Yazar: 16:03 Deneme

İtalyan Edebiyatı Hak Ettiği Yerde Mi?

On üç ve on dördüncü yüzyıl…
Rönesans ve İtalya.
Büyük Yunan Kültürü (Manga Grecia).
Etrüsklerin üzerine yığılan Roma egemenliği.
Boylu boyunca Akdeniz’e hâkim…
Ve bu ülkenin üstüne doğan bir de Rönesans güneşi…
Tüm bu görkeme bakılırsa enfes edebiyat izleri ve muhteşem yazarlardan konuşuyor olmalıyız değil mi? Ancak ne yazık ki öyle değil. Kalemlerin fırçalara yenik düştüğü bir İtalya’yla karşı karşıyayız.

İtalyan edebiyatı ne o yüzyılda ne de şimdi hakkettiği yerde.  Görsel sanatları karşısında saygıyla eğildiğimiz, ancak edebî sanatını birkaç yazar ile alkışladığımız bir ülke. Bu büyülü tarih, bu mitolojik derinlik, Dante’nin başını çektiği bu derinlik birkaçından fazlasını istiyordu. Italo Calvino, New York, Kolombiya Üniversitesi’ndeki bir konuşmasında şöyle der; “Romanının kimlik, dil ve coğrafya sorunlarından söz ederken, kendi içinde alt bölümlere ayrılamaz edebiyat ve kültür magmasında İtalyan edebiyatının yeri nerede bilmiyorum. Herkes bana edebiyatımızın bugünkü durumuyla ilgili soru soruyor…ve ben, Fransız meslektaşlarımla gıpta ediyorum çünkü hepsinin kesin yanıtları var. İtalyan edebiyatının kendine özgü okulları olduğundan söz etmek zor, çok karmaşık ve birbirinden tamamen farklı yazar kişiliklerinden oluşan bir edebiyattan nasıl bahsedeyim? … Fransızlar, ürünlerini uluslararası edebiyat panayırına, hemen popülerleşiveren etiketlerle sundular her zaman: On beş yıl önce Varoluşçuluk vardı; yirmi yıl önce Gerçeküstücülük vardı; oysa İtalyanlar tanımlanmamış şeyleri satmaya çalıştılar. İtalyan edebiyatı ‘anlaşılmaz’ ın edebiyatı olmak istedi ve etiketli bir okulu vardı: Hermetizm. Fakat olması gerektiği yerde olmadı ve hâlâ değil.” [1]

Bu söyleme yaslanarak, “Hermetizm” okulundan çıkmış, felsefe ve mitolojiye doğmuş bir ülke, maalesef edebiyatını ya anlatamadı ya da satamadı. Tek üstat ve İtalyancanın mucidi Dante. İtalyan Edebiyatı dediğimizde Dante klasiğinden başlamamak olmaz. Sonrasında Calvino’nun da sözünü ettiği o birbirinden tamamen farklı birkaç yazarına göz atabiliriz. Dante Alighieri, Rönesans’ı hazırlayan İtalyan yazarların en başında gelir. İlahi Komedya (Divina Commedia) eseriyle hem edebiyat devrimini hazırlar hem de şiir tarihinde benzeri olmayan baş yapıt yaratır. Psikofelsefik şiir olan yapıtın, insanı 700 yıl öncesine dönüp bakmadan bile duraklatan, düşündüren ve halen hevesle okunacak kadar güncel kalması eserin mükemmelliğinin bir kanıtıdır. T.S. Eliot, “Dante ve Shakespeare edebiyat dünyasını aralarında paylaşırlar; ve bu iki adaya eklenecek üçüncü bir ada yoktur,” der.[2]  Dante, bu yapıtından sonra filozof olmuştur.

Dante’yle başlayan İtalyanca; teoloji, felsefe ve şiirin anlamsallığı altında ebedileşmeğe uğraşmış ancak uzun yıllar sadece nazım tarzına hapsolup kalmıştı. Görünen o ki bu tarzın da pek beğenilirliği olmamış. Düzyazı geleneğinden de yoksun kalan İtalya edebiyatının bu yönüne en sert eleştiri Alain Robbe-Grillet[3] den gelir: “Bu dil sorunları, sanatın onlarda yarattığı kaostan ileri geliyor olmalı. İtalya bir an evvel romana, düzyazıya ve çağdaş batı edebiyatına yaklaşmalıdır.”[4]

Edebiyata derin ve şiirsel anlatı sanatı katan, siyasi düzenleri değiştiren, ülkeyi kendine getirip canlılık kazandıran ve “daha iyi duruma” gelmesini sağlayan Dante’den sonra kimse bu nadide makama gelememiş. Edebiyat uzmanları bunun sebebini bazı nedenlere bağlıyor elbette. En başta İtalyancanın lehçe sorunlarına. Klasik İtalyan edebiyatında dil büyük bir sorun olmuş. Dönem yazarları Latince eğitim almış ve halk dili İtalyanca, üstelik kültürel bütünlüğe geç ulaşan ülkede çok fazla lehçe var.  Dante de İlahi Komedya’yı ilk Toscana lehçesinde yazmış. Daha sonra dil sorunları üzerinde ciddi kafa yormuş ve yerel lehçelerle Latinceyi birleştirerek yeni bir dil yaratmış: İtalyanca. 

Diğer nedenler, resme ve heykele daha fazla önem atfedilmesi; şımarıklık ve tembellik (kültürel alışkanlıkları); savaşlar ve salgın hastalılar. İtalyanların şımarıklığı, tembelliği ve hastalıklarla kıvranan sefaleti İlahi Komedyanın Cehennem veAraf ciltlerinde çokça dile getirilir: 

“Ey köle ve sefil İtalya, acılar ülkesi,

fırtınadaki kaptansız gemi,

taşranın değil, kerhanenin ecesi!”[5]

Zevk ve sefanın edebiyata pek katkısı yok sanırım. Acı çekmemiş birinden kült eser çıkamıyor demek ki.  Emil Cioran de söylediği gibi, “acı çekmemiş biriyle yapılan her sohbet gevezeliktir.”[6] Çünkü, acı ve hüzün “hareketsizliği” beraberinde getirir. Sürgünler de “anlatma isteğini”. Bunlara bir de savaşlar eklenirse, fırça değil, kalemler başlar çalışmaya. Dante yirmi yıl sürgün hayatı yaşadı. Zorba bir tefecinin oğluydu. Bunların kaçınılmaz izleri sayfalarına yansıdı ve eserini etkili kıldı.  

Edebiyat tarihi, çalkantılı yaşantılar sürmüş yazarlarla doludur. Hemen hepsinde reddedilmişlik, toplumdan dışlanmışlık, isteklere erişememişlik, kısıtlılık ve aile baskısı vardır. Bu düzlemde “sefa” içinde yazan tek kişi Tolstoy’dur ama onun da baba travmaları çok fazladır. Para ve sefa, travmanın panzehiri değil elbette. Yazdıran bir diğer unsur “aşk”. Edebiyatın olmazsa olmazlarından. İtalyanlar aşktan ziyade sefaya düşkünlerdi. Dante ise saplantılı bir aşıktı ki onun bu aşk saplantısı, Beatrice[7]de izlenir. 

Destansı eserlere alışık İtalyan okurunu kısa öyküyle nihayet tanıştıran yazar ise Giovanni Boccaccio’ydı. Yine dönemin dil ve kültür sorunlarının el verdiği ölçüde. Dante gibi o da İtalya Rönesans’ının hümanizmine katkıda bulunan önemli bir entelektüeldi. Asıl şöhretini ve okunurluğunu Decameron ile elde etti. Üç yüzden fazla öykünün sahibi ilk öykü yazarı bir Fransız olan Guy de Maupassant’dan önce bunu başarmış olması isminin anılması için yeterince etkili bir neden. Üstelik Fransız meslektaşı gibi Gustave Flaubert,  Emile ZolaIvan TurgenyevEdmond de Goncurt ve Henry James gibi ünlü yazarlarla dostluk etmiş heybetli bir ailesi de yok. Gayrı meşru fakir bir çocukluk, epey zorlu bir gençlik geçirmişti.

Bu yüzyılın sonralarında, İtalyan edebiyatına ilginç bir karakter girer: Niccolò Machiavelli. Bu marjinal yazar, en ünlü eseriPrens’te, politik yazın tarihinde ilk kez, monarşi sorununu dinsel ya da ahlaki kaygıları incelemiştir. Tüm yaşamı boyunca İtalya’nın birliği ideali için mücadele vermiş ve yazılarının tamamını olumsuz ve ilkesiz politik hırsın anlatımına adamıştı. Makyavelizm terimi, bir düşünce sisteminden çok “amaç için her yolu mubah gören” politikacının tutumunu anlatan suçlayıcı bir sıfat olarak sadece İtalyan yazınında değil bir dizi anlatı da defalarca yer almış, felsefi metinlerde çok kez incelenmiştir. Ardından birçok filozof bu kavramın olumlu yönünü anlatmaya çalışsa da ne yazık ki başarılı olunamamıştır.

Acaba yine İtalyancanın azizliğine maruz kalan bir anlatı mıydı? Çünkü Hegel der ki “Machiavelli’nin gayesi, yani İtalya’nın bir devlet mertebesine çıkarılması, bu yazarın eserinde tiranlığın haklı gösterilmesinden ve muhteris bir despot için imal edilmiş altın yıldızlı bir aynadan başka bir şey görmeyen bütün görme özürlülerce anlaşılamadan kalmıştır. Kangren olmuş uzuvlar lavanta suyuyla iyileştirilemez.”[8]

Üç yüzyıl böyle geçer İtalyan Edebiyatında. Gelen yüzyıllar bunun üzerine kurulur ve çağdaş dönem yazarları bir nebze de olsa İtalyan edebiyatının yüzünü güldürür ama fırça ve cetvel hep kaleme galip gelmiştir orada. 


[1] Calvino, I. (1986). Why read the classics? New York: Pantheon Books.

[2] Eliot, T. S. (1932). Dante. In Selected essays, 1917–1932. London: Faber & Faber.

[3] Alain Robbe-Grillet, Fransız sinemacı ve romancı. 1922 Brest’de doğdu. Afrika ve Antiller’de yaşadıktan sonra kendini yazmaya, daha doğrusu yazı üstüne yenilikçi araştırmalara adamış bir yazar. “Yeni Roman” akımının en büyük kuramcılarından. 50’li yıllardan itibaren geleneksel roman biçimini, yani olay örgüsü çizgiselliğini, anlatı kronolojisi ve roman kişilerinin psikolojik derinliği gibi öğeleri reddeden Yeni Roman akımıyla edebiyat, başka bir yola geçmişti.  1953’te yayımlanan ilk yapıtı Silgiler, bu yadsımacı niteliği taşır. Yazar sinema alanında denemelere de girişti. 

[4] Robbe-Grillet, A. (1963). Pour un nouveau roman. Paris: Les Éditions de Minuit.

[5] (Araf 6.kanto) Dante Alighieri. (1970). La divina commedia: Purgatorio. C. S. Singleton (Ed.). Princeton, NJ: Princeton University Press.

[6] Cioran, E. (1952). Syllogismes de l’amertume. Paris: Gallimard.

[7] Beatrice, Dante’nin İlahi Komedyasındaki Beatrice Portinari’dir. “Aşk saplantısı” denildiğinde akla gelen ilk figürdür bu yüzden ismi edebiyatta “aşk” ile özdeşleşmiştir. Beatrice Portinari (1266–1290), Floransa’da yaşamış, Dante’nin genç yaşta gördüğü ve ömrü boyunca idealize ettiği kadındır. Dante onu ilk olarak Vita Nuova (Yeni Hayat) adlı erken eserinde neredeyse bir “ilahi aşk” figürü olarak yüceltmişti.

[8] Hegel, G. W. F. (1900). Lectures on the philosophy of history. (J. Sibree, Trans.). London: George Bell and Sons.

Editör: Melike Kara

Visited 2 times, 1 visit(s) today
Close