Sert damlayan yağmurun “pıt pıt” sesiyle derin uyku… Biraz da ağır bir baş ağrısı. Bu sabah biraz farklı. Çünkü uykum, ilk kez iki kişinin borazan gibi sesiyle dağıldı:
“O piç var ya, bu sefer sağlam ağaca düğüm atmış. Bizim müdürün samimi ahbaplarından birinin kuyruğuna basmış.”
Neredeydim? Ağır bir sigara ve bol da kusmuk kokusu. İçim bulandı. Camlar açık olmasa durulacak gibi değil. Kaldırdım kafamı. Üşüdüm. Hafif titremeyle, gözlerimi açmadan ellerim cebime gitti. Nerede sabah, orada akşam… Bir yerden rüzgâr mı esiyor? Akşamdan kalmanın sabaha kalanı olmak üzere, üç beş sigara bulurum belki diye yokladım. Yok. Ceplerim boş. Telefonum bile yok. İrkildim. Kafamı da tavana çarptım. N’oluyor demeye kalmadan arabada olduğumu fark ettim.
“Oo uyuyan güzel uyandı!” dedi biri.
Soluma baktım. Burada güzel bir şey yok. Ama kazan gibi başım. Sol elmacık kemiğimde müthiş bir ağrı.
“Efendim güzelim,” dedim.
“Kapa ulan çeneni, bir de efendim güzelim diyor.”
Tanıdık bir mavi… Gökyüzünden hallice. Ama gecenin karanlığının en aydınlık olduğu vakitlerde böyle olur. Çifte aynasız, arka tarafta beklemeye almış beni. Ah ulan, ne yaşadık ki biz dün gece? En son Köpek yanımdaydı. Köpek nereye kayboldu? Ve dün gece tam olarak ne oldu?
“Köpek nerede lan?” dedi biri.
Hâlâ yalan yanlış bakınıyorum. Gözlerim görüntüleri birleştirebilecek durumda değil. En son gözaltına alındığımda 17 saat uyumuştum. Soğuk bir duş almasam, büyük ihtimalle uyanmazdım. Belki uyanmasam da çok bir şey kaybetmezdim. Aradan geçti yaklaşık 4 ay. Ne yaptım? Koca bir hiç. Köpek iyiydi ama. Bir de kuduz olmasa, o zaman her şey çok daha farklı olurdu. Tutturmuş bu ara:
“Neymiş çocuklar?”
“Noldu Köpek çocuklara?”
“Açlar.”
“E?”
“Olmasınlar.”
“Tamam da Köpek, ne yapacaksın bu durumda?”
“Yapacağım işte bir şeyler…”
Acaba ne kadardır buradaydım bilmiyorum.
“Burada değil galiba.”
“Tamam oğlum o zaman. Sen hadi in arabadan.”
Şaşırdım, biraz da gülerek başladım kapıyı zorlamaya.
“Amirim, kapı kilitli ama galiba…”
Çok sert bir yumruk attı aramızdaki telden duvara. Neye uğradığımı şaşırdım. Uyku, baygınlık hepsi bir anda kayboldu gitti. Tanıdık tabii. Polisi mavisi. Öyle ki bununla beraber polis arabası ağırlığının tüm yükünü verdi sırtıma. Harbiden neredeydi bu Köpek ya?
“Köpeğin izini sürüyoruz üç aydır. Senin de denetimlin var. Bugün seni karakola götürsek, belki 3 sene gün ışığı göremeyeceksin Ahmet, biliyorsun. Severim seni delikanlı. Ama bu sefer dava çok büyük. Müdürden geliyor. Bürokrasi dağına çarpmış haberi yok. Basit kapkaç değil yani. Köpeğin ömrü kısa.”
“Nereden bileyim ben amirim. Köpeği yıllar oldu görmeyeli.”
“Daha geçen almadık mı oğlum seni? Aynı sokakta, aynı kahvede takılıyordun.”
“Amirim siz bütün polisleri tanıyor musunuz?”
Diğeri aldı bu sefer mikrofonu eline:
“Bu herif zaten işin telefon kısmıyla ilgileniyor. Öyle üçkağıtlar yapmış ki bir almadıkları seninle benim cüzdanım kalmış.”
“Amirim tövbeler olsun. Ben bıraktım o işleri tamamen. Saygı-sevgi çerçevesi içinde işimi irca ediyorum.”
“İcra.”
“Öyle zaten amirim. Bütün kartlarım patlak. Helal kazanan adamın nerede görülmüş borçsuz olduğu.”
“Ne peki oğlum senin işin? Biliyorsun 20 senedir buradayım. Bir köşede sen, bir köşede ben. Yapma Ahmet. Çocuğum gibi oldunuz artık.”
“Amirim ben telesatış yapıyorum. Adımız çıktı işte bir kere kahvede. Yaptık zamanında bir hata ama getirin Kur’an’a el basayım. Bir lokma haram yemedim tövbe ettiğimden beri.”
“Hadi lan oradan. Kim ulan bu Köpek? Son dönemde herkes tutturmuş bir Köpek de Köpek.”
“Amirim Şşşt… Öyle denmez. Yerin kulağı vücuda gelse, Köpek ismini duyar. Dili kaldırım olsa yine Köpek’e öter, nefes aldırmaz size buralarda.”
“Oğlum ne saçmalıyorsun sen? Fisko mu tezgahlıyor bu işi? Sen tanımıyor musun bizi? Ne kadardır buralardayız?”
“Amirim, öyle değil bu…”
“Bir gün Fisko’nun orada kahvedeyiz. Köpek’ten açıldı söz. Bir eleman da kapıda. Başladı böğürmeye: ‘Köpek nerede?’ diye. Bulursa öldürecekmiş. Fikret abi bir çıktı ocağın arkasından, elinde kocaman satırla. Eleman ne yapacağını şaşırdı. Ne içtiyse Fisko’nun mekânında bağırıyor bu şekilde. Biliyorum sizle alakalı değil ama elemanı bir daha gören olmadı. Fisko en son dedi ki: ‘Kaldırıma doğdu Köpek. Sokak neyse, Köpek de odur. Hele ki sokakta varsa bir köpek, her şeyiyle sokağın köpeği de veziri de odur.’ Beni çağırdı sonra yanına. ‘Ahmet,’ dedi, ‘Köpek bu ara kuduz olmuş. Yakaladığını ısırıyor. Söyle ona dikkat etsin. Benim elim kolum bu mahalleyi geçmez.’ Tamam abi dedim. Ama Köpek bu ara çok hırçın. Derdi ne bilmem. Şimdi siz de yabancı değilsiniz. Bir tane davası vardı bunun. Mahallelinin tezgâhlarına çöken bir zabıtayla. İnsan gibi dövmemiş diye duydum. Eleman malulen emekli oldu.”
“Değiliz ama—”
Amirimin sözleri, gelen bir ihbarla kesildi. Telsiz, Manolya Sokağı’nda vurgun denebilecek bir kapkaçın raporunu verdi. Aynasızlar hemen çevirdi kontağı. İki sokak var arada.
“Amirim—”
“Dur Ahmet.”
Başladık arabayla ilerlemeye. Sirenleri çalıştırmadılar. Suçüstü peşindeler belli. Köşeyi döndüğümüz gibi karşı kaldırımda bir çocuk. Tek bacağı yok. Dayamış sırtını duvara, öyle ki ağladı ağlayacak. Önünde açık bir mendil. Yüzü is, pislik içinde. Polis bu olabilir mi derken köşeden kızıl saçlarıyla Köpek yürümeye başladı çocuğun yanına. Elinde de tarif edilen çanta. Hafif aksak ama temkinli yürüyüşüyle arz-ı endamı bütün sokağı inletti.
“Köpek işte lan bu!”
Araçtan inmek üzere hazırlandı polisler. Suçüstü için megafonu almadılar. Araç da sivil değil ama her kurnazın günde alık 5 dakikası vardır. Köpek için de tam o dakikalar herhalde. Çantayı açtı çocuğun önünde. Cüzdanı çıkardı. Biraz büyük, belli ki dolgun bir cüzdan. İçinden yüz lira çekti. Kalanı çocuğun yanına boşalttı. Sadece elinde bomboş bir çanta kaldı. Sonra çocuğun yanağından makas alıp başladı koşturmaya… Amirimin ağzı açık kaldı.
Köpek ise hem aksaklığıyla, hem de kuduzu tedavi olmuşçasına karanlıkta kayboldu gitti.
- Kuduz Köpek Sokakta - 21 Temmuz 2025
- Aslan - 17 Mayıs 2025