Engin denizler üzerindeki gemiler bir aşağı bir yukarı dalgalanıp durur; tüm kadim kitaplar da zaman tünelinde bir o yana bir bu yana devinip durur. Bir gemiyi değerli kılan şey, içinde taşıdığı değerli eşya ve cevherleri güven içinde sahile taşıması misali, insanı değerli kılan hususlardan biri de kitaplardan ve yaşamdan edindiği duygu ve düşünceleri özenle yazıya aktarmasında gizlidir.
İnsanoğlunun fikirlerini somut ve görünür kılma kaygısı, prehistorik döneme kadar götürebileceğimiz bir eskilikte, düşünceyi bir yerlere nakşetme eylemiyle kendini gösterir. Bu kaygı, sadece taşlar üzerine çizilen geometrik şekillerle sınırlı kalmaz, bazen mağara duvarlarına ritüel çizimleri olarak, bazen de ağaç kabuklarına işlenen bir formda karşımıza çıkar. İnsan fikrinin bir yerlere işlenmesi söz konusu olduğunda, nereye işlendiğinden ziyade ne amaçla işlendiği daha da önem kazanır. Bu yönüyle insanoğlu, geleceğe yazı aracılığıyla hoş bir seda bırakmak ister.
Peki yazma edimi ile insan yaşamı arasında ne tür bir irtibat vardır? Dünyada edebi yetkinliğe ulaşmış insanların hayat hikayeleri incelendiğinde, onları vazgeçilmez kılan yönün insanı bütün yönleriyle anlatmadaki başarıları kadar dili kullanmaktaki yetkinlikleri hemen göze çarpar. Bu da bize herhangi bir edebi eserin değerinin, insan yaşamını tüm boyutlarıyla anlatabilme gücünde saklı olduğunu aksettirir. Bu yüzdendir ki insanoğlu, bir yandan kendi anlam arayışının izlerini sürerken, diğer yandan da başkaları üzerine düşünen bir varlık olarak karşımıza çıkar. İşte tam da bu noktada insanın kendisi ve çevresiyle kurduğu irtibatın, somut ve dayanıklı bir ifadesi olarak yazma eylemi belirir.
Yazma eylemi, kendi içinde belli sorumluluklar da gerektirir. Sözgelimi Arap edebiyatının ünlü nesir yazıcısı Cahiz, kişi insanlara karşı bir şey yazdığında ellerinde kalemleriyle kendisini eleştirmeye hazır bir vaziyette bekleyedurduklarını düşünerek yazmasını tavsiye eder. Alman filozof Schopenhauer ise, “İnsan ancak anlatacak bir şeyler bulunca yazmalı” diyerek bu tespite katkıda bulunur. Pekâlâ yazmak gerçekten de bu kadar kurallı bir eylem midir? Mesela yazmayı güvenli bir sığınak olarak addedenleri nerede konumlandırmak gerekir? Tüm bu sorularımıza, yazmayı hayat biçimine dönüştüren kişilerin hikayeleri ışığında cevap arayalım: Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oyun yazarı olarak addedilen ve insan doğasındaki her türlü duygu ve çatışmayı belleklerde yer edecek imgelerle yansıtmayı başarabilmiş bir diğer isim de Shakespeare’dir. O, sahip olduğu bu yetkinliğini öyle zannediyoruz, kelimelerin gücüne inanan bir isim olmasından alır. Nitekim yazma edimi, ancak insan ruhuyla bütünleşebildiği ölçüde harikulade eserlere kapı aralanabilir.
Yazmanın insan hayatındaki rolüne en güzel örneklerden birisi de ünlü Rus yazar Tolstoy’un, roman yazma sürecinde yaşadığı tecrübeyle ilgilidir. Bilindiği üzeri Anna Karenina, ünlü Rus yazarın hem en önemli başyapıtının ismi, hem de bu başyapıtta oluşturduğu ana karakterin adıdır. Yazar eserinde oluşturduğu bu karakterle insan doğasını, onun yaşadığı çelişkilere dair birçok hususu açıklamak suretiyle okuyucuya mesajını iletmeye çalışır. Binbir emekle üzerine titrediği romanını odasında kaleme alma sürecinde, kendisine her öğün yemeğini getiren hizmetçisine güçlü bir uyarıda bulunmuştur Tolstoy. Her kim gelirse gelsin romanını yazdığı odasının kapısını çalmamasını tembihler hizmetçisine. Hizmetçi kapıyı çalmaksızın her öğün Tolstoy’un yemeğini getirip kapıya bırakmaya devam eder. Birgün kapıya bıraktığı yemeğin alınmadığını fark eden hizmetçi, üzerinden birkaç öğün geçmesine rağmen yemeğin alınmamış olmasından ötürü endişelenir, merak eder. Kapıyı çalma cesaretini de bir türlü kendinde bulamaz. Yakınlarına haber vermekte bulur çareyi. Tolstoy’un kaldığı odaya gelen hizmetçinin yakınları, kapıyı açınca yerde iki büklüm halde uzanmış vaziyette acı içinde kıvranan Tolstoy’u görürler. Ve Tolstoy’un dudaklarında titrek bir ifade ile şu sözler mırıldanmaktadır: “Anna Karenina öldü.” Kanaatimce bu durum, bir yazarın zihninde oluşturduğu karakterle ne kadar derin bir bağ kurduğunu, dahası kişinin kelimeler üzerinden oluşturduğu anlam dünyasını yansıtması bakımından dikkate değerdir.
Toparlamak gerekirse, yazma eylemi, hem zamana karşı varoluşumuzu devam ettirmede tayin edici bir unsur, hem yaşamı anlamlı ve anlaşılır kılmada güvenli bir liman, hem de yaşam boyu biriktirdiğimiz tecrübeleri ölümsüz kılmada katma değeri yüksek bir edime karşılık gelir. Unutulmamalıdır ki, iyi formüle edilmiş bir yazı, uçup dolaşan birçok hayalden daha güçlüdür. İyisi mi, yazmanın kucak açan kollarına kendimizi bırakmak suretiyle, kelimelerle sırdaş olmanın yollarını arayalım.
Editör: Nisa Demirtaş
- İnsan Niçin Yazar? - 25 Mayıs 2025
- Gümüşlük’te Edebiyatın Yolculuğu: 2025 Gümüşlük Akademisi Edebiyat Festivali - 24 Mayıs 2025
- Ruhşen Doğan Nar ile “Hıyar Hapı Meselesi” Kitabı Üzerine Söyleşi - 24 Mayıs 2025