Yazar: 16:41 Öykü

Hayati Bir Mesele

Bekliyorum. Pencerenin kenarına oturdum, Hayati’yi bekliyorum. İki gündür yok. İş gezisindeymiş. İnanmış gibi davrandım. Böyle bir boşluk lazımdı bana. Planımı yaptım. Hem de fırsat, cebime girdi. Bu kez tutacak. Susturucuyu taktım namluya. Hayati’yi bekliyorum. Önceki akşamın iftar kalabalığında herkes kim kime dum dumayken amca oğlumun beşlik afacanı tuttu elimden, götürdü babasının odasına, açtı dolaplarını.

“Bak, Letafet hala, bunlar babamın gerçek oyuncakları.”

Aha! Gökte ararken yerde bulduklarım.

“Bir sürü var, baksana ne kadar çoklar. Al, biri senin olsun,” diye cebime sokuşturdu oğlan. Sanki biliyor. Önce bir salaklaştım tabii. Sonra toparlanıp,

“Hadi bakiim, yürü! Bunlar hiç sana göre şeyler değil,” diyerek sürükledim çocuğu. Amca oğlu da ganimet mi bulmuş yoksa teşkilatın deposu mu yapmış evini?”

“Sakın bu odayı ve içeri girdiğimizi kimseye anlatmayasın ha! Sonra bizi suçlularla birlikte kodese tıkarlar.”

“Babamlar kodes demiyor. Nezarethane orası.”

“Neyse ne canım! Sen duydun mu benim dediğimi? Kimseye söz etmek yok!”

“Herkes babamın Arka Sokaklar müdürü olduğunu biliyor ki.”

“Yürü bakayım, seni afacan!”

Kapıyı yavaşça çektim. Etrafı kolaçan ettim. Cebimi yokladım. Yerinde duruyordu. Oğlana, cephaneyi aldığı yere bırakmışım gibi söylendim. İftar sofrasına döndük. Amca oğlu, masanın başında duaya hazırlanıyor, millet de çepeçevre toplanmış. Hemen boş bir sandalyeye geçtim, oğlanı da anası kapıp oturttu. Ben duamı içimden ediyorum tabii. Babadan kalma antika Smith Wesson iş görür mü acaba, diyorum bir yandan. Neyse, deneyeceğiz bakalım birazdan. Hayati’yi öldürmeyi bekliyorum.

Öyle bir havada gel ki Hayati, elimin tetiği çekmesinden vazgeçmek mümkün olmasın. Seviştiğin tüm kadınların canı cehenneme! İftardan sonra beşlik afacana uydum, birlikte Amerikan filmi seyrettik. Çok belli oluyor mu? Çocuk, tam bir baş belası. Küçük polis.

“Dan dan dan! Seni rehin aldım Letafet hala.”

Çocuğum, Letafetler rehin alınmaz. Olsa olsa esir alınırlar, köle yapılırlar. Rehinelik kim, biz kim! Karşılığında beni alsın diye kim onca parayı çatır çatır ödesin! Kulağıma fısıldadı.

“Ben sana yardım edeceğim.”

“Ne için yardım edeceksin, afacan?”

“Kötüleri birlikte öldürcez!”

“Peki.”

Kimse kötü kötü bakmasın! Elbette el kadar sabiyi ortak etmedim suçuma.

Vazgeçmek mümkün olmasın dedim, dedim ama Hayati gelmekten vazgeçti galiba. Yine kimin koynunda sabahı edecek kim bilir. Hayır, umurumda değil, benim koynumdan çıksın da nereye isterse girsin! Yeter ki gitsin. Toprağın altına girse kadın cinsi olarak toptan kurtuluruz. Evet, en uygun yer… Ve ben göndereceğim seni oraya. Hâlâ bekliyorum, gece yarısı olmak üzere. Haber de vermedi zındık! Burada uyuyakalmasam bari. Elimde tabancayla. Pencerenin yanındaki kanepeye kıvrılmış. Gelip de öyle görürse beni? Zavallı katil! Bundan önceki denemem, kahvesini içmediği için tutmamıştı. Çok Agatha Christie okuyordum o sıralar, kahveye atılacak ne bulabilirim diye formüller araştırıyordum. Üstüne döktü kahveyi. Haydi, yenisini yap! Zehrim de bir fincanlıktı. Tek atımlık kurşunla yola çıkmışım. Ne yapaydım yani? Sürekli birilerini öldürecek değilim ya stoklayayım. O fincan dökülünce benim cephane tükendi tabii, plan da yattı.

Kimseye çaktırmadan bu işi becermem mümkün olacak mı? Susturucum da var ama… Kafam çok dolu Hayati. Kafamın içinde adamlar, kadınlar, çocuklar konuşup duruyorlar. Önce onları susturmam gerekecek. Yoksa hiçbir susturucu kâr etmeyecek. Parça tesirli bombadan bahsediyorlar haberlerde. Acaba onu mu kullansam? Ama yok. Operasyon sessiz, izsiz sonuçlanmalı. Cesetten nasıl kurtulacağım? Off, muhakkak yakalanacağım! Nefsi müdafaa bile olsa tıkarlar kodese. Beşlik afacan ne derse desin, başkalarının karşı çıktığı kelimelerle konuşmayacağım. Kodese kodes, cinayete cinayet denir, değil mi ama? Belki de iyi olur. Oh, herkesten uzak! Kimse kolundan tutup bir şeylere sürükleyemiyor seni.

Özgür mü kalacağım? Öyle zannettiğimi düşünmesin kimse. Biz de Türkiye’de yaşıyoruz şekerim. Gerçeklerden haberimiz var. Hayati, kravatlı adam sonuçta. Mesleği var. Zengin. Taşaklının yenilenmiş hali. Ailesi sürdürecek beni. Kadınlar toplanacak mahkeme kapılarında, haklarımı korumak için. İtiş kakış mikrofon uzatacak gazeteciler. Arabalara bindirip cezaevi cezaevi nakledecekler. Mahkeme günleri kafesli arabalarla duruşmalara taşıyacaklar. Nereye götürülsem eylemciler oraya gelecek. İnsana katilliğini bile doya doya yaşatmayacaklar. Üstelik de adamın rahat olduğu bir zamanda planlıyorum onu öldürmeyi. Nefsi müdafaaya da girmeyecek. İnsanların beni koşulsuz savunması mümkün değil.

“Adam bir şey yapmıyormuş ki. Köşesinde otururken zehir içirmiş kadın.”

“Yok, efendim, eve girerken kafasına tabancayı dayamış.”

Hayati, odunu sırtımda kırarken nasıl gücümü toplayayım da sıkayım kurşunu? Elinden alıp kafasına indirsem onun kadar çevik değilim. (Farzı misal yani. Odun kendisi haddizatında.) Tombul kollarım elvermez. Ayrıca o sırada tabancayı nereden bulayım? Zehirli kahve desen bir hazırlık istiyor. Kadınlarla âlemdeyken zaten yakalayamam. Ne bileyim hangi delikte ne işler karıştırıyor. Hayır, işin fenası; ben onu haklamayı düşünürken o bana nereden peydahladığı belirsiz bir virüsü zerk ediverecek. Sonra ben, mortingen! Hayati, hayatları yok ede ede kadınlar arasında dolaşmaya devam edecek. Beşlik afacan, Arka Sokaklar seyretmekten epey taktik ezberlemiş, onunla biraz daha konuşayım en iyisi. Bu gece de olmazsa başka çareler düşüneyim.

Uyuyup kalmamak için en iyisi bir kahve yapıp müzik açayım.

Siz benim neler çektiğimi nereden bileceksiniz?

Hah! Doğru dedin Ahmet Kaya. Nereden bileceksiniz? “Bu pırasa saçlı, sırık boyludan bi halt olmaz, kırıtmayı bile beceremiyor, en iyisi kocayı biz bulalım.” diyen halalarımdan haberdar mısınız mesela? Beceriksiz de bulurlardı beni çocukken. Mesul tuttukları çay bulaşığı işinin arasına illa bir iki bardak zayiatı karıştırırdım. “Ay, ne sakar şey bu be!” diye gülüşüp bağrışırlardı.

“Bir kere de sakarlık etmeden bulaşık yıkasan. Anası yetiştirememiş.”

Ergenliğim, onlara özenmekle varlığımı kabul ettirmek gelgitleri arasında geçti. Kendin misin başkalarının kopyası mı? Karar verme zamanları. Kuzenlerim vardı, birebir onları taklit eden. Sonuçta bütünüyle vermezdim kendimi. Ayrıksı dururdum hep. İnatçılığım meşhurdu. O sebze başka türlü de ayıklanabilirdi. Oraya diğer yoldan da yürünebilirdi. O teyze öyle değil böyle söylemişti, yanlış hatırlıyorlardı. Hep itiraz eder, fikrimde diretirdim. Fakat pırasa saçlarım ve sırık boyumla daha fazlasını yapamazdım. Hayati’yi bulup getirdiler, on dokuzuma girdiğimde. Memleketlimizmiş. Babam, babasıyla birlikte iş tutmuş zamanında. Sonra iki aile de iki koldan almış yürümüş. İşler ayrı ayrı büyümüş. Niye birleşmesinmiş? Ben niye bu işe yaramayayımmış? Zahire ticaretinde şehrin iki yakasındaki iki çarşıyı iki ucundan tutacakmışız böylece. Başıma talih kuşu konuyormuş, niye gülmüyormuşum? Gülmüyorum çünkü Hayati de kim? Daha kendi hayati meselemi bulamadan tanımadığım bir adamla aynı eve tıktınız beni. Hoş, bunun kadınlara düşkünlüğünü, vurak elli oluşumu tanıyıp bilip evlenseydim aklıma sıçardım ya! Şimdi sizi lanetliyorum, çokbilmiş halalarım! Her şeyin en iyisini bilirdiniz de adamın hasından nasıl oldu da anlayamadınız? Benimki de soru. Niyetiniz bu değildi. Kendinizin ve çoluk çocuğunuzun istikbalini, aileleri birleştirip mirası büyüterek garantilemek istediniz. Parayı çoğaltmak için hayatımı, Hayati ile harcadınız. Şimdi sıra bende. Onunkini alacağım, kendi ömrüme katacağım. Hiçbiriniz alamayacak onu elimden. Bugün olmazsa yarın, tabancayla olmazsa zehirle, o da olmazsa ellerimle. Hayatın bana bir hayat borcu var. Bunu Hayati ile ödeyecek. Bu adam öyle ya da böyle ölecek. Ailenin ileriki kuşaklarına katil bir soy bırakacağım. “Adam öldürmüş bu!” diyecekler. İyi oldu mu böyle? 

***

Letafet, albümün arasına koyduğu kâğıtları kapattı, ağır ağır kalktı, giyindi. “Savaş insanı hantallaştırıyor be!” dedi. “Hele senin seçmediğin cephelerde geçiyorsa. Yıllar önceki hikâyeyi hâlâ anlatan, anımsayan var mıdır?” Planı gerçekleştiğinde ardında, “Böyleyken böyle…” demelik bir mektup bırakmak istemişti. İntihar edenler de böyle yapıyordu. O da can alacaktı, değil mi ama? O gün, hanidir görmediği yeğeni gelecekti ve biliyordu ki konu açılacaktı. Şimdi yirmi yaşına basan beşlik afacan bile hatırlıyordu hadiseyi. Koskoca kadın olan yeğeni mi sormayacaktı? Konu kapanmak bilmezse mektubumu okuturum ona, dedi. Galiba bunu yüksek sesle söylemişti.

“Kiiimm?”

“Öff anneanne! İstesem duymazsın.”

“…”

“Gelene gidene anlatıp durma bak! Anlattığın da ne? Yalan yanlış. Adam öldürmüş deyip duruyorsun, gerçek sanacaklar.”

“E öldürmedin mi? Öldürdün ya!”

Hayati o gece Viagra’yı fazla kaçırmasa, kadın onu acil servise çıplak getirmese, polis Letafet’in evine gitme gereği duymayacaktı. Kalp krizinden ex vakası diye geçecekti kayıtlara. Kapı çalınınca Hayati geldi sanıp elinde tabancayla kapıyı açan Letafet, Smith Wesson ve ruhsatıyla birlikte önce karakola, sonra morga götürülmeyecekti, gözünde flaşlar çakmayacaktı.

“Piyasaya yedi yıl önce giren ilacı alıp ilişki sırasında kalp krizi geçiren Hayati…”

Gazeteler yazdı durdu kaç gün. Yani polislere de aşk olsun! O kadar Arka Sokaklar izledim, hiç böyle dedikoducu değillerdi. Uyudun mu anneanne? Amaaan, ben de kime, ne anlatıyorum!

Duygu Özsüphandağ Yayman
Latest posts by Duygu Özsüphandağ Yayman (see all)
Visited 70 times, 1 visit(s) today
Close