İstanbul’u özlüyor insan. Vapurdaki çalgıcıları, sabahın soğuğunda içilen sıcak çayı, dumanı üstünde çıtır çıtır yenilen simidi, martıların köpürmüş denizin üstündeki süzülüşünü, vapuru takip edişlerini… Hep kıskanmışımdır onların özgürlüklerini. Hele ki şimdi beş yıl oldu cezaevine, bu küçük kokuşmuş yere gireli. Ne ziyaret edenim var ne de anlaşabildiğim biri. Tek arkadaşım var o da bu küçük not defteri. Buraya geldiğimden bu yana yanımda olan tek sırdaş ve dosttur kendisi. İçinde burada geçen kavgalarım, hayallerim, buradan çıktıktan sonra yapmak istediklerim yazıyor. Ama en çok sayfayı buraya giriş nedenim kaplıyor.

  Soğuktu. Epey geçti saat. İstiklâl’ in boş olduğuna rastlanmazdı, kış olduğundan olsa gerek tek bir insan nefesi yoktu. Hava almaya çıkmıştım o gece. Çıkmaz olaydım. Annem olsa uyarırdı. Başıma bir şey gelir diye hep çekinirdi rahmetli. Dışarıya çıkmayalı çok olmuştu. Asosyal biriyim genellikle evden hiç çıkmaz, her işimi evden yapmayı tercih ederim. Ama özlemişim sonbaharın kokusunu, yüzüme yavaş yavaş vuran rüzgârın içimi huzurla dolduruşunu. Parmaklarımın uçları uyuşuyordu, bayağıdır dışarıda olmalıyım, hava iyice soğumuştu. Saate bakmak için elimi cebime attığımda telefonumu unuttuğumu fark ettim. Kafama takmadım ve dönüş yoluna saptım. Sokağın sessizliği bir çığlıkla bozulmuştu. Oldukça yakın, korkmuş ve titreyen bir sesti. Bir kadın sesi olmalıydı. Bir daha duyulmadı. Haberlerde, gazetelerde artık her yerde duyduğum kadın cinayeti haberleri psikolojimi bozmuştu. Sorgulamadan, düşünmeden sesin geldiği yere doğru koşar adımlarla ilerledim. Havanın soğuk kokusu içimi ürpertiyordu. Gitmeli miyim bilmiyordum ama lanet olası kahramanlık duygularım ağır basmıştı. Ve bir aptal gibi kendimi savunabileceğim herhangi bir şeyi yanıma almadan sesin geldiği yere yöneldim. İnşaat halindeki binaların bulunduğu izbe bir sokağa daldım. Sesin buradan gelmiş olmalıydı. Ne aptallık! Neyim ben süper kahraman mı? Yer tuzla buz olmuş cam kırıklarıyla kaplıydı. Dedektif gibi davranmak hoşuma mı gitmişti? Neden polisi aramadım?  Tabi ya telefonum yoktu ve olayı bilmeden arayamazdım. Bu düşünce beni daha çok olaya itiyordu, ilerledim, ilerledim… Bu sokağa daha önce hiç gelmemiştim. Geri mi dönmeliydim? Kafamı bir dolu soru kurcalarken bir siluet gördüm. Koştum nedenini bilmeden siyah, ne olduğu belli olmayan siyah gölgeye doğru koştum. Belki hayatımın hatasıydı ama bunu o an düşünmüyordum ve devam ediyordum.

“Ahh!”

 Bu da ne? Kafamda bir sızı… Elimi darbe alan yere götürdüm ve dizlerimin bağı çözüldü. Büyük bir pişmanlıkla elimdeki kana bakarken hatırlıyorum kendimi, gerisi yok.

Islak çıraların kokusu midemi bulandırıyor, bir hamile gibi başım dönüyordu. Neredeyim ben? Etrafımda bakındım. Gözlerim bulanıktı. Aptala dönmüştüm. Yerin soğukluğu vücudumu uyuşturmuştu. Ayağa kalkamıyordum. Vücudumun ağrısını bir yana aklımı karıştıran sorular beni daha çok panik yapıyor, kafayı yediğimi düşünüyordum. Acaba rüya mı görüyorum? Bir ümitle kolumu cimcikledim.  Hayır değildi, lanet olsun… Korku filminin içinde gibiydim. En son neredeydim? Kaç saat oldu? Kafamı bir sürü soru kurcalıyordu. Başım ağırlaşmıştı, sanki yüz kiloydu ve kaldırmak istemiyordum. Etrafta barut kokusu ve anlamadığım pis bir koku vardı. Ellerim yapış yapış ve anlamsız bir şekilde sıcaktı. Yavaş yavaş hatırlıyorum. En son kafama bir darbe almıştım. Ellerim kan içindeydi. Kafama dokunduğunda büyük bir yarık olduğunu fark ettim. Ağlamaya başladım. Hüngür hüngür. Hiç ağlamadığım gibi. Kendimi bir türlü toparlayamadım.

             Bir ümit yardım çığlığı atmak istedim ama ölümün kokusu ve yanımdaki kadından başka biri yoktu. Yanımdaki kadın? İşte şimdi istediğim gibi bir çığlık atmıştım. Bu da ne? Kadının kafası araba geçmiş gibi dümdüzdü. Dayanamayıp istifra ettim. Korkunun hiç bu denlisini damarlarında hissetmemiştim. Ürpermiş, hissiz vücudum korkunun gücüyle kendini toparlamıştı. En yakın karakola kendimi atmalıydım.  Başıma gelen her şeyi anlatıp bu lanet olası geceden kurtulmak istiyordum. Zar zor da olsa ayağa kalktım. Tişörtümün kolunu yırtıp kafamdaki yaraya bastırdım. Kendimi hemen bir acil servise atmalıydım. Bir kaç adım attım ve siren sesleriboş binada yankılanmaya başladı. Bir kurtuluş sesi gibi geliyordu kulağa. Arabaların ışığı gözümü kamaştırmıştı. Kurtuldum, kurtuldum!

Polisler arabadan indiğinde bir bana bir yanımdaki kadına bakıyorlardı. Elimin kan içinde oluşu polislerin benden şüphelenmelerine sebep olmuş olsa gerek. Üzerime atladılar ve ellerimi kelepçelediler. Hayır! Ben yapmadım! Kaçtı! Neden beni dinlemiyorlar? Heyy! Size diyorum! Polisleri kim çağırdı? İşlemediğim bir cinayete kurban mı gittim? Ben bunu hak edecek ne yaptım? 

O gün bu gündür işlemediğim bir cinayetten akıl hastanesinde kalıyorum. Bana deli diyorlar. Ben deli değilim. Bana inanmıyorlar. Sen bana inanıyor musun not defterim? Burada bana hap içiriyorlar ama ben içmiyorum, tükürüyorum. Doktor bana sorular soruyor? Anlattıklarına göre ben o gün komşumu ziyaret etmişim. Sıkılmışız ve dışarıya dolaşmaya çıkmışız. Bir konuda anlaşamamış ve kavga etmeye başlamışız. Onu bir inşaata götürmüş ve kafasını tuğlayla ezmişim. Beni gören biri de kafama sopayla vurmuş ve polisi aramış. Hayır anlamıyorum. Yalan söylüyorlar. Kameralara bakıyorum anlattıkları gibi ama ben deli değilim. Ben deli değilim!

Sevgi Çelik
Latest posts by Sevgi Çelik (see all)
Visited 16 times, 1 visit(s) today
Close