Yazar: 11:42 Öykü

Pencere

Bizimki emekli olduktan sonra kahve ve cami arasında mekik dokuyor. İşte yine, “Ben çıkıyorum hanım, Allah’a emanet, bir ihtiyaç olursa ararsın. Öğle namazından sonra Ahmetlerle oturacağız,” diye çıktı evden. Oturacağız dediği kahve de zamanla kovalamaca oynayacaklar. O emekli olup da kendine meşgaleler bulunca ben de instagramda karşıma çıkan bir sayfada yaratıcı yazarlık kursuna kayıt oldum. Eğitimlere katıldım. Bugün pencerenin önünde yirmi birinci günüm. Yazabilir miyim diye düşüneli ise tam tamına üç ay. Bugün bir niyetlendim. Önümde kızımdan kalma bir bilgisayar ve açılmış bembeyaz bir word sayfası. Bir kez daha dışarıya daldım ve ilk kelimeyi yazmaya başladım.


Pencere kenarında dışarıyı izliyorum. Bazen evin havası değişsin diye açıyorum pencereyi. Dışarıdaki solukları da taşısın istiyorum içeriye ama nafile. Duyulmuyor çığlığım. Susup dönüyorum yeniden izlemeye. Güneş öylesine canlı ki cıvıl cıvıl her şey. Bir çocuk bir diğerini koşturuyor, duymuyor olsam da kahkahaları göğe yükseliyor. O an esmerleşiyor içimde bir yer. Boğazımda bir şey düğümlenip kalıyor. Çocukluğumu koşturmak istiyorum ben de ruhumun sokaklarında. Ama içimin karanlık bir odasında kaldığından düşlerimde yer bulamıyor, kötürüm kalıyor. Çocukluk anılarım da zihnimin sığınağının tozlu sandıklarında. Naftaline yatırılmış durumda. Bir tıkırtı oluyor içeride, kulak kesiliyorum. Biri var gibi geliyor. Kimsenin olmadığını hatırlıyorum. İnsan ne de çok duyuyormuş meğer yanı başında bir soluk yokken. En duyulmaz sesler bile kocaman oluyormuş. Koca evde bir ben varım oysaki. Sokağı gören pencereden gördüklerim gözümün ucundan akıyor yeniden. Durmuyor hayat. İnsanlar bir yerlere yetişme derdinde. Mutlusu, konuşanı, koşuşturanı, sevgilisine sarılanı, çocuğunun elinden tutanı, kol kola girmiş iki yaşlısı ve daha nice insan manzarası. Hayatın rengârenk bir resmi gibi. Her saati başka telaş. Sabah işe yetişmeye çalışanlar, öğle vakti orada burada soluklananlar, akşam olduğunda ise bir an önce eve yetişme derdine girenler. Durağa yanaşan otobüs ve durakta bekleyen insanlar. Karşı kaldırımda mevsimine göre ürünleri değişen bir seyyar satıcı. Az ötesinde sabahların değişmeyen simitçisi. Ve pencere kenarında ben. Çıksam diyorum bu hayata dahil olsam. Mesela bir iki dükkan gezsem bilemedin yaşıtım olan birilerine iki laf atsam ve bir muhabbet hasıl olsa aramızda. Mesela simitçiden taze bir simit alsam. Az ilerideki çay bahçesinde o güzelim meşe ağacının altına otursam. Olmuyor. Yapamıyorum. Yapamam da. Bir ağacın dalında unutulmuş son meyvesi gibiyim. Hani hepsi o ilk iştahla toplanır da zamanla canın istemez son bir ikisi için aman dalda kalsın denir ya. Kuş börtü böcek nasiplensin diye hani. Tam da öyle bir halde bu cam kenarında unutulmaya yüz tuttum. Bende de ufacık bir çaba kalmadı zamanla. Hiç de olmadı belki. Uzun zamandır bu evin içinde sustum. Uslu çocuk, genç, geçkin ve adım adım yaşlıya doğru da yol alıyorum. Şu pencere kenarı dünyaya açılan, benim kenarında ürkek ve tedirgin bir serçe gibi tünediğim yer önce bir sığınak sonra hapishane oldu. Ruhumu ve zihnimi saran durumum ve bundan hasıl olan esaretim beni mahkum etti.
Çabasızca bir nehrin yatağında savruldum. Karadeniz’in deli dereleri gibi akıp duran o nehirde hayatın sularını yuttum. Gözlerimi açamadım savrulurken. Açamadıkça göremedim yaşananları. Nasibime durmadan su yutmak düştü. Boğuştum. Durmadan isyansız boğuştum. İçin için. Sükûnetimi korudukça içimin sokaklarında çığlık çığlığa kızlar koşturdu. Her biri bendim. Biri beş yaşım diğeri altı öteki yedi bir diğeri on yedi yaşım… Sokaklarımda her yaşımın her anımın isyankar bir çığlığı ile yaşadım. Kimsenin duymadığı ve duymasını istemediğim bu çığlık çığlığa benler acımı perçinledi. Durmadan varlık savaşı vermeye başladılar. Sabahları onların sesiyle uyandım. Akşamları onlar kaçırdı uykularımı. Soranı, “Yok bir şeyle!” geçiştirdim. Özgürlüğünü isteyenler için zihnimin en kuytularında her bir küçük kıza hücreler yaptım. Tek tek itina ile inşa ettim hücrelerimi. Önüme çıkan her taşa çarpıldığım nehirde esir ettim onları. Her çarpıldığımda daha çok dibe savruldukça içimdeki her birini yara bere içinde içime içime sürdüm. Hücrelerine tıkadım. Her yaşta bir küçük kız daha peyda oldu. Birileri için her birini nehrin bir yerinde kıstırdım. Kaçacak yerleri kalmadığında bana esir düştüler. Söz hakkı vermedim hiçbirine. Yalınayak başı kabak yaka paça sürdüm esaretime. Hücreleri paslı kilitlerle donattım. Açılmaz kıldım. İçimdeki o küçük kızlar da ürkek şekilde o paslı kilitler arkasına sığındı. Yaşama şansı vermedikçe ürkeklikleri perçinlendi. Esaretleri arttı. Her biri korkaklığım, pişmanlığım ve suskunluğumdan nasibini aldı. Bugün zindanlarımda her yaşımın bir beni ile bu pencere kenarında oturuyoruz. Perişanca kurtuluş gününü bekliyorlar. İzlediğimiz özlemini duyduğumuz bu hayat bize bir adım ötede olsa da biz esiriz kendimize. Kendine esir olmak ise en acısı. Bir umudumuz ve cesaretimiz olmadığından durmadan kilitler takıyoruz kaçışımız olmasın diye.


Babam hep erkek çocuğu olsun istemiş. İlk çocuğu benim. Doğduğum gün eve gelmemiş. Yıllar sonra teyzem ağzından kaçırdı. Şefkatli annem hemen lafı değiştirdi. Anlam veremedim. Çok sonra idrak ettim. Benden sonra iki kardeşim daha olmuş. İkisi de kız olmuş yine. Aramızda iki üç yaş var. Hep soğuk davrandı babam. İlkokul yıllarında “Anne babam bizi sevmiyor mu?” diye sorduğumda “Sevmez olur mu?” dedi “Sadece işte çok yoruluyor.” İlkin inandım. Yıllar geçtikçe gerçeği idrak ettim. Sevmiyordu bizi. Erkek evlat istiyordu. Sevgisizlik küçük yüreğimde kapanmaz fay kırıkları oluşturdu. Başı okşanan bir kız çocuğu gördüğümde gözümden bir yaş süzülür. Çok derinlerde bir yer sızım sızım sızlardı. Çok duygusalsın derler içim kırıklarla dolu diye cevaplarım içimde. Bir gün Fen Bilimleri öğretmenimiz çocukların cinsiyetini babadan gelen gen belirler dediğinde şok oldum. Eve nasıl geldiğimi bilmiyorum. Sokakları uçar gibi geçtim. Akşam olsa da bir araya gelsek diye dakikaları saydım. Sonunda herkes bir araya geldi. Yemekte bunu dillendirdim. “Bir çocuğun kız mı erkek mi olacağını babadan gelen genler belirliyormuş,” dedim ve sonrasını hatırlamıyorum. Yediğim tokat kaderimi de çizdi. Daha bir görmezden geldi beni. İhtiyaçlarım olduğunda, “Beklesin,” dediğini duydum. Sustum. Kalbimin çatlakları kanyonlara dönüştü. Akrepler sardı zihnimi. Küflendi içim. Lise bitmeden evlenmeme karar verildi. Hocama da kızdım bir süre ama o nereden bilebilirdi ki bir hakikatle hayatımı değiştireceğini.


Küçük yaşta gelin olarak geldiğim bu evde bahtıma dünya iyisi biri düştü. Erkek evladı olmayan babamın açtığı tüm yaraları usulca sardı şefkatiyle. Allah iki evlat nasip etti bize. İkisi de kız. Yaşamadığım çocukluğumu doyana kadar yaşadı çocuklarım. Mutluydular. Onlar büyüdükçe ben de büyüdüm. Babaları da öyle sardı sarmaladı ki kızlarım sevgisizlik nedir bilmediler. Zaman öylesine hızlı geçti ki tek tek yuvadan uçtu çocuklarım. Kendime kaldım. Evin duvarları sardı sarmaşık gibi benliğimi. Görünmez ve hiç oldum. Kıramadığım zincirler esir aldı bedenimi. Sığınağımı gül bahçesine çeviremedikçe bir anlama oturtamadıkça o kendini bana hapishane eyledi. Hayatın bir yerine kendimi koyamadıkça, kendime nefes alma şansı vermedikçe zerre zerre esir düştüm. Suçlamıyorum kimseyi. Kalbimin ve ruhumun derinliklerinde esir edilmiş o küçük kızları kurtaramadım. Açılmayı, bir parça da olsa nefes almayı denemedim. Cesaretli olamadım. Böyle oldukça esaretim katmerlendi. İzlediğim hayat bir adım ötemde olsa da fersah fersah uzağıma taşındı ruhum için. Ellerim böğrümde bir ömür tükettim. Kalakaldım dört duvar arasında.


Yalnızlık bir tercih midir veya alışkanlık mıdır, bilemiyorum. Belki de ürkekler için baştan bir sığınak sonrasında ise kırılmayan zincirlerin insanı esir etmesidir. Ve bildiğim bu bir tercihse de alışkanlıksa da sorumluluğun bana ait olduğu gerçeğinin su götürmez şekilde ortada olduğuydu. Yalnızlık esir edileni içinden çıkılmaz şekilde kendine mahkum ediyor olsa da çabam yok. Gayretim olsa olsa esirliğimi perçinliyor. Soluk soluk taşıyorum esareti. Tüm cesaretlerin c harfini siliyor ellerim. Pencerenin kenarında hayatın gözümün önünden akışını sadece seyirlik görüntüler olarak takip ediyorum. İçine girmeden, rengine bulanmadan ve kendimi kimseye yük etmeden. En acısı da bir hayatı yaşamadan…

Serkan Arslan
Latest posts by Serkan Arslan (see all)
Visited 33 times, 33 visit(s) today
Close