Küçükken ninemin anlattığı bir çizgi film vardı, o büyük ninesinden duymuş, büyük nine de büyük büyük ninesinden. Adaleli vücudu, kaslı kolları ve bacakları olan süper kahraman Atom Karıncanın Maceraları. Hem süper hızlı hem ağırlığının binlerce kat fazlasını kaldırabilen -insanların bile kaldıramadığı ağırlıklar- zor durumda olan insanları, hayvanları kurtaran süper güçlü bir kahraman. Ben ve kardeşlerim masal gibi dinlerdik ninemden. İnsanların nasıl Süpermen’i varsa Atom Karınca karıncalar için oydu. O da tıpkı Süpermen gibi kötülerle mücadele ederken uçabiliyormuş. Çizgi filmde “Atom Karınca geliyor,” demesiyle göz açıp kapayana kadar olay yerinde bitiverirmiş. Hiç kaybetmeyen, yenilmeyen kim zordaysa el veren. Şehrin polisiyle iş birliği içindeymiş. Yardıma ihtiyacı olanların panik düğmesine basmasıyla antenleri titreşip mesajı alır, kendini atomize etmek için atom köpüğü makinesine girer ve sonra mücadeleye hazır hale gelirmiş. Ona öyle ihtiyacım var ki. Bu kısacık boyum, cılız kol ve bacaklarımla kendimi Atom Karınca olarak düşünemiyorum. Panik düğmesi de nerede bilmiyorum ki. Ama onun sesimi duyup kaybettiğim ailemi bulacağına inanıyorum. Bunun için bıkmadan usanmadan saatlerdir bacaklarımı birbirine sürtüyorum. Bacaklarım öyle uyuştu ki artık hissedemiyorum. Biraz dinlenip yine sesimi duyurmaya çalışacağım.
Ben Formica türü bir karıncayım. Kömür karası kadar olmayan bir siyahlıkta ve küçük gövdeli. Haftalardır mutfakta, ekseri mermer bankonun üzerindeyim. Peki ailemi nasıl kaybettim? Yiyecek dolabına yeni gelen ağzı açık kesme şeker karton kutusunda uyuyakaldım. En iyisi baştan anlatayım. Kardeşlerimle Hansel ve Gretel masalındaki cadının çocukları kendine çekmek için yaptığı şekerden evden onların çıkamaması gibi karton kutudaki şekerlerin içinden de biz çıkamadık. Saatlerce anne babamızın tüm uyarılarına rağmen -karnınız ağrır, mideniz bozulur demelerine rağmen- yine de şekerleri kemirmeye devam ettik. Sonunda gerçekten midemiz bulanmaya başladı ve çıktık kutudan. “Formica tamam, dur orada artık, değil mi?” Gece herkes uykudayken benim aklıma şekerler düştü. Gecenin bir yarısı buzdolabından yemek tırtıklayan insanlar gibi kutunun başına koştum. Hooop! İçeri atladım. Yedim yedim. Sonra üzerime öyle bir ağırlık çöktü ki. Ama ne tatlı bir ağırlık. Gözlerim kapanıyor. “Birkaç dakika sonra açarım nasılsa,” dedim. Uyandığımda öğle ezanı okunuyordu. “Ah ne yaptım ben!” diye fırladım kutudan dışarıya, bizimkiler uyuduğumuz yerde değil, bomboş orası. Ne yapacağımı bilemeden şaşkın şaşkın biraz sağa, sonra biraz sola gittim. Ah, işte karşıdan geliyordu annem. Karşı karşıya durup başlarımızı birbirimize değdirdik. Hayır, annem kokmuyordu. Bu başka bir karınca. Hemen uzaklaşmalıydım.
Annem, babam, kardeşlerim neredeydiler? Bacaklarımı birbirine sürttüm dakikalarca, sesimi duyurmak için. Beni arıyorlardı mutlaka. Bize her zaman “Eğer yolunuzu kaybederseniz uzaklaşmayın, olduğunuz yerde kalın, biz sizi buluruz,” dedikleri için mermer bankonun pencere tarafında kalıyor eviyenin öte tarafına geçmiyordum. Bir süre sonra feromonlar aracılığıyla mesajlar bırakmış olabileceklerini düşünüp eviyenin öte tarafına, ocak tarafına geçtim. Babam olmayan bir Formica’yla selamlaşıp alelacele eviyenin altındaki dolabın kapağının üstünden inmeye başladım. Aşağısı tam bir keşmekeşti. Sadece Formica değil kömür karası karıncalar da vardı. Onların seslerine birkaç örümcek, kara sinek, Atom Karınca’nın gösterildiği televizyonun sesi de karışmıştı. Tıpkı insanların bir araya geldiği, akustiği iyi olmayan kapalı mekânlarda konuşmalarının neden olduğu uğultu gibi. Yerlerde ekmek kırıntıları, şekerli yiyecek kalıntıları vardı. Onlardan hiçbir iz yoktu. Aşağısı beni ürkütüyordu. Çok karışık ve büyüktü. Kim bilir nasıl tuzaklar bekliyordu beni. Gerçi anne babam “İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Onlara güven olmaz. Onlardan her türlü hile düzen beklenir. Hep dikkatli olmalısınız,” derdi. Ama yine de yukarısı daha emniyetli görünmüştü gözüme. Öfff! İnsanlarla birlikte yaşaya yaşaya onların sözlerini, deyimlerini kullanır oldum. Görüş yeteneklerimiz iyi değildir ki bizim. İşte yine yukarıdaydım. Sadece ailem değil amcalarım, teyzelerim, kuzenlerim, komşularımız da adeta sırra kadem basmıştı.
O kadar şekerden sonra olacağı buydu, müthiş susadım. Acıkırsam işim kolay, kenardan kenardan ocağın sol tarafına geçeceğim. Orası ekmek kırıntıları cenneti. Ama çok nadir gideriz oraya, bu kadar alenen kurulu sofra, bunun altında bir çapanoğlu var. Hindir insanoğlu, güven olmaz ki ona. Çok acıkırsam kelle koltukta giderim oraya, tost makinesinin arasındaki kızarmış peynir kırıntılarını kemiririm bir güzel. Ağzının tadını biliyor bu Ademoğlu. Öyle susadım ki. Şişeler büyük yuvarlak masada, ağzı kapalı. Babanın bardağı orada. Kesin biraz su vardır. O her zaman az da olsa bırakır içinde. Bütün bardağı bitirebilirmişim gibi geliyor ama birkaç damlaya da fitim. Orası hem uzak hem tehlikeli. Gidecek halim yok, yolda kalırım kesin. Ah tabi ya evin kızının bankoda, erzak dolabının altında duran bardağında su kalmış olabilir.
Offf ne zormuş tırmanması. Dakikalardır ayaklarımın kaymasıyla aşağı düşmekten, yeniden yeniden başlamaktan yolu yarılayamadım bile. Ter içinde kaldım. Az kaldı, ha gayret Formica. İşte tepedeyim. Offf ne kadar yüksek! Başım döndü. Korkuyorum. Aşağı inerken bardağın içine yuvarlanırsam ya, bir yerim kırılırsa. Bir de bunun dönüşü var. Ah aptal Formica, o kadın bardağında olsa olsa iki damla su bırakır, o da belki. Boşuna hayatını tehlikeye attın. Nasıl döneceğim? Saatler sürecek yine. Neyse olan oldu. Yapacak bir şey yok. Moralini bozma Formica. Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Yolu yarıladım, ayaklarım hâlâ kuru. Aaa neler oluyor? Ah durun, bir dakika durun! Su dolduruyorlar bardağa. Gulup gulup gulup!.. Ah ben yüzme bilmem ki!.. Yine hareket ediyorum. O da ne? Su hızla azalıyor. Ah akıntıya kapılıyorum. Eyvah! Kadının dudaklarının arasına akan suyun içindeyim. Ama olmaz ki. Suyunuzu içerken lütfen karıncaları yutmayın.
Editör: Gülhan Tuba Çelik
- Şu Çekçek Meselesi - 1 Temmuz 2024
- Koltuk Sevdası - 27 Mart 2024
- Lütfen Karıncaları Yutmayın - 27 Şubat 2024