Yazar: 18:00 Anlatı, Öykü

Elma

Otostop çektiği adama teşekkür ederek indi arabadan Victor.  Kornası ile selamını verip uzaklaşan arabaya uzanmış kafasını kaldırdığında güneşin yakıcı sıcağını alnında hissetti. Çantasını sırtına geçirip arkasında bulunan uçsuz bucaksız görünümlü tarlaya döndüğünde, “Buğdayların bu denli dik duruşa alışmış olmasına şaşmamalı,” dedi. “Sıcağa direniyorlar adeta.”

En sevdiği şarkısını çiçeklere böceklere naif bir haykırışla söyleyerek ilerleyen Victor, bir benzin istasyonuna vardı.

“Affedersiniz bayım, buradan yürüyerek Jacinth’e nasıl gidebilirim?”

Çalışanlar sevecen ve bir o kadar alaycı tavırla birbirlerine bakarak güldüler. Sebebi, sahip oldukları aksana bir hayli uzak ve kibar konuşan, görünümüyle yaşadıkları yere de yakın olmayan gencin tavrıydı. Yanlarında duran ve giyinişiyle tarlada çalıştığı belli olan, “Dostum,” dedi. “Anlaşılan sen buranın yabancısısın. Gideceğin yere ben de gidiyorum. İki saat bekle ya da dilersen yürümeye başla bir saat boyu kendi terinle duş al.”

Alaycı tavırlarının yanında bir o kadar samimi olan bu insanlara güvenip beklemeyi tercih etti. Zaten kendisine zarar verebilecek güçte olamazlardı. Zira Victor’un genç yaşına rağmen ne olursa olsun dik durmasını gerektiren hayatı sayesinde sağlam tuttuğu fiziki yapısı, uzun boyu ve kararlı duruşu şu âna dek kendisini yarı yolda bırakmamıştı. Hatta yazar bir arkadaşı romanında ondan bahsederken, “Kocaman bir adamdı, karşı koymak manasızdı,” yazmıştı.

Orta yaştan hallice olan gözlüklü pompacı, misafirperverliğinin göstergesi limonatayı getirirken bir anda ayağı takılıp Victor’un üzerine döktü. Sıcaktan kavrulmuş Victor, ister istemez serinlemişti. Sürekli özür dileyen pompacıya bunun kendisi için sorun olmadığını söyledi.

“Sorun değil bayım, dışarıda on dakika kalsam kurur kıyafetim.
Bunu dedikten sonra ortamda oluşan saçma gerginliği herkesin gülümsemesine dönüştürdü. “Zaten alışığım bayım bu ayak takılması olayına.”

Tabii kimse anlamamıştı dediğini. Boş vermelerini söyleyerek hatırladıklarıyla gülümseyen ve yan tarafa çevrilen yüzüne bir afiş yansıdı.

Kasabamıza inşa edilen kütüphanemizin açılışına bir hafta kalmıştır. Ancak kalan kısa sürede fark ettiğimiz büyük hata; kasabamızın geleceği çocuklarımız ve her yaşta araştırma, öğrenme damarının kabarabileceğini gösteren halkımızın kütüphanemizi kullanamamasına sebep olacaktır. Sorun; kütüphanenin bulunduğu noktaya elektriğin ulaştırılamamasından kaynaklıdır. Tamamen iyi niyet ve samimiyetle hibe edilerek yapıldığını bildiğimiz kütüphanemizin inşa edildiği konum maddiyatla bile çözülemeyecek bir sorun teşkil etmiştir.  Kütüphanemize bu elektriği sağlayabilecek kişi veya kişilerin kasabamızdan çıkacağına inanıyor ve bunu başaran kişi veya kişilere kütüphane için ayrılan fondan 80.000 faith değerindeki kırmızı spor arabayı hediye ediyoruz. Jacinth’in geleceği ve tanıtımı için çok önemli olacak ve bakanlarımızın katılacağı açılışa kadar sorunun çözüleceğine inanıyoruz. Kasaba halkımıza sevgilerle.

Bu durum sırf dostunun yanına gelebilmek adına maddi değeri olan bir hediye dahi alamamış Victor için mükemmel bir şanstı. Seneler önce çok başarılı bir öğrenci olmasına rağmen bıraktığı okulunda öğrendiği bir bilgi mum yakmıştı adeta kafasında. Rahatlıkla yapabileceğini biliyordu. Aradan geçen iki saatin ardından gitme vakitleri gelmişti. Neredeyse boş araziyi bile yankılatacak kadar ses çıkaran, bir hayli zorlayıp çalışan traktör ilerlemeye başladığı esnalarda Victor teşekkür etmek istedi. Fakat gürültü normal bir konuşmayı duyurmayacak derecedeydi. Aynadan durumu fark eden kasabalı adam sesini yükseltmesini istedi. “Bağır!”

Duyulmasının tek yolunun bu olduğunu anlayan Victor ağzını yavaş da olsa hızın sağladığı bir nebze ferahlık veren rüzgârı içine doldururcasına açarak, “Teşekkür ederim!” dedi.

“Ne demek dostum, burada ulaşımı genelde böyle sağlarlar. Tanışalım, benim adım John, kasabanın bahçelerinde ve tarlada çalışırım genelde. Sen kimin yanına gidiyorsun?”

“Ben Victor bayım, Victor Holmes. Dost hissettiğim birisi var. Onun için geldim çok uzaklardan.”

“Nereden geldin?”

“Hellview’de yaşıyorum.”

“Umarım yanına geldiğin kişi müebbet yediğin hapishaneden kaçmanı sağlamıştır ya da sana bir servet filan verecektir. Orası cehennemden bile daha uzak. Burada herkes birbirini tanır ve ne kimsenin birisini hapishaneden kaçıracağını ne de sana verecek bir servetinin olduğunu düşünüyorum. İsmi nedir dostunun?”

“Flavor, bayım.”

“Vay canına, Flavor mı?”

“Evet bayım, Flavor Wright. Herkesin birbirini tanıdığını söylediniz. Bir akrabanız mıdır acaba?”

“Hayır dostum. Yakın bir arkadaşımın ablası olur kendisi. Asıl önemlisi sen nereden?”

Traktörü süren adam biraz kuşkulu ve kaşlarını çatmış biçimde sormuştu bu soruyu. Zira, John’un kan ter içinde kalmış kıyafetleri, dağınık saçları bile saklamıyordu değer verdiği birisi için özendiğinin parıltısını. Sırf uğruna bu kadar uzaktan gelmiş, özenmiş birisi vardı. Kasabanın en güzel kızının yanına böyle havalı birinin gelmesi adamı nasıl etkilediyse sorusunu bile tamamlamadan bakışlarını cevap almaya, aynaya kilitlemişti. Aslında Victor, içindeki heyecanı herkese ama herkese aktarmak istiyordu, üstelik o an soran kişi O’nu tanıyan birisiydi. İnsanın tanıdıklarına başkaları tarafından olumlu anlatılmasından büyük başarı yoktu ki hayatta. Zaten bağrışarak anlaştıkları diyaloğa böyle kıymetli kelimeleri sarf etmek istemeyerek “kime ne anlatıyorum” düşüncesine girdi. İnsanlar birisi için bu yolun çekileceğini nasıl anlayabilirlerdi? Nasıl bilebilirlerdi ki; kalbe dokunmuş için dünyalar aşılacağını, yaratılacağını ya da yıkılacağını. Onu tanımlayan o muhteşem tabirleri kendisine aktarmak üzere içinde saklayarak kısaca özetledi.

“Yarım yılı aşkındır tanışıyoruz, sanırım bir eylüldü. Meşhur olacak bir gazetecinin, ülke gündemine oturan haberine teşekkür mektubu göndermişti. Ben de bu gazetecinin yazı işleriyle ilgileniyorum. Mektubunu beğenip cevap vermiştik. Sonrasında ise O’nun yolu Hellview’e düştü ve birbirimizi tanıdık. Hatta o gün şehrin bağımsızlık günü idi ve kalabalık arasında ayağım takılıp yere düşmüştüm. Yanında bu kadar özen gösterdiğim insanın önüne berbat hatamla düşmek… Bayım, ben hayatımda bu kadar utandığımı hatırlamıyorum. O’nun benimle alay edeceğini ve ona rezil olduğumu, hâliyle bir daha görüşemeyeceğimizi sanırken, kaldırmak için yardım ettiği anda gösterdiği gülümseme naifliği tanıdığım hiç kimsede yoktu. Ne kadar anlayışlı, iyi kalpli olduğunu anladıktan sonra ona ısınan içim iletişimi sıklaştırmamızı sağladı ve şimdi O’na yapacağım sürpriz de eminim ki sevindirecektir.”

Günbatımına doğru güzelliğini ve etkisini daha çok artıran güneşin manzarasının gölgesinde Jacinth kasabasına vardılar.

“Geldik Victor, işte şu karşıdaki ev onların. Flavor da yukarıda, damda bak!”

“Gerçekten çok teşekkür ederim bayım.”

“Ne demek dostum. Kendine iyi bak, yine karşılaşırız umarım.”

Victor traktörden atlayıp el salladıktan sonra geldiği yerin büyüsüne kapıldığını fark etti. Çünkü Flavor’ın gönderdiği mektuplardan çok daha güzeldi burası. Her yerde portakal bahçesi vardı ve bunların sardığı muhteşem rayiha… Dostu için, “Kokuya bak, ismini yaşadığı yerden almış adeta,” dedi kendi kendine. Bu bahçeler oldukça bereketliydi. Öyle görünüyordu ki; Victor gerçekten olması gerekene, doğallığa âşık olmuştu. Gelişiyle Flavor’u zaten şaşırtacak olan Victor, O’na görünmeden önce bir mutluluk daha yaşatmak adına gördüğü solmuş bir çiçeği eline alıp çantasından çıkardığı renkli kâğıtlarla güzel görünüme kavuşturdu. Kalbi yerinden çıkacak kadar çarptığı anda evin önüne geldi. Kafasını kaldırıp “Affedersiniz hanımefendi, burada elma bahçeleri varmış. Ne tarafta acaba?” diye sordu.

Flavor şaşkınlıktan donakalmış, sevinçten ağzı sonuna kadar açılmış ve gözleri parlamıştı. Hemen, uzunluğundan geçtiği yerleri temizleyen eteğini eliyle toparlayıp merdivenleri koşar adım indi ve Victor’a tüm içtenliği ile sarıldı. Victor için o an tüm yorgunluğu, kafasındaki “sürpriz yaparak geliyorum ama ya bir yere gittiyse” sorusunun endişesi yerini sarılmanın bütünleştirici hissinin mükemmelliğine bırakmıştı. Kısa sürede ve özenle hazırladığı çiçeğe zarar gelmemesi için de tek kolla sarılıp çiçeği bir eliyle havada tutmak zorunda kaldı. Gözlerindeki neden geldi sorusu anlaşılan Flavor bir şey demeden Victor anlayıp konuştu.

“Mutsuzdun, gelmemin iyi geleceğini düşündüm.”

Yere eğilen yüzündeki oluşan ufak tebessümün yarattığı yarım ağız gülüşü ile çiçeği uzatarak ekledi.

“Bunlar da sana.”

Solmuş bir çiçeği bile bir şeye benzetebilmiş Victor’a tekrar sarılan Flavor, “Ne kadar zarifsin,” dedi.

“Ee, soruma cevap alamadım, elma bahçeleri varmış. Neredeler?”

“Hemen gidelim Victor. Susamışsındır, limonata yapmıştım. Onu alıp geliyorum.”

Victor benzinlikte olanı hatırlayıp gülümsedi.

“Limonata… Bekliyorum.”

Elma bahçelerine yol aldılar. Çok geçmeden vardıkları yeşilliklerin arasında güzel bir yer bulup oturdular ve sohbet etmeye başladılar.

“Sen beni şaşırtmaya devam edecek misin Victor?”

“Yaptığım bir şey yok. Ayrıca sen yaptırıyorsun hepsini. Her neyse, zamanımızı bunu konuşarak harcamayalım. Zaten sorulması gereken çoğu soruyu soramamıştık birbirimize. Bunları da es geçsek bir şey kaybetmeyiz.”

“Böyle konuşma Victor. Biliyorsun iyi değildim, aklımda her şey.”

“Biliyorum Flavor,” dedi. “Sana söylemek istediğim bir şey var. Fakat kimseye bahsetmemeni ve ne dersem yapacağına söz vermeni istiyorum. Bana güveniyor musun?”

“Elbette güveniyorum. Sen hayatımda gördüğüm en güvenilesi insansın.”

“Sevdiklerime karşı!”

“Evet, bana verdiğin değeri de biliyorum. Hâlen şaşkınım zaten, kimse kimseye yapmazdı bunu, sırf mutlu etmek için bu kadar yol gelmezdi. Evet, bekliyorum neymiş bu aramızdaki sır?”

“Flavor, bir afiş gördüm. Kasabaya kütüphane yapılmış ve elektrik gitmiyor, aydınlanamıyormuş.”

Sözünü tamamlayamadan araya girdi Flavor.

“Evet. Aslında ilk yapıldığında ışıl ışıl yanıyordu ve uzakta olmasına rağmen akşamları güzel bir görüntü oluşturuyordu. Fakat söylendiği gibi gerçekten uzak; şu karşıda gördüğün tepede tam. Arada çamurlu yollar ve bataklık var. Dediğim gibi önceden ışık yanıyordu, elektrik vardı. Fakat sonrasında fark edildi ki; bu tek bir kabloya bağlıymış. Bu kablo da evlerimizin bulunduğu yerden oraya uzanıyordu. Aradaki bataklıkta yaşayan canlılar, parazitler, bakteriler kabloyu yemekleri olarak görmüş.”

“Tek bir kabloya güvenerek aydınlanmayı beklemek insanoğlunun büyük hatası zaten. İlk gün yanması bile mucizeymiş o zaman… Üstelik bulundukları yıl olan 1988’de ülkelerine jeneratör getirecek bir imkân da yoktu.”

“Aynen öyle Victor, kütüphane yapılırken bu düşünülmemiş. Uzak olduğundan çocuklara kütüphanede kalabilmeleri için bir yatakhane de yapılmış. Fakat orada elektrik, ışık veya yaşam belirtisi olmadan bir gece geçirmeleri de mümkün değil. Yani her halükârda bir enerji lazım oraya. Peki bunlarda gizli tutmamız gereken ne?”

“Çözümünü biliyorum. Fakat sanırsam ben ortaya çıkıp da bunu söylersem ödülü vermeyecekler. O yüzden sana anlatacağım ve sen kendi fikrin olduğunu söyleyip alacaksın ödülü. Daha önemlisi mum olup yanarak ışık olacaksın ihtiyacı olanlara.”

“Bir saniye, ödülü sen alacaksın derken? Senin fikrinin kazancını niye ben alayım?”

“Sana bir hediye alamamıştım. Ayrıca mektuplarımızdakileri hatırlarsan ne de çok seviyordun kırmızıyı ve ne de ihtiyacın vardı bir arabaya. Üstelik bu senin hep istediğin türden. Böyle bir fırsatı tepersen zaten kazancımı çöpe atmış olursun. Hatırla, benim lisansım bile yok biliyorsun. Senin daha yararına olacak.”

“Peki, dostuma karşı çıkmayacağım. Asıl soru bunu nasıl başaracaksın?”

“Bunu önceden konuştuğumuz gibi gideceğimiz sahilde söyleyeceğim. Ne zaman gideceğiz?”

“Yarın sabah oraya gidecek bir arkadaşım var. Eve geçelim o zaman şimdi hava kararıyor.”

“Yok, bu uygun olmaz. Zaten insanlar garip karşılıyor dostluğumuzu, yüzlerinden belli. Bir de evine gelemem.”

“Saçmalama, nerede kalacaksın?”

Victor, ısrar etmemesi için yalan söylemeye karar verdi.

“Bir motel odası tuttum. Orada kalacağım.”

Victor’dan O’nun için duyabileceği tek yalana inanan Flavor eve, ne yapacağını kara kara düşünen Victor ise geldiği benzinliğe yol aldı.

Sabah olduğunda sahile geçtiler. Oturdukları bankta sohbete başladılar. Yanlarında bir torba dolusu taze elma da getirmişlerdi.

“Bana bir söz vermiştin Victor, hem kendini rahat hissetmek hem de gerçekten seni tanımam için tüm hayatını anlatacaktın bana.”

Victor mektuplarda bahsettiği bu sözünü kendini rahatlatmak için söylememişti. O’na verdiği değeri anlaması içindi. Çünkü biliyordu ki; bir insana kendisini kimseye yapmadığı biçimde açmaya çabalamak, geçmişini ve kalbindeki geleceğini avuçlarına bırakmaya teşne olmak, ona karşı hislerini açıkça söylemekten daha elzemdir.

İlk andan sona kadar her şeyi anlatan Victor, Flavor’u derinden etkilemişti. Zira hayatında O’nun asla duyamayacağı şeyler olmuştu. İyisiyle kötüsüyle bu kadar şey yaşayıp hâlen bu kadar naif, zarif ve iyi kalabilen birisinin yanında olması Flavor’u hem çok mutlu etmiş hem de nasıl karşılık vereceği düşüncelerine sokmuştu. Saatlerce anlattığı olayların ardından ve anın güzelliğinden bir sigara yakmak için izin isteyen Victor aldığı tepkiyle ilk defa Flavor’a karşı şaşırmıştı.

“Al buradan yak.”

“Nasıl yani? Sen sigarayı görsen tanımazdın?”

“Boş ver işte.”

Şaşırmış biçimde biten sigaralarının ardından sakız çiğnemeye başladı Flavor. Anlaşılan o ki; kimse bilmiyordu bu durumu. O da saklamak için sakız çiğniyordu.

“Şimdi asıl konumuza gelelim Victor. Söyle nasıl başaracağız bu kütüphane işini?”

“Elma yiyerek.”

“Ne?” Şaşırmıştı Flavor.

Bu şaşırmaya gülümsemeyle karşılık veren Victor yineledi.

“Bir elmayla o arabayı kazanacaksın, daha önemlisi kütüphaneye elektriği sağlayacağız.”

“Nasıl yani?”

“Bak, ümitsiz zamanlarda olağanüstü çareler gereklidir. Sen şimdi bu elmayı yiyerek neler başaracağını göreceksin. Bu elmayı yemek için ağzındaki sakızı çıkaracaksın. Ben de cebimdeki pil ile sana neler yapabileceğimi göstereceğim. Öncelikle sakızı çıkarıp bana vermeni istiyorum.”

Şaşkınlıktan hipnoz olmuş Flavor sakızı ağzından olduğu gibi çıkarıp Victor’un eline koydu. Victor asıl istediğini alamayınca her durumda sahip olduğu nazikliğiyle, “Kibar bir hanımefendi olduğunu düşünüyordum Flavor. Neden kâğıdına koyup vermedin?” diye sordu. Flavor telaşla özür dileyip hemen kâğıdı uzattı. Victor cebindeki pili çıkarıp sakızın kâğıdını pilin her iki ucuna da sardı, çıkardığı mendili yakın tutarak bu şekilde birkaç saniye bekledi. Pil alev almaya başladı ve kâğıt tutuştu. 

“Bu bilgiyi okulda göstermişlerdi,” dedi Victor. “Hiç kullanacağımı düşünmezdim. Dağın tepesine enerji çıkaramıyorsak biz de orada enerji yaratırız. Bu gördüğün şekilde alev çıkartıp ateşle ısı enerjisi yaratacağız. Oluşan ısı enerjisini de elektrik enerjisine dönüştüreceğiz. Kasabadaki herkesten kullanmadığı ne kadar vantilatör varsa toplayacağız. Bu vantilatörlerin pervanelerini birer rüzgâr türbini olarak kullanacağız. Dönen pervaneler hareket enerjisini tepedeki trafoya elektrik enerjisi olarak iletecek. Böylece elektrik sağlanacak. Bu durum en azından açılış günü idare etsin gerekirse sonrası için başka çözüm de buluruz.”

Hayranlığını gizleyemeyen Flavor, “Beş günümüz var,” dedi. “Bu süre içerisinde herkesten vantilatör pervanesi, yakacak ve pil iste. Nedenini söyleme. Sonra bana getir. Ben de bunları tepede kütüphanenin oraya taşıyayım bu sürede. Bakanların geldiği güne kadar düzeneği kurup son gecesinde sana işleyişi göstereceğim. Sen de o gün tanıtacaksın.

Durumu anlayıp kabul eden Flavor, dört gün boyunca topladığı pervaneleri, yakılabilecek her şeyi ve pilleri evinin arka bahçesindeki hayvan dışkılarının arasına koyuyor, böylece kimse görmeden Victor buradan alıp malzemeleri tepeye çıkarıyordu. Götürdüğü malzemeler o kadar birikmişti ki, bunlarla bir senelik elektrik ihtiyacı karşılanırdı. Dört gün boyu tezeklerin arasına girmek zorunda kalan Victor, üstelik eline zor tutturduğu gereçlerle belli etmeden kilometrelerce yürüyordu. Tabii bu sırada kasabadakiler Victor ve Flavor arasında duygusal bir bağ olduğunu düşündüler. Bu durumdan şüphelenen kasabalı, Victor’u takip etmesi için peşine John’u taktılar. John, Victor’un arka bahçeye gittiğini gördüğü esnada önüne bi anda çıkıverdi.

“Seni hatırladım Victor. Ne işin var burada?”

“Ben sadece-”

John, lafını tamamlamasına izin vermeden araya girdi. Bu durumu önceden tahmin eden Victor yine kafasını kullanıp zekice bir şey düşünmüştü çoktan. Elinde kâğıt tutarak gidiyordu arka bahçeye.  Böylece göreni yanıltacaktı.

“O elindeki kâğıt ne, Flavor için mi?”

“Evet bayım Flavor’a. Fakat-”

“Tahmin etmiştim zaten. Seni artık burada istemiyoruz Victor, yanlış yaptın. Dostum demiştin, yalan söyledin.”

“Bayım dinleyin, Flavor’ı düşünüyorsanız şimdi anlatacaklarıma kulak vermeli ve aramızda tutmalısınız. Bakın kâğıda bu bir dilekçe. İçinde de Flavor’ın kütüphaneye elektrik sağlamak için ürettiği çözüm projesinin izin talebi var. Yazı işleriyle uğraşıyorum. Flavor da bana projesini anlattı ve dilekçe yazımını benim yapmamı istedi. Bayım, kasabanızda gerçekten çok zeki birisi var, kıymetini bilin.”

Bu temiz yüzlü adamın yalan söylemesi imkânsız görünüyordu John için. Flavor’ın da dediklerine onay vermesiyle uzaklaştı John.

Flavor her durumdan sıyrılan Victor’a şaşkın ve olacakların heyecanıyla bakarak, “Victor, ben ve yaşadığım yer için bu kadar uğraşıyorsun,” dedi. “Çok teşekkür ediyorum. Sana sormak istiyorum, mutlu edecek mi sence bu elma, açıkça soruyorum bu yapacaklarımızın sonunda mutlu olacak mıyım? Biliyorsun ne kazanırsak kazanalım geride kalan kaybettiklerimiz var.

“Sana hissettirdiklerimden sonra demiştin ki, uzaklık dostluğumuzun hissine engel değil. Ben de sana şimdi söylüyorum, mutluluğun uzakta olması da mutlu olmana engel değildir. Hatta seni geriye çeken mutsuzluğun yakında olması da geçmişte olduğu gerçeğini değiştirmez. Yaşamadığın günün ruhunu buraya koyamazsın. Büyük ân yaklaşıyor, haydi görüşürüz.”

Victor tepeye çıkıp bir düzenek hazırlamıştı. Demir bir tavanın içine pilleri, bir üst katmanına yanacakları ve en üste pervaneleri yerleştirmişti. Böylece, demir tavanın içindeki pillere sakız kâğıtları temas edince ateş çıkaracak, çıkan ateş üstteki yanacak kâğıt ve benzeri maddeleri tutuşturacak ve ateşin dar bir borudan geçmesi ile pervaneler çevrilecekti.  Dönen pervaneler bağlı oldukları trafoya elektrik depolayacaklardı.

Her şey hazırdı; Flavor, kasabanın muhtarına dilekçesini vermiş, o gün gelmiş ve bakanlar kasabaya giriş yapmıştı. Bakanların arabalarından indiği esnada kütüphanedeki elektrikler bir anda kesililivermişti. Kasabanın muhtarı durumu fark edip bakanları oyalamaya başladı. Bu esnada Flavor’ın gözleri Victor’u aradı. Victor ise başını duvara koymuş hem kendisine kızıyor hem de çözüm düşünüyordu. Flavor’ın kasabalıya mahcup olmasını kabul edemezdi. Flavor koşarak yanına geldi. Titreyen göz bebeklerinin korkakça bakışlarıyla sordu.

“Victor lütfen yapılabilecek bir şey olduğunu söyle.”

“Sana tek bir şey söyleyeceğim. Ne dersen de yine de kurtaracağım bu durumdan hepinizi merak etme.”

“Lütfen çabuk söyle!”

Eğer bir çözüm varsa da hemen olması gerekiyordu. Bakanların durumu fark etmesi an meselesiydi.

“Sen de gitmeyeceksin değil mi?”

Bu kadar önemli bir anda durup zaman kaybetmelerine sebep olan bu soruya anlam verememişti Flavor.

“Ne duruyorsun Victor? Hadi yapılacaksa yapalım.
Fakat Victor yalan da olsa istediğini duymak istiyordu. Evet yalan da olsa; zira Victor şu ana kadar kimin ihtiyacında yanında olduysa hepsi Victor’u en olmaları gereken anlarda tek başına bırakmak için sıraya girmişti adeta.”

“Söyle, cevap ver bana Flavor, ‘Gitmeyeceksin değil mi?’ dedim sana.”

“Bunu şu ana kadar anlamış olmalısın. Hadi!”

Victor hiç görünmediği bir ciddiyet ve tedirgin yüz ifadesi ile “Sana soru soruyorum!” dedi. “Beni yalnız bırakmayacaksın, yaptıklarımı önemseyeceksin değil mi?”

“Bak, yemin ederim hep yanında olacağım. Sen de benim en yakınımda olacaksın söz veriyorum.”

“Peki, al bu kâğıdı ve hemen benimle gel.”

Flavor’ın cebine bir kâğıt sıkıştırdı Victor. Koşarak trafonun altında kurulu düzeneğe gittiler.

Victor, “Bandananı ver Flavor!” dedi. Bandanayı birbirlerinden ayrılmış pilleri tutturmak için kullanacaktı Victor. Cebinden çıkardığı sakız jelatinlerinden birçoğunu da saniyeler içerisinde birleştirip rastgele birkaç pile ateş çıkarmaları için yerleştirdi. Ama o da neydi! Ateş alan kâğıtların türbin görevi gören pervaneleri döndürmesi için düzeneğin yukarıda tutulması gerekiyordu. Sorun, bunun sağlanamamasıydı ve bunu kalıcı bir şekilde düzeltmek o an için imkânsızdı. Tek çare olarak Victor elleriyle düzeneğin demir tavasından tuttuğunda ateş yanıyordu. Fakat bu sıcaklık bir insanın dayanma kapasitesinin bir hayli üzerindeydi. Flavor, bu durumu görüp belki de hayatının en mantıklı hamlesini yaptı. Yan tarafta bulunan elma ağaçlarından beş elma alıp üzerindeki hırkayı çıkarıp doldurarak bir levha yaptı. Bu şekilde bir süre daha dayanabileceğini düşündü ve o an işe yaradı. Düzeneği tutan Victor, bakanların binaya girdiği anda elektriği geri getirmiş ve ışıkların yanmasını sağlamıştı, bu andan itibaren sönmemesi gereken ışıklar. Düzenekte bulunan demirin sıcaklığı elmaları eritiyor ve Victor’un ellerini yakmak için süre sayıyordu adeta. Yavaş yavaş elleriyle artık tamamen temas eden düzeneğin verdiği sıcaklık Victor’u değil de Flavor’ın yüreğini yakıyordu sanki. Victor ise şaşılacak düzeyde umursamıyordu; öyle ki önündeki eriyen elmaya bakarak mutluluğunu hatırlıyordu. Bakanların kalma sürelerini uzatan saçma, klişe ve boş konuşmaları sinirini bozmuştu. Flavor’ın onunla konuşmasını istedi.  Çünkü biliyordu ki, en kasvetli sesler baskı yaparken bile yeniden göreceğine inandığı güneşin umudu ile sadece en hoş melodileri hissetmeye çalışmaktı gerçek mutluluğa ulaşmanın, ayakta durabilmenin yolu. Evet, zor da olsa başarmıştı. Elleri yanmış, sıcaktan adeta erimişti, ancak başarmıştı. Bakanlar da gitmişti. Üstelik giderken yaratılan bu durum için herkesin gözü önündeki kişi olan Flavor’ın isminin yazılı olduğu bir altın plaket vermişlerdi. Herkes Flavor’ı alkışlıyor, O’na teşekkür ediyordu. Flavor’un gözleri Victor’u aradı. Bulamayınca cebindeki kâğıda baktı. “Yarın son kez elma bahçelerinin önünde olacağım” yazıyordu. Yazan belirli bir saat bile yoktu kâğıtta. Sabahın ilk ışığıyla bahçeye koşan Flavor, Victor’u bahçede yatarken gördü. Bir motelde kalmadığı da anlaşılan Victor, güneşin görünmesiyle uyandı.

“Ah Victor, çok büyük şeyler başardın, hepimizi çok mutlu ettin. Plaketi getirdim. Bu senin, maddi değeri çok büyükmüş. Yaptıklarının karşılığı olmaz. Ama yine de buyur. Ayrıca arabayı da öğlen teslim edecekler. Beraber sahile gideriz.”

“Önemi yok Flavor. Zamanı geldiğinde bu da unutulup gidilmeyecek mi zaten. O yüzden benim için bu anlamda bir kıymeti yok. En azından seninle değerlendiğini bileceğim.”

“Senin için bir şey yapmalıyım. Şu ellerine bak. Ah dostum, gördükçe benim canım yanıyor. Ayrıca asla unutmayacağım hiçbirini. Kasaba halkına da anlatacağım. Hepsi seni kaçıp gitti sanıyor. Eminim onlar da çok seveceklerdir.”

“Gerek yok anlatma Flavor, bu sadece ikimizin bildiği bir muhteşem sır olsun. Dünya üzerinde hiç görüşemesek de sonsuza dek sadece ikimizin bildiği bir bağ gibi… Sen hep iyi kal, var ol. Daha ne isterim ki, sağlıcakla kal dostum.”

Kimsenin bilmesine gerek yoktu O’nun için, aksine bilmemeleri belki de değerini düşürmezdi. Victor’a göre yaşadıklarını, kazançlarını, güzellik ve azametini anlatmak yerine, bunları yaşadığını bilmesi daha önemli bir histi. Zira, yine yalnız gideceğini bildiği bir sahilde kafasını kaldırıp gururla tebessüm ettiren şey bu duygu olacaktı. Hem, hayatında gördüğü en hoş azamet olan bu insan biliyordu her şeyi, bu hepsine değerdi…

Aradan tam bir buçuk ay geçti, Victor ne bir mektup yazıyordu ne de Flavor’ın gönderdiklerine cevap veriyordu.  Durumdan şüphelenen Flavor, bir nevi Victor’un hediyesi olan arabasına atlayıp Hellview’e gitti. Gazetecinin bürosuna girip Victor’u sorduğunda kimse bir şey söylemedi. Gelenin Flavor olduğunu fark eden bir sekreter elinde mektupla geldi.

“Sonunda geldiniz. Victor bu mektubu sizin için bırakmıştı.

Elleri titreyerek açtığı mektup Flavor’ı yerle bir etti…”

Utku Sızgın
Latest posts by Utku Sızgın (see all)
Visited 9 times, 1 visit(s) today
Close