Yazar: 16:36 Kitap İncelemesi

Tersine bir varoluş hikâyesi: “Zamanı Tanrı Yaşar”

Seyfettin Araç, gerçek bir olaydan yola çıkarak kaleme aldığı son romanı, Zamanı Tanrı Yaşar‘da Kapadokya’da başlayıp Almanya’ya sıçrayan, oradan da Fransa’nın kasabalarına uzanan, aşkın, dostluğun, ailenin, hayatın getirdiği tesadüflerin sınırlarını sınarken, arka planda bu toprakların kadim meseleleri yüzünden başka bir şekilde sınanan insanların hikâyesini tersine bir varoluş meselesiyle birleştirerek okura sunuyor. 

Seyfettin Araç, 20 Eylül 1982 yılında Mardin’in Mazıdağ ilçesinde doğmuş. İlkokulu burada, ortaokulu Diyarbakır Ali Emiri Ortaokulu’nda, liseyi Ziya Gökalp Lisesi’nde okumuş. Lisans eğitimini, İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü’nde tamamlamış. Birçok mecrada yazıları ve makaleleri yayımlanan Araç’ın ilk kitabı Kent Şiirleri 2020 yılında, Sevgili Yalnızlık 2021 yılında, Unutulmuş Topraklar adlı romanıysa 2023 yılında çıkmış. Aynı zamanda Uluslararası PEN Yazarlar Birliği Türkiye Denetleme Kurulu üyesi ve TRT Ankara Radyosu Edebiyat Danışmanları’ndan biri olan Seyfettin Araç’ın son romanı Zamanı Tanrı Yaşar da kısa süre önce Kırmızı Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Gerçek bir olaydan yola çıkarak kaleme alınan roman, Kapadokya’da başlayıp Almanya’ya sıçrayan, oradan da Fransa’nın kasabalarına uzanan, aşkın, dostluğun, ailenin, hayatın getirdiği tesadüflerin sınırlarını sınarken, arka planda bu toprakların kadim meseleleri yüzünden başka bir şekilde sınanan insanların hikâyesini anlatıyor.

Babası Suriye Ermenilerinden, annesi ise İstanbul’un Sefarad Yahudisi olan Mikail’in Almanya’nın Siegburg kentindeki hikâyesiyle başlıyor Zamanı Tanrı Yaşar. Mikail, büyük abisi İshak ve küçük abisi Firuz’la 90’lı yılların ortasında memleketleri Kapadokya’dan kaçıp gelmişler buralara. Ailesinin kökleri yüzünden kaybeden üç kardeş, elde avuçta ne varsa üç otuz paraya satıp ölümden kaçarak yaban ellerde tutunmaya çalışmış. Bir şekilde başarmışlar da. Ancak kendinden kaçamamış Mikail. Kendinden, aşkından, dünyadan, hayattan. Kırk yaşında mide kanseri olmuş. Hastalık dördüncü evresindeyken ancak fark edilebilmiş. Daha doğrusu Mikail her şeyden vazgeçtiği için midesindeki ağrıları alkolle azaltmaya çalışırken hastalık çoktan dördüncü evreye girmiş. Bunu öğrendikten sonra da arasında bağ olan ne varsa söküp atmış Mikail ve ölümün soğuk ellerinin gelip kendisini almasını beklemeye başlamış. Nihai karşılaşma da çok geçmeden gerçekleşmiş.

Mikail’in ölümüyle birlikte gelenek göreneklerini devam ettiren ailesi, vefat haberini Türkiye’deki tanıdıklarına haber vermek için yakın tanışları cenazeye davet etmek için onlara ulaşmaya başlamış. Bir yandan cenaze işlemleri devam ederken diğer yandan aile dostları aranmış, durum anlatılabildiği kadar sade bir şekilde anlatılmış eşe dosta.

Büyük abi İshak önce Mikail’in Kapadokya’daki en yakın arkadaşları Tuğrul ve ikizi Ali’yi aramış. Tuğrul haberi alır almaz şaşkınlıktan ne yapacağını bilememiş. Ali’ye anlatmış durumu. Her ikisi de Mikail’in ailesinden sayılacak kadar onlara yakın olduğu için Tuğrul ilk uçakla önce İstanbul’a oradan da Almanya’ya uçacakmış. Ali’nin vizesi olmadığı için işlettikleri otelin başında kalacak, yasını uzaktan tutacakmış. Tuğrul atlayıp gitmiş ertesi gün. Defin işlemleri bittikten sonra yakın bir şehirde oturan yakın arkadaşı Murat’ı ziyaret etmiş Tuğrul. Dönüşte trende Hollandalı Sara’yla tanışmış. Kahve için sohbet etmişler. Tren, Bonn’a vardığında ne idüğü belirsiz bir adam Sara’nın çantasını alıp kaçmaya başlamış. Tuğrul da peşinden. Adam bıçağını çekip saldırmış Tuğrul’a. Olay yerinde hayatını kaybetmiş. Sara krizler geçirerek bütün suçu kendi üzerine atmış. Tuğrul’un onun, içinde hiçbir şey olmayan çantası yüzünden öldüğü gerçeğini vurup durmuş suratına. Kendini affettirmekten ziyade, insaniyet namına Tuğrul’un cenazesiyle beraber o da Türkiye’ye gitmek, Tuğrul’un ailesinden özür dilemek tüm olan biteni anlatmak istemiş. Bir ölünün ardından giden başka bir ölüyle baş başa kalmış Sara Türkiye yolunda. Havaalanında Firuz’la birlikte onları karşılamaya gelen Ali’yi görünce de bayılmış kalmış. Tuğrul’la Ali ikizmiş çünkü. Sara’nın hikâyesi de Ali’yle başlamış böylece.

Ali, boşanma eşiğindeki karısı Elif’le dikişi baştan tutmayan bir evlilik yapmış. Sonra da Mecnun misali dolanıp durmuş ortalıkta. Gönlünün esas sahibini arayıp durmuş. O gönle elbet birinin konacağı umudunu kaybetmese de kendini kaybetmiş farkında olmadan. Avare olmuş. Alkole sığınmış. Yalnızlığının çaresini şişelerde aramış. Ama hayatını vereceği kadının kardeşinin cenazesiyle birlikte geleceğini o bile tahmin edememiş. İlk görüşte tutulmuş Sara’ya Ali. Aralarında yavaş yavaş bir şeyler başlamış. Birlikte yemeğe çıkmışlar, Ali ona Kapadokya’nın en güzel yerlerini gezdirmiş, bol bol baş başa vakit geçirip dertleşmişler, gülmüşler, ciddi mevzulara dalmışlar. Ancak Ali’nin peşini bırakmayan mazisi gün yüzüne çıkıp da Ali’yi buhranlara sürüklemeye başladığında Sara da dönmüş gitmiş memleketine. Ali yine eskisi gibi ortada kalmış. Bu süreçte ortaya müstakbel eski karısı Elif çıkmış. Mikail’in büyük abisi İshak ona bir telefon açıp Mikail’in Elif’e bıraktığı emanetleri olduğunu, bunları gelip almasının şart olduğunu söylemiş. Elif de el mecbur atlayıp gitmiş. Mikail yüklü bir miras bırakmış Elif’e. Ancak Elif’i asıl ilgilendiren, Mikail’in ona bıraktığı emanetlermiş. Açmış paketi Elif. İçinden beş mektup, beş de kartpostal çıkmış. Mikail ölmekte olduğunu, ondan tek isteğinin Fransa’daki bu beş yere gidip oralarda vakit geçirmesini yazmış mektuplarında. Elif de Fransız Riviera’larına doğru çıkmış yola. Adresler, Elif’in güzelce birkaç gün geçirmek için yapması gerekenler, hepsi yazılıymış. Her durakta kağıtta ne yazıyorsa yapmış Elif. Her yediği yemekte, içtiği her kadeh şarapta, gördüğü her yeni yerde hem Mikail’le olan geçmişini hatırlamış hem de kendisiyle bir hesaplaşmaya girişmiş. Görevini tamamladıktan sonra o da başka biri olarak dönmüş Türkiye’ye. İçine girdiği hesaplaşma ise sadece kendisininkine değil, buraya kadar olan hikâyenin başlangıcına çıkmış…

Yazıyı yazarken “mış”lı geçmiş zaman kullanmayı bilinçli olarak tercih ettim çünkü Seyfettin Araç, Zamanı Tanrılar Yaşar‘da modern masalsı bir anlatım diliyle, günümüz romanına yepyeni bir kapı aralıyor. Tek bir olayı beş farklı karakter üzerinden, beş farklı gözle farklı hissiyatlarla anlatan Araç, 678 sayfalık bu hacimli kitabının her karakterinin hikâyesini ayrı tutup birbirine ulayarak ortaya çok katmanlı bir eser koyuyor. Orhun Abideleri’nde, Bilge Kağan tarafından eski Türkçeyle, “Öd tengri yaşar kişi oglı kop ölgeli törümiş.” olarak yazılmış, günümüz Türkçesinde, “Zamanı tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için doğmuş /türemiş / yaratılmış.” anlamına gelen cümleden yola çıkarak ölümün yaşama tabi olduğu gerçeğini bize hatırlatıp tersine bir varoluş öyküsü sunan Seyfettin Araç, Zamanı Tanrı Yaşar romanıyla, çağdaş Türk yazınını farklı bir kefeye taşıyor.   

Visited 27 times, 12 visit(s) today
Close