Terapiye ilk gittiğimizde nereden başlayacağımızı bilmiyorum deriz. Zihnimizdeki konular birbiriyle önem yarışı tutturup giderler o sırada. Çünkü hepsi bir an önce sözcüklere dökülüp özgürleşmek ister. Konuşulmak, anlaşılmak. Onlar kendi aralarında anlaşmaya varırken bizim kafamız daha çok karışıyor olur sanki. Onlar söz alıyor, karar veriyor, konuşuyor bizse dinliyoruz.
Ne kadar karmaşık olmalarına karışamasak da zihnimizin zindeliğine her zaman müdahale edebiliriz. Onlar da bedenimize. Zihnimizi stres ve öfkeyle meşgul ederken hayatımızın nasıl şekillendiğini çok iyi biliyoruz. Peki ya bedenimizin?
Vücudumuza stres hormonu salgılaması için izin verdiğimizde bize neler yaptığını bilsek inanıyorum ki bunu kullanmakta çok cimri olurduk.
Genetik olduğunu düşünerek kabul etmek durumunda kaldığımız rahatsızlıklarımız, stres ve gerginliğin tetiklediği virüsler sayesinde oluyor. Uyuyan yılanı uyandırıyoruz. Tabii hayatımızda fütursuzca kullandığımız olumsuz kodlamalar da strese arkadaş oluyor. Nasıl mı oluyor?
Stres hormonu, otoimmün maddeler bağışıklık sistemimizi bloke ediyor. Böylece bizi koşulsuz seven bedenimizi savunmasız bırakıyoruz. Bruce Lipton’un bir konuşmasında bahsettiği hayret ettiğim bir bilgiyi paylaşmak istiyorum. Organ nakli olan kişilere öncesinde stres hormonu verildiği. Böylece bağışıklık sistemi bloke ediliyor. Stres vücudumuzu o kadar eli kolu bağlı bırakıyor ki vücut hiç tanımadığı bir organa bile müdahale edebilecek durumda olmuyor.
Kavga ettiğimizde, düşmanlık hissini harekete geçirdiğimizde ise vücudumuz oksitosin salgılamıyor. Oksitosin ise kan damarlarımızı yeniden büyütüp yaraların iyileşmesinde rol oynayan yardımcımız. Vücudumuzda şifalanmak üzere kendini yenilemek için uğraşan pek çok yapıyı görmek mümkün. Buraya kadar düşüncelerimizle kendimizi nasıl hasta ettiğimizi konuştuk. Biraz da iyileşmek üzerine konuşmak istiyorum.
Zihnimiz o kadar güçlü ki sadece ona inanmamız bizi onunla iyileşmek için yan yana getiriyor. Bütün kalbimizle inanarak düşlediğimizde sağlığı, başarıyı, istediğimiz dostları hayatımıza çekmek mümkün. Tıpkı zihnimizle kendimizi hasta ettiğimiz gibi.
Dr. Joe Dispenza geçirdiği bir kaza sonucu doktorların ona asla yürüyemeyeceksin dediğini anlatıyor. Kendisi buna hiçbir zaman inanmamış. Diyor ki, ‘Düşünceler beynin dilidir. Duygular da vücudumuzun dilidir.’ Duygu ve düşünce şeklimiz bir varoluş durumu anlatıyor. Ben şu’yum deyip zihnimize komut veriyoruz. Bu yol da Joe kendisine ‘Vücudu yaratan güç, onu iyileştirir de.’ Diyerek zihnine onu iyileştirmesi komutunu vermiş. Şu an iyileşmiş durumda. Kendimize inanmakla her şey mümkün. Sadece beynimizi ne ile beslediğimize dikkat etmeliyiz. Çünkü vücudumuz sadece besinleri sindirmiyor.
Araştırmalarda görülüyor ki beynimizde bulunana gri maddeler omuriliğimizde de var. Beynimiz bütün vücudumuza dağılmış durumda. Bunun üzerine bedenimizin farkındalığını anlayıp inanç her şeydir diyen Kelly Turner’in çok güzel bir benzetmesi var. ‘Bedeniniz sizin sürdüğünüz arabaysa sürücüsü çok önemlidir.’
Zihnimizi her saniye şartlandırıyoruz. Bunu olabildiğince kendi lehimize yapabiliriz. Zihnimizde sadece düşünerek beynimize nasıl komut gönderdiğimizi gösteren sayısız deneyler var. Bunlardan bir tanesi Harward Üniversitesi’nde yapılan piyano deneyi. Piyano çalanlar ve piyano çalıyormuş gibi parmaklarının hareket ettiğini düşünerek görselleştirme yapan iki grup var. Deney süresinin sonunda her iki grubun da beyninde parmakların hareketlerinden sorumlu bölgenin geliştiği gözlemleniyor.
Yaşam tarzımıza müdahale etmemiz mümkün. Çok sevdiğim Oscar Wilde ‘Dünya bir tiyatro sahnesidir fakat roller kötü dağıtılmıştır.’ diyor. Shakespeare ise ‘Dünya bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahnesini sonsuza dek terk eder.’ diyor. Evet hayat bir tiyatro sahnesi. Roman.Yazarı da biziz, oyuncuları da. Her şey bizim neye inandığımızla ve enerjimizle rol buluyor. Wilde’nin bize rollerin en baştan kötü dağıtıldığı düşüncesine inanmıyorum. Kötüyü de iyiyi de biz çağırıyoruz. Secret yasası da tam olarak buradan besleniyor. Zihninin gücüne inanarak her şey mümkün oluyor. Kurduğumuz hayalleri resmederek, düşleyerek hayatımıza davet ediyoruz. Sabırla, inanarak. Unutmayın ki her şey bizim için. Neden olmasın dediğimizde cevap yok.
Değişim için her zaman gücünüz var.
Her an kendinize inanmanız dileğiyle.
Sevgiler.
- Sen Neyi Davet Ediyorsun? - 10 Ekim 2020