Giriş: Şairin hayatı, yayımlanan eserleri, şiir analiz yöntemini temellendirme
1991 yılında Bingöl’de doğdu. Eğitim öğretim yaşantısının tümü Mersin’de geçti. Mersin Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu. Diyarbakır’da öğretmenlik yapan şair, “Tükeniş Orkestrası” adlı şiir dosyasıyla Varlık yayınlarınca düzenlenen Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde dikkate değer bulundu.
Şiirleri; Varlık, Akatalpa, Eliz Edebiyat, Sadece Şiir, Şehir Edebiyat, Caz Kedisi, Şiiri Özlüyorum, Lacivert Öykü ve Şiir dergileriyle beraber çeşitli fanzinlerde yayımlandı.
Modern şiirin kurucularından sayılan, geleneği ve yeniyi şiirinde ustaca kullanan Ezra Pound;
Kantolar adlı eserinde, Modernist şairler, “Mina Loy (1882-1966) ve Marianne Moore’un (1887-1972) şiirlerini”[1] ve Fransız sembolist şair “Jules Laforgue’un (1860-87) lirik ve veciz ama zihinsel bir derinliğe de sahip şiirlerini”[2]inceleyerek, modern şiir için üç temel ilkeyi benimser:
melopoeia, “ezgi ürünü”[3], yani şiirin musikisi, müzikle akışı; phanopoeia, “imge ürünü”[4], yani bir tür imgecilik, resim ya da heykel hissi veren somut görsellik, görsel muhayyile; logopoeia “zihin ürünü”[5], zihinde düşüncelerin devinimi esnasındaki dans ve harekettir. Bu tanımlardan yalnızca “melopoeia”[6], Aristo’nun Poetika, Politika ve Metafizik gibi metinlerinde geçmektedir.
Hasan Temiz şiirinde özellikle baba ve bozkır temalarını ortaya koyan imgelerin ezgisel bağlamda Pound’un yukarıda bahsedilen yol haritasına uyumlu olduğu görüldüğünden, inceleme yazısı bu yol haritasının ışığında değerlendirilerek kaleme alınmıştır.
Ödünç Bir Uzak İçin Prelüdler
Uzak
“uzak: Etimin çekildiği yerde başlayan o gurbet çizikleri
hayır. herkesin bir akşam olduğu o şarkı, o tozlu ezgi.
aklımı sessizliğe soyduğum üşümeyle bir bıçak oluyorum bazen
yutkundukça dünyaya benzeyen taraflarımı kesiyorum
sanki bir düzlükte yokuşla vurulduğum her şeyin vebali bana akacak
ve beni boşlukla ölçen yeryüzü yüzümü tartaklayacak
işte diyeceğim, yüzümün mağlubiyetini yollarda yankılayarak
boy verdikçe bir babanın uzağı, yakıldıkça gözleri o donuk şehirlerin
adını bir sakarlıkla heceleyeceğim mavi önlük hüneriyle
ey sağanak, ey bir çocuğun taşraya bulaşan elleri”[7]
Cemal Süreya “Seviş Yolcu” şiirine “Gurbet yavrum garba düşmektir”[8] diye başlar. Erken yaşta babasını kaybeden ve çocukluğunu taşrada geçiren şair, “Gurbeti, yani uzağı, insanın etinde bıraktığı çiziklere” benzeterek başlar şiirine. Mezopotamya’da babaları gurbette çalışan çocukların onların yüzündeki çizikleri gördükleri ilk anda uğradıkları bozgun, bir şiirde nasıl ifade edilebilir? Bu manzarayla karşılaşan bir çocuk için artık taşrada herkes akşam olan bir şarkı ve dillerinden çıkan sözler de tozlu birer ezgi değil midir? İşte bir köşeye çekilip “Aklını sessizliğe emanet eden” o çocuğun boğazındaki düğüm, bazen bir bıçak gibi “Yutkundukça dünyaya benzeyen taraflarını” keser. Tam burada imdadına gene Cemal Süreya’nın “Sizin hiç babanız öldü mü?” şiirindeki “Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü kör oldum”[9] diye başlayan mısraları yetişir.
“Düzlük ve yokuş” iki karşıt kavramdır taşrada. Düzlükte yürüyen insana, yokuşla vurulmanın hissini yaşatan şeyler; sebebi olduğunu sandığı ve onun vebalini taşıması gerektiğine inandığı şeyler olabilir. Çocukların sevdiklerinin başına gelen acı olaylarda kendilerini birer sebep saymaları, boşlukta hissetmeleri, mağlup olduklarına inanmaları, her ne kadar psikolojinin konusu olsa da şiirin gerçekçiliğe en yakın edebi türlerden biri olması bu durumu açıklamada şairin işini kolaylaştırır.
“Boy verdikçe bir babanın uzağı” diyen şair için uzak, yokluktur ve gurbet, kasketli babasını elinden almıştır. Duvarda asılı duran kasketi izleyen o küçük çocuk, “Orada kasket ne kadar kalırsa babam da evde o kadar kalacak, yaşasınnnnnnn!” diyemeyecektir artık.
Nasır
“kırıştım, avucumda sıkıntıyla büyüyen nasırla
incinerek eşyadan incinerek kendi gürültüsüne dolanan sulardan
diyorum, her sabah uyanıp üzerimde denediğim dünyayla yoktur aram
çünkü ilmeği yanlış kaçmış bir kazak gibi duruyor gövdeme
söküldükçe iplerimden beni bağrına almayan günlerle dövülüyor aklım
üşüdükçe bir bilet oluyorum terminallerde bazen ve kekemeyim üstelik”[10]
Şiirin devamında, git gide dünyaya inanan taraflarıyla bağını koparır şair “Avucunda büyüyen sıkıntılı nasırla” iç dünyasına döner. “Eşyadan, hatta kendi gürültüsüyle akan sulardan” bile incinmeye başlar. Böylesi durumlarda buruk bir adres olur her kapı, her ağaç altı. Kerpiç evlerin eşiğinde bekleyeceği bir babası da yoktur artık ve geçmiş; “İlmeği yanlış kaçmış bir kazak gibi durur gövdesinde.” Belki de aradığı, Furuğ Ferruhzad’ın “Pencere” şiirindeki “Bilince, bakışa ve suskunluğa açılan bir kapıdır”[11] yolu, terminallerde bir bilet olmaktan geçen.
Ödünç
“ben uzun konuşurum uzundur harflerim
kaçarım gölgeye kamufle etmek için sesimi
insanın birbirine mırıltıyla biriktiği boşluğa yazılırım
birazdan ayıkladığım üç beş parça yeryüzü ile ödünç bir uzağa susarım
korkunç seviyorum çünkü sessizliğimizi”[12]
Mezopotamya’da “Ödünç ve Uzak” yiten değil, yeniden inşa edilendir. Silah seslerinin yıllardır susmadığı bir coğrafyada kan sesleri anaların ağıdında yeşerirken, çocukların bahçelerinde güller gibi debelendiği, utangaçlıklarını ve mağlup olan yanlarını boyunlarındaki muskalarda taşıdığı yerdir Mezopotamya. Taşralı ve kasketli inatlarıyla tarihe karışan babaların rengine yeni şarkılar bulabilmenin en çok şairlere yakıştığı bir dünyadır. Hasan Temiz’in bir başka şiirinde dediği gibi “Gam doğulu bir kelimedir.”[13] Yani gam, Mezopotamya’dır; gam, kışın taş sokaklarda evine dönen bir babadır.
Bir gölgeye kaçıp sesini herkeslerden saklamayı tercih eden şair, uzun uzun konuşabileceği halde, buna gerek duymayacak kadar uzaklaşmayı tercih eder dünyadan, acıdan ve insandan.
Köy okulunun penceresinden seyrettiği çocukların cıvıltılarıyla konuşmak, onların ilkyaz gülüşlerinde var oluşunu aramak,“İnsanların birbirine mırıltıyla konuştuğu bir çağın boşluğundan” daha kıymetlidir ona. Kendisine yadigâr kalan toprağın ona verdiği umutla, “Ödünç bir uzağa susar.” Neruda’nın “Sessiz Olmak” şiirindeki “Şimdi on ikiye kadar sayacak ve hep birlikte susacağız”[14] dediği yerdeki sessizliği bağrına basarak.
Mühür
“şimdi yine tekrarıyla beraberim günlerin
şimdi yine uzağın bana vermiş olduğu izinle
kurcaladığım mevsimlerin içine gitmek fiilini oyaladım
doğumuna tanıklık ettiğim öte kederlere insan olmanın kaybını çizdim
tam da buraya göre hizasına çekildiğim bu yeni gecikmede
henüz belirmişken karnında terli rüyanın, henüz şehrin üzerinde tepiniyorken akşamüstleri
koşup anlamak için insanın insana olan dehşetini, aklımı büktüm
taşla bilendim, bazı sulardan geçip yad ettim bulanıklığımı
çünkü uzağın bir uğultudan doğduğu kalabalık, ağzımın yuvasına mühürlü”[15]
Artık şair, yarasını mühürlemek için doğumuna tanıklık ettiği ne kadar acı varsa hepsinin yüzlerine insan olmanın kaybını çizer. Keder, onu felç edici alışkanlıklara, yorgunluklara, kırgınlıklara esir etmeden önce gitmelidir. Zaten bir gün kendi dönmese bile cansız bedeni “Ödüncünü ve uzağını” geri getirecektir Mezopotamya’ya. Gitmek onun için terli bir rüyadır; akşamüstlerinin şehirlere çökmesinin getirdiği o büyük hüzün, bir türlü aklından çıkaramadığı ve anlayamadığı insanın insana olan dehşetini hatırlatır. Bütün bunlara şahit olan yüzü, kahkahayla gerilmekten başka nasıl bir cevap verebilir ki bozkıra? Yıllardır her sabah, ötekileştirmeyle elini yüzünü yıkayan şairin coğrafyasına, ağzının yuvasına mühürlü o uğultulu kalabalığa, Pablo Neruda “Kıyımlar” şiiriyle ne güzel cevap verir;
“Çalılar saklayamadı halkın temiz kanını, suç, vatanın tam göbeğinde oldu.” [16]
Kabuk
“bildiğim toz, bildiğim çukur, dönüp bana çarpan o ekşi günaydın
ve bir yaranın bir yaraya meyleden tenhalığıyla indim kabuğuma
bu yuttuğum kül bu yüzüme aman bir yalnızlık
bu paslı yağmurların kımıldayan müziğiyle aklıma sakladığım neşter
ne söylerim nasıl anlatırım nereye varırım ne görürüm
bak buna kırılırım, dilimde gevelediğim dünya beni yavaş taşısın
bunu susmam, bunu konuşalım bunu bir ara ölelim mi”[17]
Ödüncü ve uzağı içselleştiren şair için kabuğuna çekilme zamanı. Ruhuna işleyen yaralarıyla tenha bir yere çekilmek ve bunun için en uygun yer olarak da kendi kabuğunu seçmek. Badanasız evlerin tozunu, sokakların çukurunu, ocak başında yuttuğu külü ve hepsinin ona armağan ettiği yalnızlığıyla, içindeki paslı yağmurların kımıldayan müziğini, o kabuğun bir köşesinde dinlemek.
Tüm bu ahvali anlıyormuş gibi yapan, her yer hepimizindir diye naralar atan ama Mezopotamyalı bir çocuğun başını ömründe bir kez bile okşamayan, ona sarılmayan, onun gezdiği dağların, ovaların, vadilerin yerine kumsalları bağrına basan kalabalığın sesinden kendini azade etmek.
Lehçe
“yönümü çalıştım, suyu hangi tarafa büyüteceğimi söyleyin siz
bir dağın karanlık sırtından hangi lehçe ile geçilir
canıma uzak canıma ödünç bir avluyla gelen yer küre
beni hangi cümleyle sevsin
bildim, herkesin kendinde avuttuğu bir akşamdır insan
bildim, zaman gövdede kırılan bir sestir
birazdan kuyu olmaya giderim
belki inanırım bir cümlenin oyuk oyuk oyalandığı mürekkebe”[18]
Mezopotamya, dilin, düşüncenin ve sesin burkulduğu bir bozkırdır. Gece olunca çöken uğultunun, çocukların anne dizinde dinlediği masala yoldaşlık ettiği, kavimlerin renginin ve zengin kültürünün türkülerde ve ağıtlarda konakladığı, kimilerine göre tanrının mutlu olmayı yasakladığı, kimilerine göre de işini savsakladığı coğrafya.
İşte böyle bir ortamda büyüyen şair, şiirinin bu bölümüne, “Yönümü çalıştım” iddiasıyla başlamaktadır. Hangi ovaya, hangi dağa, hangi dereye gideceğinden emin olup, o deredeki suyu hangi tarafa büyüteceğinin cevabını duymak istemektedir kendi ruhunda. Artık şiir boyunca içinde tuttuğu, var oluşunun atar damarlarından biri olan lehçesinin ötelenen sesini, duygusunu, kimliğini, özgürce konuşulmadığı zamanlardan kalan gerginliğini anlatma vaktidir.
Bu durum “Bir dağın karanlık sırtından hangi lehçe ile geçilir” sorusuyla şiirde kendini gün yüzüne çıkarır. “Canıma uzak canıma ödünç bir avluyla gelen yer küre beni hangi cümleyle sevsin” dizesinde aradığı gerçek, kendi lehçesiyle ona el uzatmadıkça, Turgut Uyar’ın “Yokuş Yol’a” şiirindeki, “Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan, Kürdistan’da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar”[19] mısrasındaki sanıyla baş başa kalır şair. “Bildim, herkesin kendinde avuttuğu bir akşamdır insan” dizesinde “İnsanı akşam temasıyla” tükenen ve kararan bir varlığa benzeten şair, artık içinde bulunduğu zamanın “Gövdede kırılan bir ses” olduğuna tamamıyla inanır. Sina Akyol’un “Sözler” şiirinde bahsettiği, “Zamanın yalın diline yerleşir, ufka bakmanın meraklısı olur ve kendi oluncaya kadar soyunur”[20] ta ki, Tükeniş Orkestrası kitabındaki başka bir şiirinde dile getirdiği, “Baba ne zaman seni düşünsem, annemin kapıyı sana açmasına benziyorum” [21] mısrasına bürünene dek.
Sonuç olarak, Hasan Temiz, “Baba ve Bozkır Teması Üzerine Mezopotamya Sentezi” başlığıyla incelediğim “Ödünç bir uzak için prelüdler” şiirinde, taşrada geçirdiği vakitlerde belleğinde yer eden gözlemleri somut imgelerle destekleyerek eserine yansıtmayı başarabilmiş; çağdaş şiirin yapı taşlarından olan “Dil, ses, düş gücü, imgelem,” gibi unsurlardan destek alarak da şiirinin ritmine ve ahengine çağrışım zenginliği kazandırmayı başarabilmiştir. Dilin ve düşüncenin burkulduğu bir coğrafyanın ödüncünü ve uzağını, kendine has üslubu ile bizlere aktaran şair Hasan Temiz’e yazın hayatında başarılar dilerim. Okuru bol olsun.
[1] Ezra Pound, Kantolar, Yapı Kredi Yayınları, 2020. çev: Efe Murad, s. 825.
[2] Ezra Pound, a. g. e., s. 826.
[3] Ezra Pound, a. g. e., s. 827.
[4] Ezra Pound, a. g. e., s. 828.
[5] Ezra Pound, a. g. e., s. 829.
[6] Ezra Pound, a. g. e., s. 830.
[7] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s. 11.
[8] Cemal Süreya, Seviş Yolcu, Can Yayınları, 2021, s. 136.
[9] Cemal Süreya, Üvercinka, Can Yayınları, 1958, s. 18.
[10] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s. 12.
[11] Füruğ Ferruhzad, İnanalım Soğuk Mevsimin Başlangıcına, Demavend Yayınları, 2022, çev: Ali Güzelyüz, s.49.
[12] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s.12.
[13] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s. 40.
[14] Pablo Neruda, Kuruntular Kitabı, Can Yayınları, 2018. çev: Erdal Alova, s.31.
[15] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s. 13.
[16] Pablo Neruda, Evrensel Şarkı, Can Yayınları, 2020. çev: Adnan Özer, s. 282.
[17] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022,s.14
[18] Hasan Temiz, a. g. e., s. 14.
[19] Turgut Uyar, Büyük Saat, Yapı Kredi Yayınları, 2023, s. 348.
[20] Sina Akyol, Belki Çiçek Dağına, Yapı Kredi Yayınları, 1999, s. 137.
[21] Hasan Temiz, Tükeniş Orkestrası, Vacilando Kitap, 2022, s. 63.
Editör: Melike Kara