Yazar: 09:09 Deneme

Kaosun Son Bulmadığı Bir Dünyada Kaybolmak

Geçenlerde bir seminer sonrası kendimi Taksim’in ara sokaklarında buldum. Cadde ve paralelindeki bütün sokaklar abluka altındaydı. Adım başı polis. Kimliklerini sahiplenen ve özgürce yaşama hakkı isteyen insanlar yürüyecek. Büyük bir telaş İstiklal’de. Ülkede savaş çıktı sanırsınız. Arka sokaklarda biraz yürüdükten sonra gözüme bir köşe takıldı. Kepenkleri sonuna kadar indirilmiş bir dükkânın önünde üzerine gölge düşmüş merdivenler… İki adım geçtim geri döndüm tekrar ileri geri derken, kendimi üç basamaklı merdivene çökerken buldum. Güneşin tam tepede parladığı o öğle sıcağında bu gölge, sakin ve esintili merdivenleri dünyadaki tüm lüks mekanlara tercih ederim. Oturup bir süre etrafımı izleyince fark ettiğim deneyimi ancak o sokağın ücra bir köşesindeki merdivenler hatırlatabilirdi. Şehrin tüm velvelesinin içinde hafızasını yitirmiş yaşlı bir teyze gibi kaybolduğumu hissettim. Ama nasıl müthiş bir kayboluş. Sanki yeniden bulmuşum kendimi. Öyle bir mutluluk. O gün lubunya benim için yürüyordu âdeta. En yürekten hissettim. Özgürlük tam da böyle bir şey olmalı.

Kaybolmanın nedense olumsuz bir tınısı var zihinlerimizde. Belki birçok zeminsiz yaşantı gibi kötü ilan etmişiz bu kavramı da. İnsan bazen kaybolmak ister oysaki. Gökyüzünün göründüğü uçsuz bucaksız bir caddede yürümek. Nereye gideceğini bilmeden yürümek. Yolda seçe seçe ilerlemek. Ona dayatılan tüm programları hiçe sayarak. Köprü mü, deniz mi, binalar mı karşısına çıktı; sezgilerini dinleyerek yola devam etmek ister. İçine doğduğumuz sistemlerin körleştirdiği o sezgiler kim olduğumuzu, ne olduğumuzu anlamak için çok kıymetli. Büyürken yolda yavaş yavaş kafamıza vura vura kaybediyoruz sezgilerimizi. Çünkü dünyanın hep bir bildiği var. Biz hep eksiğiz. Seçim yapma hakkımız elimizden alındıkça da eksiliyoruz. Tamam olmak için uymaya çalıştığımız o dayatılanlarda eksiliyoruz en çok. Kaybolmanın sözlük anlamı görünür olmaktan çıkmak. Bunca zapt altında olduğumuz bir dünyada ne zor değil mi insanın kendini kaybetmesi? Öyle zor ki rüyalarımıza arzularımıza düşebilir, ulaşılmaz. Bu denli olumsuz bir tınısı olan deneyime niye ulaşmak ister insan? Tam da varoluşumuz hakkında konuşmaya başladığımız bu alanın adı: İkilem.

 İnsan özgür olmak ister ve özgürlüğü karşısında şaşakalır. Orası belirsizlikle doludur. Seçme özgürlüğü aynı zamanda bir şeyi seçmemiş olmanın kıyısında ne yapacağımızı bilmemenin eşiğinde tutar bizi. Eşik dediysem önünüzde sonsuz bir uçurum var gibi düşünün. Siz yolunuzu belirleyene kadar. Tedirgin bir bekleyişle yüklüdür o eşik. Seçmiş olacaklarınızın hayatınıza dahil olmasının ve bu seçimden sonra özgürlüğünüzün o kısmının elinizden alınmış olmasının tedirginliği. Birer dilek hakkınız olsaydı neler geçerdi içinizden? Mekân değiştirmeyi mi, fiziksel özelliklerinizle oynamayı mı yoksa ilişkilenme halinizi mi değiştirirdiniz? Belki kanatlarınız olsun isterdi bazılarınız, kim bilir? Her birimizin arzusu şahsına münhasır. Peki kanatlı halinizden eski size dönüp baktığınızda göreceğiniz ve ona söyleyecekleriniz neler olurdu? O haliniz çok eksik, yetersiz görünürdü muhakkak. Belki kanatsız zamanlarınıza dönmek kendini kaybetmek, kaybolmakla benzer bir hal olurdu sanki. Halbuki seçim yapmadan önce sonsuz seçim hakkınız olan bir özgürlük alanıydı orası aynı zamanda. İnsan çocukluğundan çıkmaya çalışırken değişip dönüşen eksik hallerini geride bırakma savaşını kazanan değil midir? Bu kazanış bir kayboluşun da başlangıcıdır. Değişim ileri doğru oluyorsa kayboluşlarımız ne tarafa çeviriyor başını? Terapi odasında rastladığım kayboluşların en travmatik olanı şu sanırım: Dış dünya tarafından hep izlenir, yönetilir olmak. Ne demek bu? Kendin olmadan önce öteki olmak. Hep sistemin, ataerkinin, yönetimin beklentilerini karşılayacak şekilde yaşamak. Cinsiyetimiz, cinsiyet kimliğimiz fark etmiyor. Tüm dünya birilerinin parmağının ucunda dönüyor. Bizler de çoğu zaman farkında olmadan özel yaşamlarımızı, günlük hayatlarımızı bizden beklenildiği üzere sürdürüyoruz. Bireysel kayboluşlarımız çok varoluşsal fakat ötekinin gücüyle, daha çok akımlara kapılarak yaşadıklarımız dünyevi. Ontik. Tamamen içinde bulunduğumuz çağa, topluma, kültüre ait. Peki paralel evrende başka bir varoluş olasılığım varken kaybolduğumu nasıl anlayacağım? Yine terapi odasından bakıp söyleyeyim. Hatta tekrar edeyim: sezgilerimle. Kaybolma hakkımı bulacağım yer de orası. Sokaklarda arayarak, iki ileri bir geri, kokusunu alarak bulacağız o tınısı olumsuz olmayan kayboluşlarımızı. Belki izlendiğimiz, dikte edilen tüm öğrenişlerimizden sıyrılarak ve yeniden bakarak hayata, yeniden anlamlandırarak.

Diğer taraftan ikilemlerimiz hep sürecek. Seçmek ve seçmemek arasında. Ötekini kıstas almak ve kendi seçimlerimizi takip etmek arasında. Özgürleşmek ve sorumluluk almak arasında… Sezgilerimizi takip ettiğimizde bizi her birine ulaştıracaktır muhakkak. Çünkü dünya bu ikilemler üzerinde döner. Biz bu ikilemler arasında var oluruz. Özgürlük onu kaybetme şansının verildiği yerdedir. Kaybolmayı arzularız. Kaybolmak için yürürüz boş sokaklarda. Yolun sonunda kendimizi bulmak umuduyla. Sonuç itibariyle bu dünyada yaptığımız şey tüm olasılıklar içinden seçe seçe kendimize bir hayat kurmak. Özgürleşerek, kaybolarak, olasılıkları gözden geçirerek, bazen bir seçim yapıp o yöne dönerek, yürüyerek, durup soluklanarak… Sonra yeniden kaybolma, özgürleşme ve seçme döngüsüne girmeyi arzulayarak. Aradığımız bu denli kaosun olduğu bir dünyada kendimizi ve mutlu olacağımız yegâne hayatı bulmak. Ve en mutlu olacağımız hayat: kendi kurduğumuz, onu ararken her adımında tüm çelişkileriyle bizim olduğumuz hayat. Dünyanın tüm karmaşasına rağmen!

Visited 5 times, 5 visit(s) today
Close