“Ben birey değilim. Ben kalabalık bir nesneyim. Ben tek başıma radyoyum, televizyonum, konserim, orkestrayım. Türkiye’nin ilk anarşist kızıyım ben. İlk hippisiyim. Ben amazon kadınıyım. Türkiye’ de kadının bilinçaltıyım.” – Aysel Gürel
Dört yapraklı yoncanın naifliğinin, dokunulmazlığının karşısına kadının gücünü, cesaretini koyan, dahil olduğu filmlerle kendi sinema anlayışını yaratan amazon kadını Aysel’in kızı Kamile Suat Ebrem… Aslında hepimizin bildiği adıyla Müjde Ar..
Kendi gücünün farkında Kamile belki de dileği tüm kadınların bu güce ortak olmaları, Fahriyeler, Vasfiyelerle evlerine girmek, acılarına ortak olmak, yenilmez sanılan kadere kafa tutmalarını sağlamak, Asiyeleri kurtarmak… Onun sahne aşkı çocukluktan gelen, günden güne büyüyen bir tutku. Yıllarca ekranlarda kalarak daha bir çok gencin Müjde’ye dönen masalı…
Pazen etekleri, kızıl saçları, buğulu bakışlarıyla sinemanın tabularını kaldırım taşlarında giydiği topuklarıyla tek tek ezerken şöyle diyor: “Biz o filmleri niye çektik? Toplum tarafından baskılanan kadına “Kendine güven, ayaklarının üzerinde dur” mesajını verebilmek için. Ama bugün geldiğimiz noktaya bakın! Ben, bu filmleri yaparken bugünü böyle hayal etmiyordum. Bugün kadının toplumdaki yeri, o filmleri çekerken hayal ettiğimiz gibi değil.Bu koşullar altında Asiye’nin kurtulması mümkün değil!” Sahi Asiye’ler nasıl kurtulur? Çocukluğundan bugüne değin hayatı filmlerini aratmayan bu güzel kadının zamanından sayfalar çevirelim, kim bilir cevap belki satırlarda gizlidir.
Ayakları Bulutların Üzerinde
Aysel Gürel, Trabzon’da hakimin kızı olarak bilinmiş, sokaklarda büyümüş, sokakları ezber tutmuş hanesine. İlk şiirini beş altı yaşlarında belki de notaların ahenginden ilham aldığı “Mido” adını verdiği kuzu için yazar. Bayramın alıp götürdüğü kuzu arkasından bir ağıt yazar çocuk Aysel. Kayboldu gitti der, kayboldu gitti.
Aysel büyür, üniversite zamanları gelir. Üniversitede sanat tarihi eğitimi alır fakat kalbi, tutkuları tiyatroda can bulur. Muhsin Ertuğrul’un yetenekli genç kızları sahnelere davet ettiği ilanını görür görmez sahne ışıkları yanar üzerinde. Gün gelir, aşık olur. Belki de şarkı sözlerinde hayat bulan saçları alev gibi, gözleri rüya gibi olan bir delikanlıya. Çok geçmeden uyanır rüyadan, aldatıldığını öğrenir. İki çocuğunu da alıp yeni bir hayata başlar, ayakları bulutların üzerinde. “Aşk cinayetle son bulmazsa Shakespeare’nin mezarına kimse gitmez.” der ilerleyen yıllarında. Aşkın acısından beslenir, acıyla yazar, acıyla güler, acıyla yaşar. Her şey kötüye gitmez elbet iki müjde güneş gibi doğar hayatına. Kamile ve Mehtap…
Gazeteci bir baba ile tiyatrocu bir annenin kızı olan Kamile, anne ve babası o daha üç yaşında boşandığı için dedesinin yanında büyür. Annesinin tiyatro maaşıyla kıt kanaat geçinirler. Bir süre sonra alt kat komşu teyzesi Kesire annesi olur. Kiracılarının on dört çocuğuyla birlikte büyürler.
Aysel okur, çok okur. Kızlarının da okumasını ister. Maaşını alır almaz önce sahaf kokusu sonra kitaplar girer eve. Çocukturlar ve arkadaşları gibi yeni elbiseler, kalemler, boyalar, kaşar, pastırma isterler ama anneleri Aysel’dir. “Olmaz. Eğer bu kitapları okursan, kaşarı da pastırmayı da o zaman yersin.” der. Kamile inat eder, okumaz kitap. Bir gün Aysel, kemerle su saatine bağlayarak zorla Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler” romanını okutur. Sonrasında zor alır kitapları ellerinden. Odanın mumu hep yanar, yeni kitaplar yeni hayatlar gelir, gider.
Aysel’in spot ışıklarının yüzüne vurmasından önce kızı etkilenir. Annesinin büyülü dünyasına, ortak olduğu hayatlara, olduğu kadınlara kapılır. Dayanamaz sorar annesi “Artist mi olmak istiyorsun?” “Dansöz olmak istiyorum. Ama memelerim çıkınca…” der. Aysel gider bir kumaş bulur, kesip biçer kızının üstüne oturtur. Meme yerlerine de portakal koyup, “Haydi oyna!” der. Kamile saatlerce oynar durur. Bir süre sonra aynanın karşısında “Ağla, gül” demeye başlar, küçük bir yolcu sahneye doğru ilk adımlarını atar.
Sekiz yaşında Oraloğlu Tiyatrosu’nda sahneye çıkmaya başlar. Zaman su misali akar geçer. Yollar, yıllar, insanlar değişir. Kamile’nin küçük bedeni Müjde’ye sığmaz, orada ayrılır ondan. Onun için artık yepyeni bir dönem başlar. Yasak aşk edebiyatla yoğurulur Aşk-ı Memnu olur, Müjde’de hayat bulur.
1975 yılı hayatının dönüm noktası olur, yavaş yavaş yaklaşıyordur hayallerine. Halit Ziya Uşaklıgil’in edebiyat dünyasına kazandırdığı, Halit Refiğ’in yönetmenliğini yaptığı Aşk-ı Memnu dizisiyle televizyonda, her evin baş konuğu olarak bulur kendini. Dizide yasak bir aşkla yanar kalbi, isminin hakkını verir Bihter iyi olur, en iyi, hep iyi. Artık şöhret kapıları aralanmıştır onun için, annesinin parlak elbiseleri olur hayatı. Televizyonda, sinema ekranlarında, dergilerde yeni bir isim vardır artık “Müjde Ar” Kadını sinemaya taşımayı, özne yapmayı Aşk-ı Memnu ile başarmıştır.
Sadece sinemada değil sahnede de bulur kendini. Notalar girer hayatına, mikrofon verilir eline ve şarkılar çıkar dudaklarından. 1975 yılında girdiği dünyadaki tüm masallara aykırı bir kadın olur, kendi masalının kahramanı olarak bulur kendini. Destekleyeni ayıplayandan daha azdır o dönemde. Toplum daha alışmamıştır mutfağından çıkmayan kadına. Şöyle der bir röportajında Müjde Ar “Hem Yeşilçam’ın hem de kadınların bana saygı duyması zaman içinde oldu. Baktılar ki burada yolundan şaşmayan bir kadın var. Tabii bunda feminist hareketin de çok etkisinin olduğunu söyleyebilirim. Zor bir süreçti. Bir daha dünyaya gelirsem o süreci yaşamak ister miyim, bilmiyorum. Yaptığın işin bir önemi yok. Erkeğin taze et merakının kurbanı oluyorsun.”
Kurbanı olmadı ama o, aksine elinin hamuruyla had bildirdi herkese. 1973 yılında Samim Değer ile evlendi, boşandı bir yıl sonra. Bir süre Ertem Eğilmez ile buldu aşkı, ayrıldı sonrasında. Yeşilçam filmlerinin özellikle Atıf Yılmaz sinemasının müzikleriyle hayatımıza giren Atilla Özdemiroğlu çaldı kalbini, yaşadılar doyasıya birlikte. Evliliğe de kafa tuttu, mahalle dedikodularına da.
Özgürlük meşalesi aldı eline, seksen beş filminde de taşıdı bu meşaleyi, kimselere vermedi. Onun yerine ışık oldu binlerce kadının kalbinde. Oynayamam denen rolleri aldı, parlattı, kamaştırdı. Aşkı yaşamayı savundu, nerede olursa kiminle olursa. Marx’ın kadınların erkeklerden bağımsız, tek başlarına güçlenebileceğini söylerken onu daha iyi duyabilmek, savunmak için Almanca öğrendi. Çocukluk bir huydu onda, kitaplar gibi. Okudukça, anladıkça örgütlenmeyi benimsedi, sokaklara dökülmeye davet etti. “Dünya, kadınların vicdanıyla ayakta duruyor dedi.” Kadını dünyanın merkezine aldı.
Müjde Ar son nefesine kadar “Ben kadınım, eşitim, özgürüm” diyen Aysel’in kızı. Onların ne kavgası bitti ne sevdası. Güzellik insanı öper gider. Bedeli vardır, öde dedi annesi. Sinemanın karanlıkta kalan yüzünde nice bedeller ödenmiştir. Nice güzellikler bir gün dönüp bakınca yılları yudum yudum içtiklerini görmüşlerdir.
Kamile’nin tutkusu Müjde’nin doğuşu oldu. Duru bir su gibi bazen volkan gibi…
- Bir Rüya ki Orda Hep Şarkılar Vardı - 9 Mayıs 2020
- Naşit: Büyük Yoldan Ayrılan Küçük Yol - 25 Nisan 2020
- Bir Sayfa Çevir Zamandan: Adı Müjde Ar - 11 Nisan 2020