Yazar: 21:11 Genel, Öykü

Hoh / 2.Bölüm

         Hani bu ada tropik bir adaydı, Rıfat? Öyle mi söylemiştim, Şifa? Bilmem, sanki böyle bir cümle geçti aramızda. Haklısın, ben de hatırlar gibiyim. Ama neye dayanarak böyle bir saptamada bulunduk, bilemedim. Adaya geldiğimizde havanın sıcak olacağına dair kesin bir inancım vardı, ondan belki. Şimdiyse üşüyorum. İstersen seni adanın biricik mağarasıyla tanıştırabilirim, Şifa. Bu adanın bir mağarası mı varmış? Var tabii. Ama ben de hiç girmedim mağaraya. Muhtemelen karanlıktır. Bir ateş yakarsın ama değil mi? Denerim, Şifa, denerim. Senin için denerim. Ay, gerçekten mi? Evet, neden denemeyeyim? Ama ya yakamazsan! Şifa, Rıfat’ı kucaklayıp kanatlarını çırpmaya başlıyor. Kanatları taksitle mi almıştın, Şifa? Neyi, Rıfatcığım, uğultudan anlayamadım. Sesini yükseltiyor. Kanatları, diyorum, taksitle mi? Ha, yok. Hakan Bey, öykülerinden birinde kullanmış. Sonra da taslaklarında bir süre saklamış. Bir daha kullanmayacağına kanaat getirip “Çok beğendiyseniz sizin olabilir, Şifa Hanım.” deyince dayanamamış, kabul etmiştim. Çırpmak bugüne nasipmiş. Yoksa şimdi tepeye doğru tırman Allah tırman… Değil mi ama? Rıfat, nevrotik bir fıttırma atağı geçiriyor. Evet, haklısın. Neden titredin birden? Bilmem. Biliyor. Ben de üşümeye başladım galiba. Mağaranın girişindeler. Girmeli miyiz sence? O kadar kanat çırptın, Şifa! Haklısın, girmezsek Hakan Bey gücenip kanatları geri alabilir. Nevrotik bir puşt olmasa kanatları teklif bile etmezdi ya neyse… Efendim? Mağaranın, diyorum, nasıl oluştuğunu anlatmış mıydım? Hayır ama inanıyorum ki ilginç bir hikâyesi vardır. Düşünüyor. Var elbette! İçeri giriyorlar aheste adımlarla. Ama önce kanatlarını kapat istersen, sağa sola çarpıp tüylerini dökme. Ah, unutmuşum, teşekkür ederim. Rica ederim. E, anlatsana haydi! Rivayete göre halkı kıyıma uğrayan madenci bir topluluğun son iki üyesi -elbette biri kız, biri erkek- hayatta kalabilmek için bu adada yaşayan bilge kişiye sığınmış. Ay, çok heyecanlı! E? E’si bilge kişi, kendilerine yurt edinmeleri üzere çürümeye başlayan ve zaman zaman da dayanılmaz acılar yaşatan yirmilik dişlerinden birini onlara tahsis etmiş. Sonra? Dur bakalım, anlatıyorum. Sonra kızla erkek, dişi kazmaya başlamış. Kazmışlar, kazmışlar, kazmışlar… Tabii dişin çürüyen bölümleri kolay kazılabildiği için kısa sürede başlarını sokabilecekleri kadar bir alan oluşturmayı başarmışlar. Sonra dişe yaşanabilir bir çehre kazandırabilmek için de oyuğu genişletebildikleri kadar genişletmişler. Bu sayede dişin çürüyen kısımları törpülendiği gibi kanal tedavisi de gerçekleşmiş. Fakat beklenmeyen bir şey olmuş. Ay, umarım ağrısı geçtiği için kovmamıştır onları bilge kişi! Aslında bir bakıma öyle olmuş, Şifa. Ama bu “kovma” biçiminin de hoş bir çehresi var. Demiş ki bilge kişi onlara, “Evlatlarım -size evlatlarım diye hitap edebilmemde bir mahzur yoktur umarım- sizlere reva gördüğüm bu küçük oyuğu güzelleştirip orada yaşama arzunuzu hayretle takdir ediyorum fakat ağrımın geçtiği dönemlerde uzun uzun düşünme fırsatı buldum ve üzülerek söylemeliyim ki yirmilik dişin bir halta yaramadığını ancak hatırlayabildim. Atalarım, eskiden bu dişi fark ettikleri anda çeker ve onu okyanusun derinliklerine atarmış diğer dişlerimiz huzur içinde çiğneyebilsin diye. Hem de artık güvende sayılırsınız. Benim de burada çok uzun bir ömrüm kalmadı. İyisi mi -çoluk çocuğa da karıştığınızda- açıktır ki çocuk odasına da ihtiyacınız olacak. Kim bilir, belki önce bir kabileyi, sonra atalarım gibi yeniden büyük bir topluluğu meydana getireceksiniz. Bu vesileyle adamın en gösterişli tepelerinden biri olan bu kayalığı, oyup kendinize daha geniş bir yurt edinmeniz için size, her şeyden önce torunuma hediye etmek isterim. Lütfen kabul buyurunuz.” Ah, ne ince bir davranış, Rıfat! E, ne de olsa eski toprak bir bilgeymiş. O kadar olacak, Şifa. E, sonra ne olmuş? Sonra işte bu gördüğün, üşüdüğümüz için sığındığımız mağarayı oymuşlar. Önce bir kabile, sonra ise adaya bile sığamayacakları kadar büyük bir topluluğa erişmişler. Ancak talihsizlik burada da yakalarını bırakmamış. Orkinos avlayarak geçirdikleri uzun yıllardan sonra ilk defa bir orka sürüsüne denk gelince topluluğun üyeleri kendini ispat çabasıyla bu canavarların peşine düşmüş. Fakat gidenlerden kimse geri dönememiş. Gittikçe karşı konulamaz bir hırsa bürünen bu cesaret duygusu grubun bütün erkeklerini yutunca geride kalan kadınlar, karanlık mağarada çocuklarına korkuyla sarılmışlar. Ta ki aralarından salak karının biri mağarada tırnaklarını duvarlara sürten bir canavarın varlığından söz edene dek. Hih! E? E’si başlarda bir eğlenme hikayesi olarak anlatılan bu saçmalık, zamanla herkesin içine tarifsiz bir korku salmış ve en sonra da kadın-çocuk demeden herkesi korkudan gün gün, birer ikişer öldürüp durmuş. Bir tek o, salak karı kalmış geriye. Diğerleri gibi korkudan ölmeyi başaramadığı ve bütün bu çaresizliğin sebebi olduğu için de kendini lanetlenmiş hissedip uzun yıllar mağaradan çıkmadan tek başına yaşamış. Belgeselden aldığım bilgiye göre zaman zaman tırnaklarını mağaranın duvarlarına sürterek garip sesler çıkardığı ve bu garip sesin irili ufaklı diğer tüm adalarda da duyulduğu rivayet edilirmiş. Ya ruhu hala mağaradaysa ve tırnaklarını tekrar duvarlara sürterse Rıfat! Eğer hikâye gerçekse sürtebilir, Şifa. Bari bir ateş yak da etraf aydınlansın! Şimdi hem üşüyor hem de çok çok korkuyorum. Elini cebine atıyor. Mağarada biraz fazla konuştuk sanki, Şifa, ne dersin? Bırak konuşmayı, çakmağı bul bir an önce! Görmüyor musun ne kadar titrediğimi? Görmüyor. Hissediyor. İkide bir rastlaştığı çakmağı çıkarmıyor bu sefer. Bulamıyorum, Şifa. Hih, kayıp mı ettin yoksa? Şifa’nın göremeyeceği mahcup bir bakış bırakıyor. Galiba kaybettim, Şifa, özür dilerim. Ne yapacağız peki şimdi? Üzülme, şimdi bir yatak yaparım sana. Mağaranın girişinde toprak bir alan var. Yağmur iyice ıslattıysa biraz “çamur, çamur, çamur” olmuştur. Ben “çamur, çamur, çamur”u getirirken sen de sağdan soldan biraz ot ve yaprak toplarsın, olmaz mı? Şifa, korkuyla onaylıyor. Aptal bir betimleme olmasın diye: yıldırım hızı. Çamur, çamur, çamur… Çamur, çamur, çamur… Çamur, çamur, çamur… Yatak şekilleniyor. Peki ama nasıl kuruyacak, Rıfat? Ateş ve güneş olmadığına göre hohlamam gerek. Nasıl olacak o iş? Canım, hani ellerimiz çok üşür de onları birbirine sürterek hohlarız ya ısınması için… E? Öyle işte. Kurur mu? Hohlarımı hafife alıyorsun, Şifa… Bir, iki, üç: Hohhh! “Çamur, çamur, çamur” çabucak kuruyor. Önce biraz ot, sonra yaprak, sonra Şifa’nın bedeni, sonra yine yaprak. Oldu mu? Ama yastık yapmadın, Rıfat? Ah, salak kafam! Özür dilerim. Hemen! Çamur, çamur, çamur… Yastık şekilleniyor. Önce kurutmalı. Bir, iki, üç: Hohhh! Önce biraz ot, sonra yaprak, sonra Şifa’nın kafası. İşte oldu! Rıfat! Efendim, Şifa. Ya çok korkarsam! Bilmem. Korkar mısın? Korkabilirim. Biliyor musun, ben hem çok korkağım hem de sanki duvarlardan tırmalama sesi duyuyorum. Çok korkarsam sana sarılabilir miyim? Rıfat’ın kalbi gürültüyle çarpıyor. Ama bana sarılabilmen için beni görmen gerekmez mi? Doğru. Ya bana sarılayım derken yanlışlıkla salak karıya sarılırsan! Hih, saçmalama Rıfat! Sen de bana yaklaş o zaman. Olur, Şifa. Konuşursan sesine doğru gelebilirim. İyi de ne söyleyeceğim? Bilmem. Buldum ben: Rıfat, Rıfat, Rıfat… E, haydi gelsene! Rıfat, nevrotik bir heyecana kapılıyor. Ah, affedersin, geliyorum ama ben gelene kadar sen devam et. Peki. Rıfat, Rıfat, Rıfat, Rıfat… Teşekkür ederim. Bir şey değil, Şifa. Rıfat’a sarılmayı geçiriyor aklından. Haydi, iyi geceler. Arkasını dönüyor. Salak!

         Şifa bütün dikkatiyle Hakan’ı dinliyor. Bütün başarımı sistemli biçimde günlük yazmaya ve saçmalamaya borçluyum, Şifa Hanım. Zira yazmak her şeyden önce mesai harcamayı gerektirir. Müsaadenizle bir örnek vereyim. Tabii, Hakan Bey, lütfen! İzninizle kamera başındaki beyefendiden faydalanacağım, bir mahzuru yoksa. Adınız neydi beyefendi? Rıfat. Teşekkür ederim, Rıfat Bey. Muhtemeldir ki Rıfat Bey bir günlük yazacak olsa bütün makus talihliler gibi günlüğüne “Sevgili Günlük” diye başlayacaktır. Ama gelin, bunu biraz değiştirelim. Rıfat Bey, sizden bir ricam olacak. Şifa’yla göz göze geliyor. “Tabii, Hakan Bey!” diye cevaplaması gerektiğini anlıyor. Tabii, Hakan Bey. Ben günlüğünüze cümleler ekledikçe siz de nevrotik bireylere özgü bir düşünceyle cümleleri değiştirmeye çalışın ancak bunu içinizden yapın. Söyleşiye katılan her bireyden de bu nevrotik açıyı yakalamalarını istirham ediyorum. Aksi takdirde söyleşimiz laf kalabalığından öteye gitmeyecektir. Salonda büyülenen bakışlar. Hazırsanız başlıyorum, Rıfat Bey. Hazırım! 

         19 Mart 19.35

         Alçak Günlük,

         Sonunda beni bu Hakan zibidisinin oyuncağı haline getirdin. Allah belanı versin! Şifa’nın düşüncelerimi öğrenmesi halinde “Kendine gel, Rıfat! Hakan Bey gibi önemli bir yazarımıza, düşüncelerine özgürlük tanımasına rağmen, bu şekilde hitap edemezsin!” gibi kalbimi kanatacak cümleler kurdurabileceğinin farkında mısın? Değilsin elbette! Olsan şimdi bunları düşünmezdim. Belki de benimkinin yerine söyleşiyi hırkasını düşüre düşüre takip edip en sonra da atletle bitirecek bir hanımefendinin düşüncelerine kulak verecektik. Söyleşiyi, dolayısıyla atletli hanımefendiyi Youtube kaydından izleme şansını kaybeden edebiyatseverlere bir özür borçlusun!

         Ağır ithamlarınız bittiyse birkaç kelam da ben edeyim, Rıfat Bey! Oo, konuşan günlük demek! Ne o, beğenemediniz mi yoksa? Hayır, beğendim hem de çok beğendim. Öt bakalım Alçak Günlük, ne öteceksin?

         Evvela benim gibi gönüllerin sevgilisi olmuş, onlara kalbim kadar temiz sayfalar hediye etmiş ince bir metin türü için yakışıksız ifadenizi olduğu gibi iade etmek isterim. Zira kadim geçmişim, size yakışacak yeni bir yakışıksız ifade düşünmeyecek kadar terbiyelidir. Ancak dostum Söyleşi’yi bu kadar hafife almanıza son derece içerledim ve gerekirse onun adına size samimi hakaretlerde bulunabilirim. Car car konuşuyorsun ama hepsi laf! Doğru dürüst bir hakaret bile edemedin. Neden? Nedenini izah edey… Kes artık! Neyi izah edeceksin? Hakan öküzünün maşası olduğunu mu yoksa dostun Söyleşi’yle birlik olup beni Şifa’nın arkasından inim inim inlettiğinizi mi? Salona açık veriyorsunuz, Rıfat Bey, sakin olun! Olmayacağım işte, var mı bir diyeceğin? Duysun, herkes duysun Şifa’yı ne kadar sevdiğimi, gerekirse onun için Hakan’ı boğazlayabileceğimi, seni ve bilumum metin türünü kılıçtan geçirebileceğimi…

         Fark ettiğiniz üzere beni dinlerken Rıfat Bey’in mimikleri ve bakışlarıyla verdiği tepkiler; cümlelerimle pek uyumlu değildi. Hatta yavan bir değerlendirmeyle diyebilirim ki sözlerimi tersine çevirmiş gibi bir hali vardı. Vardı da amacına ulaşmadın mı sonunda? Ulaştım. Ulaştım, Rıfat Bey ama siz neden bu kadar hiddetlisiniz? Günlük dilinden cevaplayayım. Burada ters düşersem size “öküz” demek zorunda kalacağım.

           Necla, coğrafya öğretmenimdi. Sarı saçlarını özenle tarar, yeşil gözleriyle uyumlu kıyafetleri incecik bedenine geçirir, tebessümle “Günaydın!” derdi. Beni çok sevdiğini anlardım, ben de onu çok çok severdim. Zira tamamen hanım hanımcık diyebileceğim tavrını sergilemezdi her öğrenciye. Söz gelimi bana sevecen tavırla bakmışsa bir başkasına gözlerinden yemyeşil alevler püskürtebilirdi. Bir gün moralsizse başka bir gün bahar edasıyla şenlenebilirdi. Görünüşüne özendiği günler çoksa da saç baş dağınık, gözleri sönük geldiği sabahlar da olurdu. Bana öyle gelirdi ki yalnızlığını dindirecek çabaları sonuçsuz kaldığında her şeye boş verirdi. Bilmem, belki de çalkantılı bir gönül macerası vardı. Buldukça kaybettiği bir iz… Onunla mukayese bile edemeyeceğim hocaların filinta gibi sevgilileri, nişanlıları yahut kocaları okul çıkışında kapıda beklerken Necla’nın okula gelişine yalnız adımlar bulaşır, ardından eve dönüşüne eşlik ederdi. Bir gün, hiç unutmam, okul çıkışı “Durağa kadar kavalyem olur musun, Rıfat?” demişti. Onun kavalyesi olmak elbette benim için eşsiz fırsattı ancak kavalyenin ne demek olduğunu sormakla beraber aklıma da kavaldan başka bir şey gelmediğini söylemiştim. Bana incilerini göstererek durağa kadar eşlik etmek anlamına geldiğini söylemişti. Hem çok utanmış hem de çok sevinmiştim. Küçük beyinin koluna girmesi içimde tuhaf kıpırtılar yaratmış, beni durağa kadar sürükleyip hiç konuşmamasına ise anlam verememiştim. Duraktaki kısacık bekleyişi sonlandıran otobüsü şaşkınlıkla seyrederken kolumdan ayrılışını hazmedemediğimi fark etmiştim. Zira yaklaşık yedi aydır ben de bu otobüsle evden okula, okuldan eve seyahat etmiş ve ona bir gün bile rastlamamıştım. Peki, neden ben de ardından otobüse binememiştim? Bir şey beni durdurmuştu sanki. Bir şey… Ya bana ilerleyen yıllarda musallat olacak umutsuzluk ya da onu çoktan ele geçirmiş bahtsızlıktı o şey. Emin olamıyorum.

         Bir türlü emin olamıyorum, Rıfat. Ya bu salak kadın yeniden tırnaklarını duvarlara sürterse… Abartma, Şifa! Bu, sadece bir söylenti. Bir belgesel söylentisi. İlgi çekmek, daha fazla reyting almak istiyorlar, anlarsın ya. Şifa, anlamak istemiyor. Bu gece de ateş yakmadın. Bütün gün üç başlı mızrağımla orkinos avlamaya çalıştığımı biliyorsun, Şifa. Fırsat bulamadım. Yoksa seni üşütür, ışıksız bırakır mıydım? Ama bıraktın! Çok üşüyorum, Rıfat. Baksana, ellerim buz gibi. Göremiyorum ama hissedebiliyorum. Ama istersen şey yapabilirsin… Ne? Hoh… A, evet! Neden daha önce aklıma gelmedi sanki, zekâna hayranım, Rıfat! Gururlanıyor. İyi de nasıl hohlayacağım, daha önce hiç hohlamadım ki! Çok basit, ellerini ağzına siper edip içinden “Bir, iki, üç” diye sayıp sonra “Hohhh!” yapacaksın. Ama dikkat etmen lazım. O nedenmiş? Olur da bir açık verirsen hohların kaçabilir. Hih, ya hohsuz kalırsam! Bilmem, dikkat etmezsen kalabilirsin. Haklısın, çok dikkatli olmalıyım hohlarken. Deniyorum o halde. Dene bakalım. Ama unutma önce Şifa’nın elleri, sonra hiç aralık bırakmamak, sonra da Şifa’nın hohu. Peki, Rıfat. Ellerimi siper ettim. Güzel. Göremiyorum ama hiç aralık yok sanki. Harika. Başlıyorum: Bir, iki, üç: Hohhh! Sessizlik. Şifa? Kesik kesik ağlama sesi. Orada mısın, Şifa? Buradayım… Ühühühüh. Neden ağlıyorsun? Bağıra çağıra, hüngür hüngür ağlamalıyım, Rıfat… Çünkü… Çünkü… Ühühühüh. Çünkü ne? Galiba hohlarım kaçtı, Rıfat, hohsuz ne yaparım şimdi bu buz gibi mağarada! Hay Allah! Dikkatli ol, demiştim sana ama üzülme bu kadar. Nasıl üzülmem… Artık asla hohlayamayacağım, ne kadar acı! Şifa! Burnunu çekiyor. Sessizlik. Benim dört tane hohum var. İstersen ikisini sana verebilirim. Şifa burnunu siliyor. Verir misin gerçekten? Tabii, neden olmasın? Daha önce benimle hiç kimse bir adaya gelmemişti, Şifa. Biliyorum, söylemiştin. O yüzden yapraklarımdan ikisini paylaştığım gibi hohlarımdan ikisini de paylaşabilirim. Gerçekten mi? Evet, gerçekten! Ay, çok incesin! Peki ama nasıl olacak? Düşünüyor. Sessizlik. Dudaklarımızı birleştirmemiz gerekiyor, Şifa. Öyle mi? Evet. Ellerimde tutamam, seninkiler gibi kaçabilirler yoksa. Haklısın. Benimkiler hemen kaçtı. Pis hohlar! Öyle deme, Şifa! Hohları üzersen ellerini ısıtmazlar sonra. Neden daha önce söylemedin bunu, Rıfat? Bilmem, hiç söz konusu olmadı ki… Yoksa? Sessizlik. Evet, tepede yıldızları seyrederken onlara biraz kızmıştım. Herhalde bana darıldılar. Ah, Şifa, ah! Canım, nereden bilebilirdim ki… Neyse boş ver şimdi, üzülerek hohlarını geri getiremezsin. Ühühühüh. Ağlama lütfen. Ben sana iki hoh veririm, onları sever ve saklayabilirsen kısa sürede çoğalırlar. Sahi mi diyorsun? Sahi ya! Peki, tarif et o zaman, nasıl alacağım hohları? Bu kez hiçbir adımı ıskalamamalıyım. Evvela dudaklarımızı hiç aralık kalmayacak biçimde birleştirmemiz gerekiyor. Utanıyor. Sonra? Emin olduktan sonra hohlayacağım ama sakın kaçırma, olur mu? Olur. Peki, bir deneme yapalım, bakalım boşluk kalacak mı? Karanlık. Seni göremiyorum, sesine doğru geleceğim. Ne demem gerekiyor peki? Bilmem, istersen adımı söyleyebilirsin yine. Olur. Utanıyor. Rıfat, Rıfat, Rıfat, Rıfat… Sesin kaynağına yaklaşıyor. Dudaklar birbirine epeyce yaklaşıyor. Fakat birleşemiyorlar. Neden olmadı? Ah, talihsiz başım! Bu karanlık mağarada hohsuz kalıp salak kadının tırnak sesleri eşliğinde yok olup gideceğim! Ühühühüh. Sakin ol, Şifa, lütfen sakin ol. Ters giden bir şey yok. Sadece burunlarımız engel oldu. O yüzden daha fazla yaklaşamadım. Sakinleşiyor. İyi de burunlarımızı kesemeyiz ya! Elbette o güzel burnunu kesmeyeceğiz, Şifa. Karşılıklı olduğumuz için sanırım ikimiz de kafalarımızı aynı yöne eğersek bu engeli ortadan kaldırabiliriz. Emin misin? Bilmem, en azından deneriz. Peki, hangi yöne eğeceğiz? Fark etmez. Seç bir yön. Sağ mı, sol mu? Şifa düşünüyor. Imm… Sağ! Peki, sağ. Kafalar sağa eğiliyor. Rıfat, Rıfat, Rıfat, Rıfat… Ses boğuklaşıyor. Bundan sonrası boğuk. Sanırım hiç aralık yok. Bana da öyle geliyor, Şifa. E? E’si, sayıp hoh yapacağım. Haydi o zaman ne duruyorsun? Peki. Bir, iki, üç: Hohhh! Şifa’nın bütün bedeni ısınırken Rıfat, üşümeye başlıyor. Oldu galiba, Rıfat, yaşasın oldu! Artık benim de hohum var! Titreyerek cevaplıyor. Evet, Şifa, sonunda oldu. Artık senin de hohun var. Şifa endişeleniyor. Ama sesin neden bu kadar üşüyor, Rıfat? Durgunlaşıyor. Hey, sana söylüyorum! Şey… Galiba… Evet, galiba? Galiba hohları birbirinden ayıramadığım için hepsini sana verdim, bana hiç hoh kalmadı. Ama sorun değil. Hepsi senin olabilir. Ben yaprakla idare edebilirim. İtiraz ediyor. Hayır, olmaz! Böyle bir şeye asla müsaade edemem, Rıfat! Hem onlar senin hohların… Gerekirse bir daha deneriz. Bu sefer ben sana hoh veririm. Hem de sanki nasıl hohlamam gerektiğini de anladım. Hayır, Şifa, olmaz. Bu riski alamayız. Hepsini kaçırırsak bu sefer ikimiz birden hohsuz kalırız. Seni hohsuz bırakamam. Saçmalama, Rıfat! Buna rıza göstereceğimi sanıyorsan aldanıyorsun! Bir daha deneyeceğiz. Göreceksin, başaracağım! Gürültü. Rıfat! Sessizlik. Orada mısın? Sessizlik. Rıfat, ne olursun bir şey söyle, sesine gelmem, seni bulmam lazım! Hiç hohum kalmadığı için çok üşüdüm, Şifa. Dengemi kaybedip düştüm. Ama önemli bir şey yok, canım acımadı. Ah, Rıfat… Ne olur, ses ver bana, yanına gelmeliyim. Olur. Ne demeliyim peki? Şifa, de. Şifa’m… Kalbimin Şifası de… Ühühühüh. Şifa! Şifa, Şifa’m… Kalbimin Şifası… Takılıp Rıfat’ın yanına düşüyor. Bir yerin acımadı ya? Hayır, Rıfat, hayır sevgilim, acımadı. Senin yanında hiçbir yerim acımaz, anlamadın mı hâlâ? Affet beni, Şifa, anlayamadım, anlasam da anladığıma inanamadım bir türlü. Artık inan ve beni bırakma lütfen… Şimdi seni iyileştireceğim. Hohlardan ikisini sana vereceğim. Yapamayız, Şifa. Neden? Çünkü doğrulacak mecalim kalmadı. Sarılıyor. O zaman yeni bir yöntem bulacağız, sevgilim. Başka yöntem yok, bir tanem. Var. Bildiğim ama ilk defa deneyeceğim bir yöntem var. Nasıl bir yöntem? Yerle bedenin arasında olacağım ve hohların hiçbirini kaçırmayacağım! Yanına uzanıyor. Önce yer. Gülümsüyor. Sonra Şifa’nın bedeni. Rıfat’ı güçlükle üzerine çekiyor. Of, amma da ağırmışsın! Gülümsüyorlar. Sonra Rıfat’ın bedeni. Sağ mı, sol mu sevgilim? Sağ. Hiç boşluk kalmıyor. Sesler boğuklaşıyor. Hazır mısın? Hazırım, Şifa! Peki o halde. Bir, iki, üç: Hohhh!

         Hava da amma soğuk, diyor Hakan. Öyle ama sohbetiniz içimizi ısıttı, Hakan Bey. Bundan sonra hiçbir söyleşinizi kaçırmam. Bana sizinle sohbet etme şansı tanıdığınız için müteşekkirim. Özenle taradığı altın saçları ve zümrüt yeşili gözlerinin kıyafetiyle uyumlu olduğunu hissediyor. Çıkışa kümelenmiş gruplar birbirine “İyi akşamlar” diliyor. Rıfat, elinde minik kamera, Hakan’la Şifa’yı seyrediyor. Hakan sigarasını söndürüyor. Ben müsaadenizi isteyeyim, Şifa Hanım. Misafirperverliğiniz için teşekkür ederim. Gözlerinin ışıltısı sönmeye başlıyor Şifa’nın. Artık kıyafetiyle o kadar da uyumlu görünmüyor. Ne demek, Hakan Bey… Umarım yeniden karşılaşabiliriz. Umarım, diyor Hakan. Uzaklaşıyor. İyi akşamlar. Rıfat fıttırmakla meşgulken Şifa, sigarasını söndürüyor. Söyleşiden önce neye gülmüştün sen? Sessizlik. Önemli bir şey değil, öylesine gülümsemiş bulundum. Emin misin? Elbette. Bir şey olsa söylerdim, değil mi? Söyler miydin? Aman, neyse ben bu soğuğa daha fazla dayanamayacağım, Rıfat. Yardımın için teşekkür ederim. Görüşürüz yine. Haydi sen de bekleyip üşütme. Arkasını dönüp birkaç adım atıyor. Şifa! Şifa, hiddetle dönüyor. Ne var, Rıfat! Şey… Minik kamerayı uzatıyor. Unuttun herhalde. Kaydı kaybetmek istemezsin. Ah, evet! Mahcubiyet. Teşekkür ederim. Bir cevap alamıyor. Minik kamerayı çantasına atıyor. Sessizlik. İyi akşamlar. Sessizlik. Üşüyen ellerini hohluyor.  

Ömer Kaya
Latest posts by Ömer Kaya (see all)
Visited 21 times, 9 visit(s) today
Close