Ferhat Uludere’nin imzasını taşıyan Son 11’i elime aldığımda kitabın merkezinde futbolun olması ve bir futbol takımını anlatması kitaba dair bir önyargı geliştirmeme sebep olmuştu. Fakat kitabın içine girip sayfalar ilerledikçe bazı bölümlerin beni ağlatacak kadar içime işlediğine tanık oldum.
Tüm karakterlerle yakından tanışıyor gibiydim. Onlarla sevinmeye, hüzünlenmeye hatta onların masalarına oturup içki içmeye başlamıştım. Karakterlerin yoğunluğundan, mekanların betimlemelerine kadar büyük bir incelikle tasarlanmıştı roman.
Son 11 hemen hemen her duyguyu yaşamamı sağlayan bir okuma yolculuğu oldu.
Aynı zamanda Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nden hocam da olan Ferhat Uludere ile Son 11’i ve yazım sürecini konuştuk.
Son 11’in hikâyesi aklınıza ilk geldiğinde bunun bir romana dönüşmesini sağlayan motivasyonunuz neydi?
Aslında Son 11’e ilişkin bir hikâye aklıma gelmemişti. Son 11’in yazım süreci 2002 yılındaki Dünya Kupası’na dayanıyor. 2002 yılında yeni mezun olmuştum ve Sevin Okyay’ın asistanlığını yapıyordum. Dünya Kupası’nda Türkiye’nin kazandığı üçüncülük entelektüelleri ve kadınları futbolla barıştırmıştı. Bu barışma da yapımcıları harekete geçirmişti. Bir yapımcı, Sevin Okyay ile benden futbol müzikali yazmamızı istemişti Biz de anlaşmıştık. Süreç böyle başladı. O dönem kasabadaki futbol dünyasının içine girdim ve futbola dair birçok hikâye dinledim. Futbol zaten keyifle izlediğim bir spordu, iyi bir Beşiktaş taraftarıydım. Ki hâlâ öyleyim.
Müzikalde de işler planlandığı gibi gitmedi. Proje iptal edildi ve bu olaydan on beş sene kadar sonra Son 11’i yazmaya başladım. Temel motivasyonum dinlediğim hikâyelerdi diyebilirim.
Son 11 merkeze futbolu alsa da tam olarak orada duran bir kitap değil, mesajı ve anlatısı bambaşka.
Aslında ben bir hayatı, o hayatın içinde insanların acılarını, aşklarını ve hüznünü anlatmak istiyordum. Tüm bunları anlatmam için bir pencereye ihtiyacım vardı ve bu pencereyi de bir futbol takımının soyunma odasına kurdum. Tüm hayata oradan bakmak istedim. Bunu yapmak istememin birtakım nedenleri var tabii ki. Futbolla ilgilenen, ama taraftar düzeyinde futbolla ilgilenenler çok iyi bilirler. Hangi takımı tutarsanız tutun, stadyuma girdiğiniz o anda karşınıza çıkan yeşil sahanın küçücük görüntüsü bile insanın içini kıpır kıpır eder. Uzun bir deniz yolculuğunun sonrasında karayı görmenin heyecanın gibidir bu. Hayata bu heyecanın olduğu yerden bakmak istedim ve kasabanın otuz belki de kırk yılını bir arada anlattım.
Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba, 1001 Fıçı Bira ve Son 11… Kitaplarınızda benzer temalar var. Alkol, iç içe geçmiş insan ilişkileri ve karakterlerin büyük ölçüde dönüşümleri. Hep bunlara tanıklık ediyoruz. Sizi bunları yazmaya iten duygu nedir?
Alkol bütün kitapların merkezinde duruyor. İnsanları vezir de rezil de eden hep o. Anlattığım insanların alkolle kurduğu ilişki oldukça sorunlu. Çoğu, Son 11’de de dediğim gibi ölmek için içiyor. İçtikleri tek bir yudumdan bile zevk almıyorlar. Bir meyhaneci çocuğu olarak çok erken yaşta tanıştım bu insanlarla ama alkolün damak tadıyla tanışmam biraz daha geç oldu. Çocukluğum içki masaları arasında gezerek geçti. Bu anlamda ölmek için içen insanlara karşı her zaman bir yakınlığım oldu. Onların hayatlarını merak ettim ve üç romanda da onların hayatlarına dair kurgular yaptım. Bu insanlar sadece bir meyhaneye sıkışmış değiller, aynı zamanda kendi karanlıklarında boğuluyorlar.
Lüleburgaz da doğdunuz ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi serüveniniz başlayana kadar orada yaşadınız? Son 11’i yazarken mekân ve karakterlerde gerçek hayatınızdan esinlendiniz mi?
Son 11 de 1001 Fıçı Bira gibi Lüleburgaz’da geçiyor. Haliyle bu da kitabı bir ucundan otobiyografik kılıyor diyebilirim. Kitaptaki takımın ismi Kentspor, Kentspor hâlâ Lüleburgaz’da aktif olarak varlığını sürdüren bir spor kulübü. Ama benim anlattığım hikâyenin Kentspor ile bir ilgisi yok. Zaten kitabı yazarken Kentspor’un yıllar önce kapandığını sanıyordum. Kasabalılara tanıdık gelecek birçok karakter var kitabın içinde, ama hiç kimsenin hayatı kitaptaki gibi değil. Yalnız bir istisna var. Sezgin’in geçirdiği kazanın hikâyesi tamamen gerçek. Kamyon altına bisikletle giren ve karaciğeri patlamış çocuğa “Hayati tehlikesi yoktur!” diye rapor veren doktor da hastane de gerçek. Hatta doktor hanımın ismi de kitaptaki gibi Kibar, hastane ise Lüleburgaz Devlet Hastanesi… Sezgin son anda Çorlu’da bir özel hastaneye yetiştirildi ve mucizevi şekilde hayatta kaldı.
Okur olarak benim favori karakterim Garga Yüksel. Sizin yarattığınız karakterler içerisinde yakınlık kurduğunuz bir karakter var mı?
Tazı Vedat’ın babası Sedat benim favorim. Onu yazarken çok keyif aldım. Hatta bir süre sonra Sedat’a haksızlık yaptığımı düşündüm. Ve bir gece tek başına Sedat’ın romanını neden yazmıyorum ki dedim. Şimdi değil ama muhtemelen bir gün yazacağım.
Eminim ki okurlarınızın birçoğunun da en az benim kadar merak ettiği bir soruyu sormak isterim. Ferhat Uludere’nin okumayı en sevdiği yazar ve şair kimdir?
Ben bir Don Quijote hayranıyım… Hatta hayran olmanın dışında Don Quijote’nin Üçüncü Cildi ismini taşıyan bir roman yazmışlığım bile vardır. Bunların yanı sıra Ivo Andriç’in Drina Köprüsü romanından çok şey öğrendim. Gazap Üzümleri’ni çok severim ve Karamazov Kardeşler bence insanlık tarihinin en büyük romanıdır. Necati Tosuner, Mahmut Şenol, Hasan Ali Toptaş kendi kuşağım olmasa da bir önceki kuşağın önemsediğim yazarlarıdır. Attila İlhan şiirlerini çok severim. Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları’nı defalarca okumuşumdur.
Yazarlığınızın yanı sıra yıllardır Müjdat Gezen Sanat Merkez’inde ve özel kurslarda yaratıcı yazarlık üzerine dersler vermektesiniz. Bu eğitmenlik süreci yazarlığınızı nasıl etkiliyor?
MSM sadece katılımcı arkadaşlar için değil, benim için de çok eğitici bir süreç. Çünkü sizi dinleyen, fikir isteyen hevesli insanların olması sizi de ister istemez dinç tutuyor. Daha çok okuyor, daha çok yazıyor ve daha çok çalışıyorsunuz. Bu sürecin benim hayatımda inanılmaz bir getirisi var. Tek bir kötü yanı fazla zamanımı alması. Bunlara zaman ayırırken istediğim şeyleri yazmaktan uzaklaşıyorum. Ama bölüm başkanı olmaktan da kursları vermekten de çok mutluyum.
- Bir Futbol Takımı Üzerinden Hayata Bakmak - 17 Ocak 2025
- Saça Kazınan Anı - 13 Aralık 2024
- Onur’a Veda - 23 Ekim 2024