Yazar: 22:00 İnceleme, Kitap, Kitap İncelemesi, Roman

Jane Eyre Kitap İncelemesi

 Bronte kardeşler, İngiliz edebiyatının önemli yazarları arasındadır. Uğultulu Tepeler’i çok sevsem de Jane Eyre’nin yeri apayrıdır benim için.

 Ana karakterimiz olan Jane’i kitabın ilk sayfalarında 10 yaşında olarak görmekteyiz.. Kendisine yengesi bakmakta ancak kendisini daha çok hor görüp dışlamakta, sevmemekte. Jane, kendisine de sık sık söylendiği gibi sevimsiz bir kızdır üstelik kuzenleri kadar da güzel değildir. Ancak Jane açık sözlü olmasının yanında olaylara farklı açılardan bakabilme yeteneğine sahiptir ki benim Jane’yi sevme nedenlerimden birisi de bu yeteneğidir.

 Jane küçücük yaşında güçlü olmayı öğrenirken yengesi tarafından yatılı bir okula gönderilir. Bu sayede Jane’nin hayatında yepyeni bir dönem başlamış olur. Kitabın bu kısımlarında yazarın hayatıyla paralellikler görmek mümkün. Örneğin Jane’ nin gittiği okul zamanında yazarımız olan Charlotte’nin de bir yılını geçirdiği okuldur. Yazarımız; annesini kanserden iki kardeşini de tüberkülozdan kaybeden bir kadın. Kitaba dönecek olursak; Jane, bu okulda edindiği yakın arkadaşını salgın yüzünden kaybeder ki romandaki bu etkileyici ölüm sahnesinde yazarın doğrudan ablası Maria’nın ölümünü anlattığı söylenir.

 Bu arada eklemekte fayda var ki Jane’nin okuduğu bu okul öğrencilerine çok zor şartlar sağlamakta; açlık, soğuk vb. bunlara dayanmanın büyük erdem olduğuna inanan(en azından öğrencilerine bunu öğütleyen ama kendisinin tam tersi bir yaşam sürdüğü) bir yönetici tarafından yönetilmektedir.

 Aradan geçen iki yılda Jane , yakın arkadaşı olan okul müdiresinin evlenerek okuldan ayrılmasıyla birlikte bütün hayatının okulda geçtiğini fark ederek artık dünyayı tanıma zamanının geldiğini düşünür. Bu düşünceyle gazeteye mürebbiyelik ilanı verir. Bu ilana aldığı yanıtla birlikte hayatında yeni bir dönem başlamış olur.

 Jane, Mr. Rochester’ in evine mürebbiyelik yapmak için gittiğinde; zorluklardan sonra gelen rahatlığı, mutluluğu, aşkı bulur. Evin efendisi Edward Rochester’ e aşık olan Jane ilk başlarda aşkının karşılıksız olduğunu düşünür. Ama efendisine o kadar aşıktır ki sadece yanında olmakla bile mutlu olmaktadır. Zamanla aşkının karşılıklı olduğunu anlayan Jane evlenmek üzere olduğu gün Edward Rochester hakkında öyle bir gerçek öğrenir ki aşkını kalbine gömüp uzaklara gider.

 Kitabın ilerleyen bölümlerinde Jane’ in bağımsız bir kadın oluşuna şahit oluyoruz. Erkek egemen bir toplumda kendine yer edinmeyi başaran bir karakter Jane. Üstelik güzelliğiyle değil zekasıyla adından söz ettirmeyi başarıyor.

 Kitabımız 19. Yüzyılda Viktorya döneminde yazılmış. Bu dönem kadınlar için oldukça zor bir dönemdi. Kadın bedeninden adeta korkulan, toplumsal ve dini baskıların kadını pasifize ettiği ve yine kadını babaya, kocaya ve kiliseye boyun eğmeye, bu durumu da koşulsuz kabullenmeye ittiği bir dönemden bahsediyoruz. Yazarımız da bu eseri erkek takma adıyla (Currer Bell) yayınlatıyor. İşte böyle bir dönemde, yaşamın her türlü zorluğuna rağmen kimseye sırtını dayamadan kendi ayakları üzerinde duran, kendi kararlarını endi verip bunları uygulayan, diğer roman karakterlerinden çok farklı olan Jane Eyre dünya edebiyatının belki de ilk feminist çıkışlarından biri olmuş oluyor.

 “Onlardan daha ayrıcalıklı erkeklerin, ‘kadınlar yemek pişirip çorap örmekle, piyano çalıp nakış işlemekle yetinsin’, demeleri dar kafalılıktır! Bir kadın, geleneklerin kendisi için yeterli saydığı şeylerden daha fazlasını yapmak, öğrenmek isterse onu kınamak, alaya almak düşüncesizliktir.”

 Yer yer bana Çalıkuşu’ nu anımsatan bir eser oldu. Onu beğenenlerin bu kitabı da mutlaka beğeneceklerini düşünüyorum. Son olarak eklemek isterim ki kitabın sonu beni birazcık hayal kırıklığına uğrattı. Jane kadar güçlü ve gururlu bir karakterin o şekilde davranmasını hiç beklemiyordum. Belki de yazarın bize vermeye çalıştığı mesaj güçlü kadınların bile aşk karşısında ne kadar güçsüz olabileceklerini göstermektir.

Keyifli okumalar!

Visited 202 times, 1 visit(s) today
Close