeşil koltuktan sıçrıyorum. Koşarak koridoru geçip çocuk odasına varıyorum. Kızım dolabın üstüne tırmanırken yere düşmüş. Baygın yatıyor. Kapının eşiğinde öylece kalıyorum. Eşiği geçersem bir düğüm çözülecek, kendi halinde akıp giden hayatım değişecek sanıyorum. Eşiği geçiyorum. Bir şey olmuyor. Kızımı kucaklıyorum. Soğuk suyla ellerini yüzünü yıkıyorum. Kucağımda tüy gibi hafif olan kızımı taşıdığımı unutuyorum. Belim bükülüyor. Dayanamayıp yatağa bırakıyorum. Yanına uzanıp bekliyorum. Bekleyince her şey geçer çünkü. Geçiyor. Ben tavana bakarken o gözlerini açıp bana bakıyor.
Mutfağa geçip kocamın en sevdiği yemeği pişiriyorum. Kuzu etinden yahni. Midem bulanıyor. Ellerim kokmasın diye limon kolonyası sürüyorum. Bütün pencereleri açıyorum. Yemek yaparken, banyoyu temizlerken, yatağı toplarken, çamaşırları asarken kolonya döküyorum ellerime. Fırtına çıkıyor, camları sıkı sıkıya kapatıyorum. Yemekleri tabaklara koyuyorum. Yanına onun sevdiği sarımsaklı cacıktan çırpıyorum. Ellerim sarımsak kokuyor. Cacık ise limon kolonyası. Bunun için duvara çarpılıyor burnum. Ağlamıyorum, sesimi çıkarmıyorum. Artık limon kolonyasını da sevmiyorum. İçim kalkıyor. Sabaha kadar banyodan çıkamıyorum. Burnumdan akan kanlar sıcacık. İçim buz gibi soğuk. Fayansları tüm gücümle ovuyorum. Yerleri defalarca fırçalıyorum. Gece yatağa yattığımda saçlarım ağrıyor. Ağarıyor gece. Hiç kimse görmeden saçlarım ağarıyor. Kesiyorum onları kısacık. Annem olsa kızardı bana. Kimse fark etmiyor. Ben yaşamaya devam ediyorum.
Yine sabah oluyor. Mutfağa giden koridordaki bütün lekeleri ezberliyorum. Haberleri açıyorum. “Boşandığı eşi tarafından bıçaklanarak öldürüldü.” Öylece bakıp kalıyorum. Eşiği geçemiyorum. Televizyonu kapatıyorum. Korkuyorum. Gece olunca kocama daha sıkı sarılıyorum. Sırtını dönüp uyuyor. Beni bıçaklamadığı için ona sessizce teşekkür ediyorum.
Sabah komşu geliyor. Kapıyı açıyorum. Anlamsız birkaç cümle söylüyorum. Yüzüme tuhaf tuhaf bakıp içeri geçiyor. Kahve içiyoruz. O içiyor. Ben sadece mideme gönderiyorum. Hayat gibi kahvem de tatsız. Ama böylesi daha iyi. “Nasılsın?” diyor komşum. Gözlerinden nasıl olduğumu okuyorum. Her şey olması gerektiği gibi, diye cevap veriyorum. Mesela kekim fırında, çocuğum okulda, tırnaklarım diplerinden kesilmiş, burnumu da kapıya çarpıp duruyorum. Olması gerektiği gibi. “Bırak, git.” Söylemesi en kolay iki kelime. Uğurluyorum onu. Bana uğursuzluk getiriyorsun deyip kapıyı yüzüne kapatıyorum. Fincanları toplayıp yemeği koyuyorum ateşe. En sevdiği başka bir yemeği. Ama kızımla ikimiz yiyoruz. O gece hiç gelmiyor. Kızım nedenini soruyor. Erkek olmak çok zor diyorum. En kolayı kadın olmak. Evdeyiz, tehlikelerden çok uzakta. Her şeyimiz tertemiz, karnımız doyuyor, uyuyoruz. En güzeli de yaşıyoruz. Hiç ölmüyoruz. Kızım uyuyor. Olağan bir akışın içinde yaşayıp gidiyoruz.
Bırakıp gitmek kolay olan diye düşünüyorum çamaşırları toplarken. Akışı bozmak, eşiği geçmek kolay. Çocuğum var diye değil. Aşık olduğum için de değil. Alıştığım için. Bu döngüye kendimi kaptırdığım için gidemem. Gidersem ölürüm belki. Gitmezsem yaşarım. Akışı bozmazsam, zinciri kırmazsam yaşarım. Akşam oluyor, perdeler kapanmalı.
Büyük bir gürültüyle yeşil koltuktan sıçrıyorum. Yerimden hiç kalkmıyorum. Akışı bozmamak için. Eşiği geçmiyorum. Kapı sonuna kadar açılıp duvara çarpıyor. Gözlerimi tavana dikiyorum. Bekliyorum. Bekleyince her şey geçer çünkü.
- Olağan Bir Akışın İçinde - 20 Aralık 2020
- Yok Olup Giden Her Şey - 29 Kasım 2020