Aşk mıydı insanı mecbur bırakan yoksa insan mıydı aşkı mecburi hale getiren? Sevmek kimi zaman mı her zaman mı rezilce bir korkudan ibaretti? Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor, bu şehir o eski İstanbul mudur? Biz hâlâ birbirine mecbur olan, adları mıh gibi akıllarda tutan âşıklar mıyız?
Hayatımda şiirle ilk karşılaşmamdı, Attila İlhan Ben Sana Mecburum. Küçük yaşımda nasıl şaşırmıştım, böylesine bir aşkın olabileceğini aklım zaten almıyordu ama kalbim? İnsan nasıl olur da kendisini başka bir varlığın benliği ile paramparça edebilirdi?
Ben Sana Mecburum şiirine ilk bakışta okur tam da böylesine yoğun bir aşkla karşılaşıyor. Bentler halinde yazılan şiirde okurun gözüne çarpan ilk olarak aşkın mistisizmi oluyor. Kendi varlığını sevdiğinin varlığında yok eden, parçalayan adeta ruhların bir bütün olduğu bir aşk. Adını mıh gibi aklımda tutuyorum, içimi seninle ısıtıyorum, diyor Attila İlhan. Ben sana mecburum bilemezsin. Sevgilinin bile farkında ol(a)madığı yoğun bir aşk ile sevgiliye kavuşma arzusu.
Mevsimler değişiyor, şehir sonbahara hazırlanıyor. Kaldırımlarda artık yağmur kokusu var. Her şey değişiyor, sevgilinin yoksunluğu dışında her şey değişiyor. Şair, karanlıkta bulutlar dağılıp parçalanıncaya dek geceyi gün ediyor. Sokak lambaları aniden yanıyor. Böyledir bazen, beklenenin yokluğundan sokak lambalarının ne zaman yandığı ezberlenir. İnsan, kendi karanlığından bir ışık huzmesiyle irkilir.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur. İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur. Yorucudur karşılıksız sevip beklemek. İnsan ansızın yorulduğunu zanneder, halbuki kaç akşamüstünün yorgunluğu birikmiştir. Ne zordur şu karşılıksız aşk. Tutsak bir halde usturanın ağzında yaşamaya benzetir şair, sarsıcı ve şiddetli aşkını. İnsan yalnızdır. Gelen, beklenen olmayınca çalınan her kapının ardında yalnızca yalnızlığın uğultusu vardır. Şair, insanı bazen gecelerce uyutmayan süresi uzadıkça işkenceye dönüşen uğultu ile denk tutmuştur aşkını.
İlhan, şiirin dördüncü bendinde tutkulu aşkının zorluğunu ve çaresizliğini şu dizelerde anlatıyor:
“Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun. “
Kimbilir kaç hafta beklemiş, ne halde beklemiş? Öylesine bir aşk ki insanların bazen dinlenmek bazen de nefes almak için baktığı huzurun hatta özgürlüğün timsali haline gelen gökyüzünü bile sevgiliye sunmak istiyor. Biriciğine; biricik, hiç kimselerin gözüne, nefesine değmemiş bir gökyüzünü layık görüyor. Tüm evreni sarıp sarmalayan bulutların, güneşin, ayın, yıldızın sonsuz bahçesini sevgiliye sunmak…
İnsan bazen anda yaşayamadığı aşkını, geçmişini tekrardan yaratarak yaşamaya mecbur kalır. Çaresizliği iliklerine kadar hisseder. Beklenen öyle ulaşılmazdır ki artık tek çare geçmişe dönüştür. İlhan, şiirinin beşinci bendinde sevdiğini artık hayal ederek onun varlığını zihninde yaratmaya başlamıştır.
“Belki haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor. “
Aşk karşılıklı olmalıdır. Peki acısı, yokluğu, kimsesizliği, çaresizliği… Bazen.
Şair ilk dizelerden bu dizelere kadar yoğun bir çaresizlik ve ızdırap içindedir. Sevgiliyi de bu yüzden başka halde düşünmesi mümkün değildir. Hayatında bir kez bile âşık olmuş olan herkes kıskançlığı yaşamıştır. İnsan fıtratının kaçınılmaz duygusudur. Kıskançlık ilkel bir duygudur. Âşık olunduğunda hesapsız kitapsız davranılır. Sevgilinin karşısında âşık, tüm ilkelliği ve duygusal bir çıplaklığı ile bulunur. Saçları zarifçe okşayan rüzgâr, “kötü rüzgâra” dönüşür. Ve o kötü rüzgâr artık saçları okşamaz, hırçın duygularla saçları alıp götürür.
Attila İlhan aşkını, şiirini, çaresizliğini, yaşadığını kabullenişini,
“Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.”
son dizelerinde okura böyle anlatmıştır. Şair, geleceği hayal etmeye çalışır fakat yaşamın gerçekleri sevgilinin yokluğu gibi zihnine damgalanır. Bu damgayla birlikte yaşamını idame ettirmeyi ancak sevgilinin varlığına sığınarak yapabileceğini anlar. Anlamaktan ziyade hissedilen; sevgilinin yokluğunu kabullenip çaresiz, sessiz çığlıklarla, yorgun akşamüzerleri ile dolu kabulleniştir. Attila İlhan, Ben Sana Mecburum şiirini düzensiz kafiye ve mısra tekrarları ile yazmıştır. Tıpkı hissettiği aşkın karmaşıklığı, acısının bir ifadesi gibidir. Aşk; her şeye rağmen İlhan’ın ifade ettiği gibi bazen sancılı, çaresiz, kimsesiz, yorgun hissettirse de karşılıklı olduğu vakit içini ısıtır. İnsanın ömrü baharda açan taze çiçekler gibi olur. Sonbahar uğrasa bile tatlı esintiler bırakır. Yağmurlu, bulutlu günler olur fakat “birlikte” olur. Birlikte her mevsimi yaşayacağınız, en karanlık günlerden sonra dahi birlikte güneşi doğuracağınız kişiye denk gelmeniz dileğiyle.