Yazar: 21:55 Deneme

İlişkide Kendin Olmak: Ben, Öteki ve Dans!

Son bir ay içinde o kadar çok romantik ilişkilerin psikolojisi üzerine konuştum ki ilişki üzerine hiç düşünmediğim bir yerden düşünmeye başladım. İnsan bir şeyi bildim dedikçe bilinmezliklere düşüyor. Benimki de o hesap. Romantik ilişkiler nasıl kurulur, orada kendiliğimizi ne kadar muhafaza ederiz, nasıl sınırlarımızı koruruz, nesneleşmeden ve partnerimizi nesneleştirmeden nasıl ilişki içinde kalırız? Anlattıkça anlamsızlaştı. Anlamsızlaştıkça yeni anlamlar bulma ihtiyacım arttı. O bitmek bilmez anlam arayışı her zamanki gibi kendimi yeniden sorguladığım bir yerlere düşürdü beni. O dipsiz, karanlık kuyulara. Tabii o kuyularda karşılaştığım yegâne karanlık yine kendiminki oldu. Kendimizle karşılaşmanın haddi hududu yok gibi. O halde iyi anlamak lazım, nedir bu kendilik?

Kendilik, doğası gereği sokağa kendimizi attığımız her sabahta, cam kenarına konan her susuz kuşta, önümüzden daireler çizerek scooter tekerlerini sürte sürte dönen o sinir bozucu çocukta, bir fincandaki dudak izinde, rüyada, gerçekte her an, an be an sorgusuna düştüğümüz parçamız. Hem yenilendiğimiz hem kurguladığımız, devşirmelik halimiz. Hem sürekli değişen hem hep orada olan. Kendimiz. Nedir ki kendilik? Anne rahmine düştüğümüz an hissetmeye, tanımaya, anlamaya başlıyoruz ya hani, tam da oradan başlayan ve tekrar tekrar içine düştüğümüz bir hal. Dünyaya gözlerimizi açtığımızda ilk karşılaşmamızda, bize bakan o bir çift göz ile nasıl bir yere geldik, dünya iyi mi, kötü mü, güvenli mi anlamaya başladığımız o ilk zamanlardan itibaren oluşturmaya başlıyoruz kendiliğimizi. Anne-babamız, kardeşimiz, akrabamız, öğretmenimiz, arkadaşımız hepsi en az bir defa dokunuyor gerçekliğimize. Onlar farklı yollardan bizimle temas ettikçe değişiyoruz. Her temasta kendimize yeni sorular sorarak, fırlatıldığımız dünyayı yeniden anlamaya çalışıyoruz. Anlamanın sonu olmasa da zamanla büyüdüğümüz kesin. Ve nihayet kendimizle, dünyayla öyle ya da böyle bir bağ kurduktan, bazı anlamları yükledikten sonra romantik ilişkiler içine giriyoruz. O ilişkilerde yıllarca zor bela kurduğumuz kendiliğimizi korumanın nasıl mümkün olacağını sorgulatan deneyimler yaşıyoruz. Öğrenmek ve büyümek, zaman zaman zorlayıcı ve acı deneyimleri içerebiliyor. Çünkü acı olmadan büyüme de olmuyor. Kendin olmayı öğrendikten sonra kendin olarak kalmayı başarmak da her ilişkide ayrı bir emek istiyor.

Peki, mümkün mü bir ilişkide kendin olmak? Bir düşünün isterim, nasıl mümkün? Yani her nefes alışımızda biz dahi kendimizi manipüle ederek, soruşturarak, sıkıştırarak an be an değiştirirken, o kendiliğimiz de an be an değişiyor. Belki de kendiliğini korumak değişmemek demek değil, sınırları koruyup diğerinin oyuncağı haline gelmemek. Yani nesneleşmemek. Nietzche; hani hayatımızdaki döngülerden ve ömrümüzün sonuna kadar benzeri yaşantıları tekrarladığımızdan bahsediyor ya, ne kadar o döngülerimizden memnun olmasak da partnerimizi de önce kendi olduğu için sevip sonra da yıllarca deneyimlediğimiz o döngülerimiz içine sıkıştırmaya çalışıyoruz. Ola ki başarırsak da artık onda sevdiğimiz o ışığı göremez oluyoruz haliyle. İşte nesneleştirmek de o kişiyi olmadığı bir yere taşıyıp orada duran bir eşyamız haline getirmek gibi. Hemen hepimiz yapmışızdır bu muameleyi. Bazen bir ötekine, bazen kendimize. İşte orada artık kendilikten bahsetmiyoruz çünkü kendilik bir öznelik halidir. Ama diğerini nesneleştirdiğimizde artık orada öznelikten söz edemeyiz. Bir eşya vardır yalnızca. Sandalye gibi, masa gibi, en fazla elektrikli bir çamaşır makinası gibi.

Çok küçük yaşlardan beri bilinçli ya da bilinçsiz kurguladığımız kendiliğimizle bir diğerinin kendiliğiyle karşılaşıp onunla bir ilişkiye girdiğimizde, birçok dengeyle yeni tanışıyoruz. Partnerimizle dans eder gibi yavaş yavaş uyumu yakalamaya çalışıyoruz. Bu uyum için her birimiz kendimizden bazı manevraları eksiltebiliyoruz, bunda kaygılanacak bir şey yok. Fakat sürekli tek kişinin hareket alanı değişiyor ve hep o diğerinin adımlarına uyum sağlamaya zorlanıyorsa burası sorgulanmaya değer. Heidegger, azim ve akıştan söz eder. Günlük hayatımızı sürdürürken nasıl ki çabalar, azmeder, bir hedefe doğru yürürüz, ilişkide de azmettiğimiz zamanlar vardır. Ya da tüm o azimli zamanlarımızla birlikte akışa bıraktığımız zamanlar gibi ilişkide de akışa izin vermek kıymetlidir. Dans burada başlar. Ne zaman azmedeceğimize ne zaman akışta kalacağımıza karar vermek kendine ve dünyadaki deneyimine sahip çıkmakla da ilgilidir biraz. Partnerimize sevgimizi göstermek, onu kırdığımızda adım atmak, aramak, ilgilenmek gibi konularda azmetmek önemlidir. Diğer taraftan, onun sınırlarına saygı duyup ilişkide beklediğimiz bazı hallere hazır olmasına izin vermek, ilişkiye yaptığı yatırımı ona bırakmak, didiklememek, manipüle etmemek de biraz akışta kalmayı gerektirir. Bir ilişkide uyum da kendi olarak kalmak da bu dengeyi tutturmakla mümkündür. Ne kadar üzerine konuşursak konuşalım -her ilişki kendi içinde apayrı bir dinamik olduğu için- kurduğumuz ilişkilerde edindiğimiz deneyimler çok daha önemlidir. O sebeple anahtar kavramlarımızdan biri de sahip çıkmak olmalı. Bir ilişki içine girdiğimizde önceki deneyimlerimize ne denli sahip çıkabiliyoruz? Onlarca yıl türlü zor yaşantılarla kurduğumuz kendiliğimize peki? Tekrar sormak istiyorum burada, mümkün mü bir ilişkide kendin olmak? An be an yıkıp kurduğumuz bir şeyden bahsettiğimizi hatırlayalım. Sanırım asıl meselemiz kendin olmak sanırken başka önemli bazı mevzuları kaçırıyoruz. Henüz kendiliğimize katmadığımız tüm o sınırlara da sahip çıkmak gibi. Evet, asıl soru belki de bu olmalıydı: Olduğumuz ve olacağımız hallerimize ne denli sahip çıkıyoruz? Bir ilişkide ayrım da dans da bu sınırlarda başlamalı.

Visited 5 times, 2 visit(s) today
Close