Bir zamanlar üç kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu iki asırda süratle toprak kaybetmiş, 1911 yılında Trablusgarp’ın da elden çıkmasıyla Afrika’daki egemenliğini yitirmiş, üç kıtaya hükmetme özelliğini kaybetmişti. Bu savaşın ardından da Balkanlar’da Haçlılar ile güreşen Osmanlı ordusu yorgun ve biçare düşmüştü. Öte yandan Avrupalı devletlerin sömürge yarışı büyük bir savaşın habercisiydi. Hemen hemen taraflar belliydi, Osmanlı bitaraftı. İngiltere’nin mürai tavrı ve savaşın Almanlar tarafından kazanılacağına inanılması Osmanlı’yı, eski gücüne sahip olmak isteyen devleti, Almanların yanında savaşa sürükledi.
1915 yılıydı… Osmanlı dokuz cephede savaşıyordu.
Ruslar, doğudan saldırıyordu. Tehlike altında olan şehirlerden biri de Van’dı. Van’ın Muradiye ilçesinde yaşayan Sadık Bey ve Nigâr Hanım, kapıdaki Rus tehlikesinin farkındaydılar. Bir yandan da şehirde yaşayan bir grup Ermeni huzursuzluk yaratıyor, bölgedeki halkı kışkırtıyor, en birinde de göçe zorluyordu. Sadık Bey, Muradiye’de çiftçilik yapıyordu. Babayiğit, sağlam bir adamdı. Keza karısı da aynı, hanım hanımcık bir kadındı. Sadık Bey, bir gün telâşla eve gelip eşi Nigâr Hanım’ın gözlerinin içine bakıp kararlılıkla ve hiç kekelemeden, biteviye ve Kürtçe olarak “Hanım, hazırlan, gidiyoruz,” dedi. Nigâr Hanım, yaklaşan tehlikenin farkında, günlerdir kocasına söylemeye çekiniyordu. Kocasının sözleri ona müthiş bir hediye gibiydi.
Yanlarına taşıyabilecekleri kadar eşya alıp bir kuşluk vakti baba topraklarını terk etmeye mecbur kaldılar. Bu göç hareketi uzun sürecek, yoracaktı. İlk durakları Diyarbakır oldu. Ancak fazla duramadılar, Urfa’ya göç ettiler. Bir sabah buradan da ayrılıp İslâhiye’ye yerleştiler. Kısa bir zaman sonra da Yarpuz Bucağı’nı geçip bugünkü Karatepe Aslantaş Millî Parkı’nı güneyden dolanıp Kadirli’nin Hemite (Gökçedam) Köyü’ne yerleştiler. Bu yolculuk esnasında çocukları çok seven Sadık Bey, Yusuf adında bir çocukla karşılaşır. Karşılaştıklarında Yusuf yaralıdır. Ve Sadık Bey, yara ile alâkadar olur, iyileştirir.
Osmanlı’nın hesabı çarşıya uymadı. Savaştan mağlûp ayrılan Osmanlı, ağır ateşkes antlaşması imzaladı. Sadık Bey’in yerleştiği Kadirli, Fransa’nın işgal ettiği topraklar arasında yer alıyordu. İşgalleri kabul etmeyen Mustafa Kemâl Paşa ve arkadaşları Ankara’da bir meclis açmış, Batı’da Yunan işgalini durdurmuştu. Yunan’ın mağlûbiyet almasıyla İtalya ve Fransa da yerleştikleri bölgelerden çekilmeye başladı. Ve 1922’de son düşman postalı da yurdu terk etti.
Bir çocuk hasreti çeken Sadık Bey ve Nigâr Hanım, 1923 yılının güzünde Kemâl adını verdikleri bir çocuk dünyaya getirirler. Kemâl’in doğduğunda Sadık Bey yaşça bayağı ilerlemişti. Bu yüzden de oğluna epey düşkündü.
Daha doğmadan sıkıntılarla boğuşan Kemâl, dört yaşındayken bir koyunun kesilmesi esnasında kesen kişinin elinden bıçağın kaymasıyla sağ gözünden oldu. Henüz dört yaşındaydı. Çocukluğun rengârenk dünyasına o bir noksanla bakıyordu, ama o noksansız çocukların göremediklerini görecek kadar da yaşamla, ümitle ve haylazlıkla bakıyordu. Birkaç sene sonra Sadık Bey’in yolda yardım ettiği Yusuf, Kemâl’in gözü önünde Sadık Bey’i bıçakladı, öldürdü. Sadık Bey artık ölmüştü. Kemâl küçücük ve o zamanlar babasını yitirmiş pek çok çocuk gibi Kimsesizdi. Babasının başında yaktı ilk ağıtını. Lâkin bu ağıttan sonra konuşmada zorluklar yaşamaya başladı ve uzun bir süre kekeme yaşadı. Kekemeliği de ağıtlarla, destanlarla ve edebiyatla yendi. Kemâl artık okuma ve yazma biliyordu. Ama baba Sadık Bey’in ölümünden sonra amcası Tâhir Bey, ağabeyinin katilinin yakalanıp cezasını çekmesi için bütün bir serveti harcamıştı. Bu sebepten dolayı Kemâl eğitimini yarım bıraktı. Ancak Adana’da yaşayan bir aydın, entelektüel, tahsilli kişi Abidin Dino ile tanıştı. Dino, Kemâl’in okuması ile alâkadar oluyor, ona kitaplar veriyor ve hatta yaptığı resimleri ona gösterip yorum istiyordu.
Ne var ki Kemâl de babası gibi babayiğit ve haksızlıklara gelemeyen bir adam olmuştu. Cezaevine girdi. Çıktı. İstanbul’un yolunu tuttu. Evsiz ve yemeksiz dolaştı bir vakit. Sonra uzaklardan, çok uzaklardan bir el uzandı. O elin sahibi Abidin Dino’ydu. Cumhuriyet gazetesinde işe böyle başladı. Pek çok insan gördü, tanıttı. Ancak gazetenin ideolojisiyle ters düşen zihniyeti sebebiyle işsiz kaldı. Belki de işsiz kalması romancı olmasının önünü açtı. İnce Memed’in birinci cildi gazetede tefrika edilmişti. Ve bunun haricinde de öykü, roman ve ağıt kitabı çıkmıştı. Artık o Sadık Bey’in oğlu Kemâl değildi yalnızca. Türkiye’nin yaşamı, Yaşar Kemal’di de. O kimsenin göremediğini görüyordu. Kimse görmese de bir haksızlık vardı. İşte İnce Memed 2, 3 ve 4 de bu sebeplerden ötürü geldi. İnce Memed kimdi? Bu halk umudunu yitirmediği sürece bir İnce Memed vardı her zaman.
Yaşar Kemal durmadan yazıyordu. Öyle bir şey vardı ki içinde kalıbına sığmıyor, taşıyordu. Romanlar ardı ardına geliyordu. Yazdıklarıyla insanın düştüğü durumu bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor, okura okuduktan sonra “Hadi canım sen de!” dedirtiyordu. Hani köycül, dağcıl ve vahşi romanlarıyla insanı kendi içerisinde dolduruyor, dolduruyor ve yaşam taşırıyordu. Yaşar Kemal’i besleyen Anadolu’ydu da ondan. Aslında insanların kızdıkları yahut kendisini romanın karakterinin yerine koyduğu her şey insanın kendisiydi. İnsan çoğu kez bilmeden okudu. Çoğu kez de utancından bilmezden geldi.
Romanları hemen hemen dünyanın bütün dillerinde basıldı. Avrupa’da ve dahi ABD’de klasikler arasında yer aldı. İspanya’dan Türkiye’ye, edebiyat cemiyetlerinden, üniversitelere ve Cumhurbaşkanlığına kadar pek çok yerde konuşma yapıyor, ödül alıyordu.
Sadık Bey ve Nigâr Hanım’ın oğlu Kemâl, Türkiye’nin Yaşar Kemal’i önce Thilda Kemal ile evlendi. Bu evlilik yarım asır sürdü. Thilda Hanım da, kocası gibi sanatla uğraşan biriydi. Edebiyatımıza pek çok çeviri yapmış, Yaşar Kemal romanlarının çevirilerinde de önemli roller üstlenmişti. Ancak Thilda Kemal, yirmi birinci yüzyılın başında Yaşar Kemal’i dünyada bırakıp gitti. Yaşar Kemal, sonra Ayşe Semiha Hanım ile evlense de Thilda Hanım’a olan bağlılığı ve sadakati ve aşkı devam etti. Vasiyet buyurdu; ölünce, Thilda’nın yanına gömülmek için…
Genç cumhuriyetimiz ile yaşıt Yaşar Kemal, yazmayı hiçbir zaman bırakmadı. Ölüm onu yazarken bulmalıydı… 2015 yılının kışında ölümle karşılaştı. Bu sefer tamamdı. Yaşar Kemal, artık anlatacaklarını anlatmış, görevini tamamlamıştı. Huzur içinde gidebilirdi. Annesine, babasına ve Thildası’na; edebiyatçı dostlarına dünyadan selâm ve haber götürüyordu… Ayşe Semiha Hanım, hiç gücenmeden kocasını, Thildası’nın yanına defnetti. Ardında pek çok roman bıraktı. Öğütleri ise her insanın kulağında küpe olacak dereceden: Dünyanın bütün kötülüklerine başkaldır bazen senin iyiliğin başkasının kötülüğüne de olabilir. Kendi iyiliğine de başkaldır. Onun bizden bir tek isteği var: İnsan, evrende gövdesi kadar değil gönlü kadar yer kaplar. Gövdemize değil, yüreğimize bakalım…
7.8.18
Ereğli/Konya
- Hayal Otel’de Rezervasyon Yaptırmak İçin Tıklayın | Hayal Otel Kitap İncelemesi - 29 Eylül 2024
- Evlilik Üzerine Bir Düşünce - 1 Ekim 2023
- Siyasi Faruk veya Vatanını En Çok Seven Ümit Besleyenlerdir - 5 Eylül 2023