Saatin metalik sesi, odayı doldururken, genç adam titrek bir nefesle kapıyı araladı. Masanın etrafındaki eski aletler, yılların pasını taşır gibiydi. Gözleri, her biri geçmişin izlerini taşıyan cırcır böceği şeklindeki eski arabalar ve raflardaki kristal saatlere takıldı. Fakat aklı, tam karşısındaki adamda, bir zamanlar dedesinin yanında büyük bir usta olarak saygı gördüğü saat tamircisindeydi.
Gözleri buluştu. Yaşlı adam, kararmış gözlüklerinin arkasından ona bakarken, zamanla yarışır bir şekilde ellerini saatine yerleştirdi. “Ne getirdin, evlat?” diye sordu, fakat sesinde yılların acısı ve kırgınlığı vardı.
Genç adamın dudakları aralandı, ama hiçbir şey söylemeden, dedesinin yıllar önce ona emanet ettiği saati masaya koydu. “Bunu dedem size getirmişti. Ama sonra…” sözleri yarım kaldı, o eski yaraların izi hâlâ derindi.
Saat tamircisi, saati inceledi, ama parmakları neredeyse titriyordu. “Onu hatırlıyorum,” dedi, “Ama yıllar geçti… Küstük birbirimize. Bunu kabul etmek zor, ama zaman da geçiyor, evlat.”
Genç adam sessizce başını salladı. Bir zamanlar dedesinin dostu olan adamla barışmak için değil, sadece zamanın iyileştiremeyeceği yaraları görmek için gelmişti. Yavaşça, dedi: “Siz hiç denediniz mi?”
Saat tamircisi bir süre sessizce saati inceledi. Parmakları, yılların hatırasını taşıyan kadranı hafifçe döndürürken, gözleri bir yudum su içmeyecek kadar kurumuş gibiydi. Bir zamanlar dedesinin yanında, bu küçük dükkanın duvarları arasında, sadece saatlerle değil, dostlukla, gülüşlerle ve bazen hüzünle geçirdiği o yıllar aklına geldi. Ama sonra, bir şekilde her şey değişmişti. Küskünlük, bir anın öfkesi, kalpten kalbe geçen bir kırıklık. Ve bir daha hiç konuşmadılar.
“Zaman,” dedi, usulca, “her şeyi geri alabilir mi, evlat? Barışmak için çok geç mi?”
Genç adam, içindeki acıyı derin bir nefeste hissederek, gözlerini yaşla doldurmak istemedi. “Bilmiyorum. Ama dedem hep derdi: ‘Zaman kaybolmuş bir şey değil, geri döndürülebilir.’ Onun için geldim. Belki…” Cümlesi tekrar yarım kaldı. Her şeyin ne kadar karmaşık olduğunu fark etti. Yılların üzerine inşa edilen bir duvarı yıkmak, bir anlık bir adımla mümkün değildi.
Saat tamircisi, saatin içini dikkatlice açarak birkaç dakika daha sessiz çalıştı. Sonra başını kaldırıp gencin gözlerine baktı. “Evet,” dedi, “Belki de zaman kaybolan bir şey değil, sadece kaybedilen bir anı geri almayı bekliyordur. Bunu yapmak için ilk adımı sen attın. Belki de… Belki de bu saat… Bu saat bizim geçmişimizi hatırlatacak, ne olur, bilemem.”
Genç adam bir an için, dedesinin hatıralarını ve bu eski dostluğu düşündü. “O zaman, belki de bir şeylerin hâlâ yapılabilir olduğuna inanmak gerek,” dedi ve yaşlı ustanın gözlerine bakarak, “Belki bir çay içebiliriz… Ve bu kez konuşuruz.”
Saat tamircisi, gözlerinde belli belirsiz bir gülümseme belirerek, “Evet, belki de…” dedi ve saati masanın üzerine koyarak derin bir nefes aldı. “Yıllardır yapmadığım bir şey. Ama belki bu, başlamak için doğru zaman.”
Genç adam, o an hissettiği hafif umutla bir adım attı. Sadece bir saat tamiri için gelmemişti. Burada, geçmişin yaralarına merhem olabilecek bir barış, belki de yeni bir başlangıç vardı.
Genç adam, tamircinin bir fincan çay hazırlamak için mutfağa yöneldiğini görünce, gözlerini bir kez daha saatin üzerine çevirdi. Saat, yılların yükünü taşırken, tamir edilmesi gereken tek şeyin saatin mekanizması olmadığını fark etti. Aslında, bu dükkan, zamanın sadece bir ölçüsü değil, geçmişin de derin izlerini taşıyor gibiydi. Genç adam, dedesinin yıllar önce buraya adım attığında, nasıl bir bağ kurduğunu ve nasıl bir kırgınlıkla ayrıldıklarını düşündü. Zaman, bir nehir gibi akıp gitmişti ama bazı şeyler geride kalmıştı.
Tamirci, küçük mutfaktan çıkarken, elinde iki fincan çay vardı. Birini masaya koydu, diğeriyle bir yudum aldı. Gözleri, genç adama doğru kayarken, yıllar boyunca içinde biriken sözler dökülmeye başladı.
“Senin dedenin ilk zamanlarında burada çok şey konuşulurdu,” dedi, sesi bir parça titreyerek. “Saatler, zamanlar… Ama daha çok da hayatın kendisi. Zaman, sadece bir sayı değil, bir anıdır. Belki de hatırladığın kadar değerli.”
Genç adam çayını yudumladı, biraz sessiz kaldı. “O zamanlar dedemle buradayken,” dedi, “hiçbir şey kaybolacak gibi hissettirmiyordu. Ama her şey bir anda değişti. O zamanlar bir şeyler oldu, bir söz, bir bakış… belki de kırgınlıkların büyüsünü anlamadım.”
Tamirci derin bir iç çekti. “Ben de anlamadım. Bir söz, bir yanlış anlamak, bir öfke… Ama zaman geri getirmedi. Olan oldu. Belki de hatalarımızla barışmak gerek. Hatalar, insan olmanın bir parçasıdır. Ancak bunu kabul etmek, insanı özgürleştirir.”
Genç adam gözlerini tamircinin gözlerinden ayırmadan dinledi. Zamanın insana öğrettikleriyle, bu eski adamın söyledikleri arasında bir bağ kurmaya çalıştı. Bir çay daha içildi, bir cümle daha kuruldu. Yavaşça, acıların yavaşça eridiğini hissetmeye başladı.
“Benim dedem çok gururluydu,” dedi, “ama hep derdi ki: ‘Zaman geçer, fakat barışmak için her zaman bir fırsat vardır.’” Genç adam gülümsedi, bir an için dedesinin o güçlü, ama kırılgan tavrı aklında canlandı.
“Belki de barışmak için… işte şimdi bir fırsat var,” dedi tamirci, son bir kez saatin mekanizmasını kontrol ederken. “Zamanın içinde kaybolanlar, bir şekilde geri gelir. Ama biz, o kaybolanları tekrar bulmak için biraz daha cesur olmalıyız.”
O an, dükkanın içinde bir sessizlik yayıldı. Bir yudum çay içmek, eski bir dostlukta yeniden başlamanın ne kadar büyük bir anlam taşıdığını, belki de bu eski zamanın biraz daha değerlendiğini hissettiriyordu. Saat, her iki adamın gözleri önünde tamir edilirken, geçmişin ve geleceğin kesiştiği noktada, yalnızca bir anlık bir hatırlatma vardı: Zaman, her şeyin içinde bir şans bırakıyordu.
Saat tamircisi son bir kez saatin kadranına göz attıktan sonra, gözlerini gencin gözlerine çevirdi. “Bazen,” dedi, “sadece zamanın nasıl geçeceğini bekleriz. Ama asıl önemli olan, o zaman içinde ne kadar cesur olabildiğimizdir. Barışmak, affetmek… Bu, sadece zamana değil, bizim içimizdeki kararlılığa da bağlı.”
Genç adam sessizce başını salladı. İçinde uzun süredir bekleyen o kırgınlık, o hüsran biraz daha hafiflemişti. O eski dostluğun üzerine örülmüş duvar, belki de şimdi yıkılmaya başlamıştı. Yavaşça, ama emin adımlarla, geçmişin yorgun izlerini silmek mümkündü.
“Dedem,” dedi, “belki de en çok bunu öğrenmek istemiştir. Yıllar boyunca, kırgınlıklarla, hatalarla, ama hep sevgiyle… Bazen kaybolan şeyleri geri getiremeyiz. Ama bazen, sadece kabul etmemiz gerekir. Bu da yeterli.”
Saat tamircisi, genç adamın söylediklerine anlamlı bir şekilde başını sallayarak, saati tamir etmeyi bitirdi. “İşte, senin saatin,” dedi, “ama aslında biz de kendi saatimizi tamir ediyoruz. Her şeyin bir zamanı var. Bu, senin zamanındı.”
Genç adam, saati eline alırken, yüzünde bir gülümseme belirdi. Gözlerinde, geçmişin acıları ve geleceğin belirsizlikleri arasında bir denge vardı. Saat, zamanın sadece bir ölçüsü değil, aynı zamanda bir hatırlatıcısıydı: Geçmişi kabullenmek, hataları affetmek, barışmak, yeniden başlamak için her zaman bir şans vardı.
İçerideki sessizlik, dışarıda başlayan hafif rüzgarla bir araya geldi. Zaman, olduğu gibi, akmaya devam ediyordu. Ama artık her iki adam da, bu akışta bir anlam bulmuştu. Bir çay daha içtiler, geçmişi ve geleceği konuştular, ama en önemlisi, birbirlerine yeniden inanmanın ne kadar güçlü bir şey olduğunu fark ettiler.
Dükkanın kapısı açıldığında, dışarıda ince bir rüzgar vardı.
Ama içeride, bir dostluk yeniden doğmuştu.
Ve bazen, sadece bir saat çalıştığında…
İnsan da.
Çünkü zaman hep ileri gitmez. Anda.
Bazen geri döner, tam da onunla yüzleşmeye cesaret ettiğin anda.
Ve anlar ki insan:
Saat durduğunda bozulmaz,
konuşmadığında kaybolur.
Editör: Nisa Demirtaş
- Saat Tamircisi - 12 Mayıs 2025
- Ebe Anne - 3 Nisan 2025
- Uzaylı Doktorum - 16 Şubat 2025