Yazar: 10:55 Deneme

Kendimi Sıkıştırdığım Yer: Evim mi Zindanım mı?

Henüz yirmili yaşlarımın başlarında dersimizin konusuyla hiç ilgili olmayan bir soru sorduğunu hatırlıyorum tarih hocamızın: “İsminizin hayatınızı şekillendirdiğine inanıyor musunuz?” Bu dersten aldığım tüm verim belki de onlarca yıl sonra hâlâ aklıma düşen bu soru olabilir. Herkes adının nasıl konulduğunu, bu adla yaşamanın hayatlarındaki anlamı üzerine söz alıp anlatmıştı. Benim zihnime de ismimle anlamlı bir yaşam sürdüğüm düşmüştü. Yazdıklarımda, yaşadıklarımda hep bir özlem, hep bir ayrılık vardı ya! Henüz birkaç günlük bir bebekken ebeveynimizin, bazen bir akraba ya da komşumuzun önerdiği isimle yaşamımızın anlamlı bir bütün olduğuna inanmak şimdi çok çılgınca geliyor. Öyle ya sadece bir isim değil ki doğduğumuzdan bu yana aldığımız. Onlarca hatta yüzlerce etiketle büyümeye devam ediyoruz. Ve tüm o isimlerin yaşamımızı sınırlandırması hem şansı hem mahfuz kaderi gibi dünyadaki deneyimlerimizin.

Yıllardır etiketleme, damgalama üzerine mesafeli bir yerlerden yazıp çiziyoruz, hâlâ da arkasında dururum çok fazla etiketlemenin insanın bütünlüğünü nasıl hiçe saydığının. Bununla birlikte tanılamak ve tanımlamak üzerine iyice düşünmek de gerek. Çünkü her ne kadar tukaka desek de bir yerlerden aşka düşer gibi düştüğümüz de bir güvenli alan burası. Anne rahmine düştüğümüz andan itibaren hatta bazen daha erken bir ailenin, kültürün içine düşmeden alıyoruz bazı tanımları üzerimize. Daha doğrusu haberimiz olmadan verilmiş oluyor bize. Bu sayede hoşumuza gitmese dahi güvenli bir dünyaya doğuyoruz. Ve aynı zamanda sıkıştırılmış yaşantılara… Tanılamak, tanımlamak tukaka dedim. Fakat bazı koşullarda kurtarıcı ve rahatlatıcı da. Çünkü bir taraftan hangi sınırda duracağımızı, neyi nasıl yapacağımızı da öğreten bir yerde. Varoluşçu perspektiften terapi seanslarını yürütürken mümkün olduğunca tanılamadan, insanın varoluşunu tek bir tanıya indirgemeden devam etmenin önemini biliriz. Diğer taraftan bazı durumlarda insanın yaşadığı şeyin bir teşhisinin olması, o spektrumda neler yaşandığını bilmesi ve kendini, sınırlılıklarını anlayarak büyümeye devam etmesi açısından da önemli olduğuna inanıyorum. Sonuçta bir kişilik bozukluğu tanısı almak ve bu tanıya göre görüşmeleri şekillendirmek kişiyi sınırlandıran ve indirgeyen bir yerde durur. Fakat aynı zamanda benzeri zorlukları yaşayanlar için yapılan çalışma sonuçlarını ve sürecin az çok nelerle devam ettiğini bilmek iletişimi sürdürmenin de yoludur. O kişinin yaşamında yaşadıklarını anlamasını sağlamasının yollarını bulmasına yardımcı olacaktır. Kendini belirli niteliklerle tanımlamak da aynı şekilde. Ömrümüzün sonuna kadar çeşitlendirebileceğimiz ve sürekli de değişebilecek tanımlara kendimizi sıkıştırmak hem yanıltıcı fakat aynı zamanda da kendimizi dünyaya ifade etmenin bir yolu gibi. Ben buyum demek çoğu zaman evinin yolunu bilmek gibi.

Çocukluk zamanlarını çoğumuz az çok hatırlarız. Tanımları sıklıkla kendimizin yapmadığı, dışarıdan gelenleri seçemeden yuttuğumuz zamanlar. O dönemler tanımsız kaldığımız gerçekliği korkutucu. Yetişkinlikte ise korkutucu olan çok tanımlı olmak. Hep bir azlar çoklar arasında sıkışıp kalıyoruz sanki. Belki de mesele gerektiği, iyi geldiği, anlamlandırmaya yardımcı olduğu ölçüde kalabilmek. Sınırları bilerek fakat sınırlandırmadan. Yani büyümeye, değişmeye alan açarak. Ben içedönük biriyim dediğimde diğer tüm içe dönük insanlarla aynı kişi olmuyorum. Elbet bir anlamı var bu sözcüklerin. Fakat ben kendime has bir içedönüklük deneyimliyorum. İçinde yine kendime has bir yaratıcılığı taşıyan, kendine has bir kaygı barındıran, kendine has sınırları olan bir içedönüklük. Bu tanımla kendimin sadece küçük bir kısmını yansıttığımın bilincinde olmak ve sınırlarımı öğrenirken sınırlandırmalarımı kaldırdığım bir evrenden bahsediyorum. Dünyanın bize satmaya çalıştığı o tek tanımlardan bağımsızlaşmaktan. Özgürleşmekten ve seçmeye devam etmekten bahsediyorum. Milyonlarca tanımın içinden her değiştiğimiz gün yenilerini giyinebilmek tam da varoluşumuzun otantik tarafında kalmak demek.

Kim olduğumuzu bilmek istiyoruz. Bilinmezlik her birimiz için tekinsiz ve ürkütücü. Kendimizi bir ismin çatısı içine indirgemek çok rahatlatıcı. Çünkü ne yaşadığımızı, nerede olduğumuzu bilmek isteğiyle doluyuz. Hayatın tüm karmaşasının bittiği yer gibi orası, evini bulmak gibi. Yaşamdaki tüm amacımız bu aitliğe kavuşmak değilse nedir? Diğer taraftan bu ev, bizi çürüten bir kafese de dönüşebilir. Tanımlarımızın gardiyanımız olduğu karanlık bir hücre. Bu denli belirsizlikten kaçarken, güvende olmak isterken düştüğümüz ve kurtulmak istediğimiz bir mahzen… Ait olduğumuz yeri anlamak adına kendimizi sürekli tanımlara sıkıştırırken başka yeni tanımlara da açık olmak yapabileceğimiz en iyi şey olsa gerek. Evimizi bulup bulup yenilemek gibi. Bize sunulan tüm kadere karşı değişmeye ve büyümeye müptela olmak gibi.

Visited 14 times, 14 visit(s) today
Close