Hikâyen devam etmiyor oğlum Emrah. Devam ettiğini zannettiklerin, başarısız başlangıçlardan başka bir şeye benzemiyor. Üstelik bu “baş”lı kelimelerle başına zaten başlı başına… Ceketinin cebinde aspirini çeviriyor. Başım çatlıyor. Su olmadan da yutulmaz şimdi bu. Ne işim olur benim fuarla, imzayla? Metin’e de maskara olduk. Hem de bilmem kaçıncı defa… Hapşuuu! Az ileride, yedi virgül yirmi sekiz metre, Metin ve Ömer Beyler Emrah’ı fark ediyor. Altı virgül üç metre. Ömer Bey, Metin Bey’in koluna dokunuyor. Metin Abi, Emrah’ın yanında, “Şu stantta popüler bir yazar olsaydı…” gibi cümleler kurmazsan sevinirim. Beş virgül yedi metre. İyi yere tezgâh açtık ha, fikrimizi de belirtmeyelim! Hem sen demedin mi, “Bu Emrah sıkı yazardır abi, standın bir köşesinde durursa imza mimza ayağına yolumuzu buluruz,” diye? Üç virgül dört metre. Dedim abi de… Eee? Bir virgül beş metre. Bak, bu Nuran işi de fos çıkmasın! O, hoş geldin Emrah, şey, başın… Emrah, yılgın adımlarını ve Ömer’in cümlesini sonlandırıyor: İyi. Metin Bey, Tekinli Yollar, Sokaklar ve Orospular kitabıyla dolu kutuyu boşaltıyor. Yarın Nuran Hanım’ın imza ve söyleşi günü var da… Metin Abi’yle onu konuşuyorduk. Hapşuuu! Çok yaşa! Hapşuuu! Ömer Bey gülümsüyor. “Hapşırık” öyküsüne çalışıyorsun herhalde. Metin Bey, kitapları tek tek dizerken başparmağıyla “Orospular”ı okşuyor.
Yıldırım hızı. Anahtar sesi. Nasıl geçti mülakat? Artık, “Müfettiş Bey,” diyebilir miyiz sana, Emrahçığım? Öyle mi demiştim, Nerminciğim? Kravatını gevşetiyor. Ne kadar şanslı bir kravat, aspirin kadar kıymeti olmasa da cümlelerde ara ara yer buluyor, şanslı velet! Sessizlik. Yani “mülakat” mı demiştim? Dememiştin ama ne bileyim, kravat filan… Bir ön görüşme, diyelim, tavsiye niteliğinde. Mırrr, mırrr, mırrr… Bu kedi hasta, Emrah. Zavallı hayvana aspirin yutturmakla iyi etmedin sanki. Amma yaptın, Nermin, alt tarafı aspirin! Ne biliyorsun, prospektüsünde, “Kediler için uygundur,” yazmıyor sonuçta. Bakışlar Kara Kedi’ye yöneliyor. Sanmıyorum. Yutkunma. Prospektüsü okudun mu peki? Nermin kararsızlaşıyor. Sokaktakiler kimbilir neler neler yiyordur. Bir aspirinle zarar görse etrafta kedi bulamazdık. Hoş, sana kalsa meteor yağdırır gibi aspirin yağdırırsın da zavallı kedicikler canım dinozorlar gibi yok oluverir. Bir şey mi dedin? Bir şey mi dedim? Hayır, bir şey demedim. Ceketini çok sevdin galiba, geldiğinden beri elini cebinden çıkarmadın, yellozlarından birinin fotoğrafını saklıyorsun herhalde! Nereden çıkarıyorsun bunları Allah aşkına? Yani bu yellozları ben uyduruyorum, öyle mi Emrah, ne var öyleyse cebinde? Aspirini bir tur daha döndürüyor. Hapşuuu! Hah, Rabia yellozuna da sıra geldi sonunda! O ne demek şimdi, Nermin? Hapşırıktan öykü çıkarma fetvanı ona verdiğine göre çalışmalara başlamışsındır, diye düşünüyorum. Yahu sadece su… Su mu? Kahkaha. Biliyor musun, hiç olmazsa zekâsından şüphe etmeyeceğim bir kocam var, demiştim Komşu Komşu’ya. Ama Nerminciğim, cümlemi tamamlayabilsem… Hapşuuu! Tamamlamana gerek yok. Kedi geldiğinden beri hapşırıyorsun Emrah, tüye filan alerjin olabilir. Nermin, Emrah’ın su bulamadığı ya da suya yaklaştığı anlarda herhangi bir sebeple onu içemediği için cebinde çevirip durduğu aspirini yutamadığını öğrenemiyor. Hapşuuu! Her hapşırıkta Kara Kedi şöyle bir irkilip burnunu kırıştırıyor.
Lavabo. Musluk. Gırtlaktan akan suyla çözüne çözüne yuvarlanıyor aspirin. Hapşırıkların sayısı artıyor. Hapşuuu, hapşuuu, hapşuuu… Nermin haklı galiba, kediye alerjim olabilir. Belki de burnuma tüyü kaçtı. Yoksa bu mevsimde peş peşe hapşırıklar…
Mevsimi açıklayamıyorum. Lavabo dinleyicileri, izleyicileri ve okuyucuları bulsun.
İyi akşamlar, Değerli Dinleyiciler! Yayınımıza bir son dakika haberiyle ara veriyoruz. Niğde’nin … ilçesinin “Yaş Meyve ve Sebze Hali Mahallesi” sakinlerinden Emrah Tozol isimli vatandaş, evinin lavabosunda henüz belirlenemeyen bir nedenle hapşırık krizine girdi…
… henüz, henüz bir görüntü alamadık Sevgili Necla ama Hal sakinleri -aslında biliyorsunuz, daha uzun bir ismi var ama ben mahallelinin kısaltmasıyla ifade etmek istedim- Emrah Tozol’un burnundan bir dinozorun fırladığına emin. Hemen, hemen yanımızda mahalle muhtarı Aydın Bey var. Kalabalık. Müsaadenizle olayı bir de muhtarımızdan dinleyelim. Mahallelide şaşkın bakışlar, fısıldaşmalar… Efendim, evvela, biz Hal sakinleri halden anlarız…
… Emrah, başını avuçları arasına alıp gözlerini hayretle büyütürken lavabo içinde kıvranan zavallı, minik dinozor; ses çıkarmadan ağzını açıp kapatıyor ve pürüzsüz derisi, parlak yeşil rengiyle göz kamaştırıcı güzelliğini…
Tık tık tık… Emrah! Tık tık tık… Emrah, hapşırık kürün bittiyse sofrayı kuruyorum! Birkaç saniye aralıkla ışığı yakıp söndürüyor. Etraf her aydınlandığında lavabo çukurundan tırmanmaya çalışan dinozora karşı şaşkınlığı artıyor. Tamam, ben de hemen geliyorum, lavabo tıkanır gibi de onu açmaya çalışıyorum. Sakinleşmelisin oğlum Emrah. Işığı kapatıp açacaksın ve her şey yeniden normale dönecek. Işığı söndürüyor. Ceketinin ceplerini sıkıyor. Aspirin kutusu eziliyor. Lavaboyu aydınlatıyor. Dinozor birkaç adımda bir çukura yuvarlanıyor. Nermin şimdi buna da bir kulp takar. Zaten kediden dolayı bana hayli kızgın, bir de bu dinozor çıktı başıma! Dinozor, dizlerinin üzerinde ağzını sessizce açıp kapatıyor. Musluğu açıp dinozorun lavabo çukurundan aşağı düşme ihtimalini düşünüyor. Olmaz, deliklerden geçecek kadar küçük değil. Klozet, bir sifon… Nermin de sofrayı çabucak kurar, bir saniye geciksem kıyameti koparır. Nerminciğim, dinozoru klozete atıyordum da… Bu dinozoru da Rabia şıllığı için hapşırdın, değil mi Emrah? Sessizlik. On yıldır saçımı süpürge ettim, karşılığında bir kedi bile hapşırmadın! Sakın bana sokaktan getirip salona attığın şu uyuzu gösterme, yoksa ikinizi birden boğarım! Bir gün olsun kuru bir hapşırığa bile layık görmedin Emrah! Ama Nerminciğim, bak, yanılıyors… Şu salak dinozoru da çek sofradan, midemi bulandırıyor! Olmaz, Nermin’in dinozordan haberi olmamalı. Klozetin kapağını açıyor. Kapatıyor. Dinozor da ağzını açıp kapatarak klozet kapağına eşlik ediyor. Nermin’i daha fazla bekletemem. Cebinden aspirin kutusunu çıkarıp boşaltıyor. Ceketinin sağ cebini aspirinle dolduruyor, dinozoru alıp aspirin kutusuna hızlıca atıyor. Oksijen için kapağı aralık bırakıyor. Sol cebe kutuyu atıyor.
Çorban soğuyor Emrahçığım. Ha? Çorban, diyorum. Ha, evet, içiyorum. Eline sağlık. Bakışlar pencereye yöneliyor. Düğün konvoyundan yükselen korna sesi. Şu mercimek çorbasına kattığın lezz.. Seda Hanım’ın kızı evleniyor. Bugün kına var. Bu kornalar onun için herhalde. Sen pek sevmezsin düğünleri, ben yarın komşularla şöyle bir görünüp geleyim, diyorum. Artan gürültü. Nermin balkona gitmek için ayaklanıyor. Kutudan tıkırtılar yükseliyor. Nermin’in sesi artık yakın değil. Komşu Komşu, hu hu! Dedikodu. Damadı nerede gördünüz de çirkin olduğuna kanaat getirdiniz? Sen çorbanı iç Emrah! Aman, neyse, cebinde dinozor saklamak zorunda değil hiç olmazsa. Senin veteriner oğlan bizim şu kediye bir baksa, diyorum, hasta galiba. A, ne demek Nermin Hanımcığım, elbette bakar. Ben de çarşıya gitmek için hazırlanıyordum, istersen geçerken bırakıvereyim. Ah, ne iyi olur ama size zahmet vermeyeyim, Emrah bırakıverir. Hem zaten tekerleme gibi konuşmadık diye içeride sinir krizi geçiriyor. Kahkahalar. Canım, olur mu öyle şey, yolumun üstü zaten, gören de dinozor taşıttıracaksınız sanır Nermin Hanımcığım. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar.
Nerminciğim, hu-hu? Balkondan döndün mü? Döndüm, döndüm. Ne döndürdün? Bazı havadisler. Kime kime? Sadece Kara Kedi’ye. Kara Kedi nerede? Komşu Komşuyla veterinere gönderdim. Veteriner nerede? Canım yok mu şu ileride, büyük marketin yanında? Market nerede? Sofrayı toplayayım bari. Sessizlik. Eskiden Nermin’le tekerleme gibi yuvarlanırdık.
3 Ekim Pazartesi
Otobüsteyim. Yanımda kırmızı, dar pantolonlu bir çıtır… Önünde, hemen önünde mini etekli bir fıstık… Çoğu kişi ayakta… Bir de ben… Kafamda düşünceler, elimde kalem, boynumda çanta, ayağımda hal hal… Haha! Düşüncelerimde Emrah… Emrah’la diyalog, monolog, polilog… Ühühühü… Mini etekli kız, kalın bileklerinin arkasına yara bandı yapıştırmış. Babetleri acıtıyor anlaşılan. Tüh! Ne sinir bozucu, değil mi? İşte, ne diyordum? Emrah, diyordum. Emrah’la yatıp Emrah’la kalkıyordum. Evet. Ama her zaman değil, arada. Bana gelince işte. Yani aklıma. Kıyamıyorum, beraber yatıyoruz. Alıyorum karşıma. Emrah, diyorum, sana içimdeki “insan problemi”ni samimiyetle açabilirim. Beni anlayacak yeterli olgunlukta olduğunu düşünüyorum. “İnsan problemi” deyince az önce okuduğum müthiş sıkıcılıktaki kelamcıların bilgi tanımları konulu makaleleri ve bundan mütevellit, efendim, bilgi problemleri geldi aklıma. Neyse. Adamın biri dikildi şimdi, zor yazıyorum. Mini etekli kıza dair diğer notlar: Çantasında bir sürü düğme var. Yüzünü yeni gördüm. Bol makyajlı. Tırnakları bakımlı. Teşekkürler. Yanımdaki, kulağını kaşıdı. Mini eteklinin yanındaki –az dikkat çektiği için ondan bahsetmemiştim- telefonunu yere düşürdü. Asıl konuma dönmek istiyorum. Ama ne yapayım, çevrem beni meşgul ediyor. Çok duyarlıyım. Evet, Emrahçığım, insan problemi… Hani benim en yakınımda olup ismini sıkça duyduğum bazı insancıklar, insanlar ya da onlardan biri veyahut birkaçı… Saçmaladım. Özür dilerim, seni üzdüm. Gitmeni istemiyorum. Aklımdan gitmeni istemiyorum. Kalbimden gitmiyorsun ama aklımdan da gitme lütfen! Gidersen sanki seni bir daha göremeyeceğim. Korkuyorum Emrah! Bir kere gülsen öyle rahatlayacağım ki… Haydi gül! Güldüğünde hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyorum, olsun. Haydi bir kerecik, sadece bir kerecik gül. El kızartmaca oynayalım, bu sefer vur, olur mu?
Alo, alo… Ömer! Bir dakika Emrah, sevinçten telefonu düşürdüm. Sen, dinozor hapşırdığını mı söyledin az önce? Evet. Ama artık o ismi söyleyerek anlatamam, Nermin duyarsa… Zaten kediye yeni yeni alıştı. Dün veterinere göndermiş. Nasıl, anlamadım? Canım basbayağı veteriner işte. Sen nasıl bir kedi buldun da tek başına veterinere gidebiliyor, aklım karıştı Emrah. Yahu zevzekliğin alemi yok, teferruatıyla hikâye anlatacak zaman değil. Bizim Komşu Komşu’yla göndermiş işte. Haa… Şu salak oğlu veterinermiş de… Neyse mevzu bu değil. Mutfaktan börek kokusu geliyor. Emrah, sesini kısıyor. Nasıl bir şey, anlatsana Emrah, meraktan çatladım! Dün epey hapşırdım. Şunun adını şimdilik “Hapşırık” koyalım da kazara Nermin’e duyurmayayım. Biliyorsun, onun her yerde gözü kulağı vardır. Ne dersen de yahu anlat şu dinozoru! Bilmiyorum, değişik bir şey. Kediye filan benzemiyor. E, herhalde benzemeyecek Emrah! Uzunca bir boynu var, küçük bir kafası, sanırım dişleri henüz çıkmamış yavru olduğu için, ha, kuyruğu da uzun, parlak yeşil bir rengi var. E, sonra? Sonrası bu kadar. Ben de henüz tam inceleyemedim. Yalnız sesini işitmedim. Gece boyunca da bir ses eder diye çok korktum ama ses mes çıkmadı. Şu an nerede peki? Ceketimde, aspirin kutusunda… Belki acıkmıştır, diye kedi mamasından verdim sabah. Yer gibi oldu ama biraz uzun sürünce… Ne bileyim, Nermin aniden gelir olmadık yerlere. Ne yaptın Emrah, zehirleyeceksin zavallıyı! Nermin gibi konuşmayı bırak da esas meseleyi dinle. Yahu burada ağzım açık seni dinliyorum zaten! Alelacele “Hapşırık”ı kutuya, kutuyu da ceketin cebine attım. Nermin, bu sıcakta ceket meket giyilmez, diyerek ceketi elimden aldı. Neyse kahvaltıdan sonra hiç olmazsa kutuyu alıp hemen çıkarım, diye dolaba koştum ama ceketi bulamadım. Saçmalama Emrah! Gerekirse durumu anlatır, dinozoru kurtarırız. Dinozor deyip durma şuna, hani “Hapşırık” diyecektik? Bu durumda “Hapşırık” demek neyi değiştirir Emrah? Hem bu da normal bir isimlendirme değil ki: Kiminle konuşuyorsun Emrah? Ömer’le… Ne diyor? Şey, “Hapşırık”… Kulağa hiç hoş gelmiyor, haklısın. Nermin mutfaktan sesleniyor. Efendim, Nermin? Haydi kapatıyorum. Fuara gelsene Emrah, Nuran Hanım’ın imza günü, burada bulunmam gerekiyor, şu meseleyi bir konuşalım. Olur, Hüseyin ve Uğur beyleri tekrar ziyaret etmem lazım. O neden? Haydi kapatıyorum. Kiminle konuşuyorsun Emrah? Hiç, şey, Ömer’le… Bu kadar uzun sürdüğüne göre önemli bir şey olmalı. Yok, canım, öyle, şeyden… “Hapşırık”la ilgili bir şeyler… Aman, ne önemli mevzular! Bak, kedi gidince hapşırığın geçti işte. Neyse haydi sen de çık da komşularla bizde laflayıp öyle gideceğiz düğüne. Sessizlik. Acaba, diyorum, takım elbise mi giysem Nermin? Kuş sesi. Baştan söyleseydin ya canım, komşulardır, neyse böyle gayet iyi görünüyorsun hem resmî bir durum da yok ortada. Hoş geldiniz, hoş geldiniz kızlar, buyurun buyurun… Haydi Emrah, geç kalma sen de. Gerisini ben hallederim. Emrah’ı biraz alıkoydum da kızlar… Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar…
Vaziyet biraz karışık görünüyor, Emrah Bey. Öyle değil mi Uğur Abi? Ben anlamam, ne konuşacaksanız konuşun, ben duyduğumu kayda geçerim. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim, haydi kedi işini anladık da dinozora ne gerek vardı Emrah Bey? Şimdi ayıkla pirincin taşını! Haklısınız Uğur Bey ama… Olan olmuş bir kere abi, yüklenmeyelim Emrah Bey’e. O halde neden bana fikrimi soruyorsun Hüseyinciğim? Abi kızma hemen, hani, lafın gelişi… Başlarım öyle lafa da kediye de dinozora da! Sormayın o zaman! Tamam abi, sakin ol… Kötü bir şey demek istemedim. Uğur Bey, başını sinirle daktiloya eğiyor: Tık tık tık… Ihı ıhı… Yani şu durumda işiniz epey zora girdi Emrah Bey. Bakın Hüseyin Bey, benim muhakkak müfettiş olmam lazım, Nermin bu konuda çok ümitli ve bana da çok güveniyor. İşin aslını sorarsanız şimdiye kadar her şey gayet yolundaydı. Birdenbire neden böyle oldu, anlam veremedim. Anlıyorum Emrah Bey ama kedi ve bir kutu aspirinle teftiş yapmak kadar da olağan durmuyor durum. Bakanlık böyle şeylere alışık değil. En azından son kertede bu dinozor işine akıl erdiremeyeceklerdir. Bu da müfettiş olamayacağınız anlamına gelir ki böyle bir şeyi asla arzu etmem. Fakat küçük de olsa bir ümidim var zira dinozor gibi hiç olmazsa bir dönem yaşadığını bildiğimiz bir şey yerine mitolojik bir varlık olan ejderhalardan birini de hapşırabilirdiniz. E, doğal olarak müfettiş olma yolunda ağır kusurlardan biri ortaya çıkardı. Öyle değil mi abi? Uğur Bey, gözlüğünün üzerinden şöyle bir bakıp daktiloyu tuşlamaya devam ediyor. İhtimal var ama zayıf mı diyorsunuz, Hüseyin Bey? “Zayıf”ı biraz daha zayıflatırsanız üç aşağı beş yukarı benzer zayıflıklara varmış oluruz. Boyu ne kadardı, demiştiniz sizin “Hapşırık”ın? Teferruatlı bir ölçüm yapamadım ama hamamböceğinden biraz küçük, diyebiliriz. Getirseydiniz de biraz sevseydik. Uğur Bey kızgınlıkla bakıyor.
Emrah, Fetüs Yayınları standına yaklaşırken Nuran Hanım’ı kalabalığın sorularını yanıtlarken buluyor. Tabii hiç kolay olmuyor yazmak. Nasıl desem… İşte karakterinizle bütünleşmek, onun derdiyle hemhal olmak… Ay, inanır mısınız, günlerce ağladım şu boyacı çocuğa. Hatta keşke onu yazmasaydım da kendimi bu kadar üzmeseydim, diye geçirmiştim içimden. Siz! Ben mi? Evet evet, siz, buyurun! Öncelikle sizden bir imza alabileceğim ve size bir soru sorabileceğim için çok mutlu olduğumu belirteyim Nuran Hanım. Gülümsüyor. Ay, çok teşekkür ederim. Günümüz yazarlarını, seçtikleri konular ve üslup bakımından değerlendirmenizi rica etsem neler söylerdiniz acaba? Hoş geldin Emrah. Öncelikle bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Gülümsüyor. Hoş… Nuran Hanım’a sırtını dönüyor kalabalıkta. Ne yapacağız şimdi Ömer? Elbette söylemek istediklerim var benim de. Önce şu dinozoru, aman, “Hapşırık”ı kurtarmak gerek. Ne diyor yazar: Söyleyeceklerim vardı, söyledim! Ben de söylemek istiyorum! Nermin birkaç saat sonra düğüne gidecek. Bana göre bir yazar her şeyden önce toplumsal sorumluluklarını bilmeli. Şansımız yaver gider de düğünde dedikodu uzarsa evi şöyle bir tararız. Kitabımın adından anlaşılacağı üzere ben, memleketimin Tekinli sokaklarını, Tekinli sokaklarını dolduran kedilerini, orospularını… Mikrofon devrilmesi. Ne oldu, ne arıyorsun Emrah? Ay, affedersiniz, bazen elime koluma hakim olamıyorum. Gülüşmeler. Galiba anahtar da ceketin cebinde kaldı. İşte boyacılarını filan bütünüyle sever, onlara acır ve onların daha güzel bir dünyada yaşamalarını ümit ederek… Ne anahtarı? Ay, affedersiniz, cümlemin başını unuttum, gülümsüyor, nasıl başlamıştım? Kahkaha. E, ne olacak şimdi, ne yapacağız? Yahu ben sana beni soru yağmuruna tut diye mi geldim? Neyse işte tuhaf tuhaf şeyler yazanlar da var, biliyorsunuz. Meseleyi anlamaya çalışıyorum Emrah, her şey birbirine karıştı. Otobüse hendek atlatanlar mı dersiniz, yara bandıyla aşk yaşayanlar mı? Dur biraz, kafamızı toplayalım, ne yapabiliriz, bir düşünelim. Yani birileri çıkıp da bir dinozor hapşırdığını yazsa inanın garip karşılamam. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar. Çilingir çağırsak? Tabii onu da yazsınlar, yazarın hürriyetini de gasp etmek istemem. Gülümsüyor. Ben Nermin’e duyurmadan nasıl hallederiz, diye düşünüyorum; sen mahalleye reklam peşindesin! Yani hiç değilse insan bir merak unsuru oluşturur, olaylar zincirini sağlam bağlarla kurar, ay, söyleşiyi de atölyeye çevirdim farkında olmadan. Gülümsüyor. Bu arada yakında yaratıcı yazarlıkla ilgili bir atölye açacağımı da –samimi sorularınıza bir hediye olarak- duyurmuş olayım. Bir de Metin Abi’ye danışalım istersen. Çeneni tutamadın değil mi? Gel, şu gürültüden uzaklaşalım. Kontenjanlarımız gerçekten sınırlı olacak ama. Tekinli sokakları, boyacı çocuklar ve orospularla dolduracağız! Alkış.
Nermin eve ne zaman gelir acaba? Ne bileyim canım, kâhin miyim ben? Değilsin de Emrah, bir telefon etsen keşke? Edeyim, oğlum, edeyim. Nermin, diyeyim, anahtarı evde unuttuğum ve sabah minik “Hapşırık”çığıma kedi maması yedirdiğim için ona bir şey olup olmadığını merak ettim. Ömer de yanımda. Anlatınca o da çok meraklandı. Kısık ses, eğilen kafa, şaşkın ama belli etmeyen bir gülümseme: Ne diyorsun Emrah, yanımda komşular varken yapma bari! İyi de ya dinozora bir şey olursa? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da “Hapşırık”a bir şey olmasının Nermin’in ondan haberdar olmasından daha iyi bir şey olması. Baksana, cümlesi bile düzgün olmuyor. Sen bu dinozoru sevdin galiba Emrah. Gülümsüyor. O nereden çıktı, daha doğru dürüst inceleyemedim bile. Olsun, yine de bir bağ kurulamaz mı? Ondan bahsederken artık, “Hapşırıkçığım,” demeye bile başladın. İşin gücün zevzeklik! Kahkaha. Kızma be Emrah, hayatın hep böyle tasviri bile gerektirmeyecek yerlerde mi sürsün istiyorsun? Bir sinema filmi değilsin ki bakınca anlayalım. Anlatman, detaylandırman lazım bu meseleleri. Tellala ihtiyacın var, diyorsun yani. Ne demişler? Anlayana… Metin mi şu gelen? Ömer başını çeviriyor. Hı, Metin Abi… On iki virgül sekiz metre. Başlatma şimdi metrene! Neşelen diye yapıyorum be Emrah! Bugüne bugün dinozor hapşırmış nadide bir yazarsın. Fuar, kıymetini bilemediyse… Çeneni kapar mısın? Bir müddet bekliyorlar. Gel Metin Abi, şöyle otur. Merhaba. Sessizlik. Tebrik ederim Emrah, dinozor hapşırmışsın, Ömer’den duydum, senin adına çok sevindim. Sağ ol abi. E, göstermeyecek misin? Ömer araya giriyor. İşler biraz karışık Metin Abi. Nasıl karışık? Kayıp mı ettiniz yoksa? Yok abi, kayıp değil de… Şimdi anlatmaya başlarsak… Ama sorun yok, dinozor güvende. Emrah’la göz göze geliyor. Bak Emrah; yıllardır fuarlarda, dükkânlarda, bitpazarlarında binlerce kitap sattım. Nice yazarlar tanıdım, en sonunda yazar sarrafı oldum fakat hakkında yanıldığımı itiraf etmem gerek. Başlarda hiç dinozor hapşırabilecek biri gibi gelmedin bana. Eğer dinozorunla… Emrah, adını “Hapşırık” koymuş abi. Gülümsüyor. İlginç bir isimmiş. Hapşırıktan dinozor olur mu, oluyormuş işte. Neyse yani demek istediğim… Eğer “Hapşırık”la beraber bir imza günü düzenlemek istersen kapım sana daima açık. Hatta bundan sonra yayımlayacağımız kitapların kapakları için de eşsiz bir fotoğraf olur. Keşke Nuran Hanım’ın kitabını biraz daha geciktirseydik, epey de ses getirdi ama napalım o da orospularla yetinecek. Ne yapacağım konusunda henüz bir karar veremedim Metin Bey. Canım, ne var bunda kararsız kalacak? Nasıl olsa bir yerlerde görünecek bu dinozor, şey, “Hapşırık” mıydı? Hem bu ayrıca reklamı filan da yapılması gereken bir mesele. Emrah, reklam filmi düşlüyor. Müzik. Hapşırık cikletleri, siz de alın, çiğneyin ve bayılana kadar hapşırın! Müzik. Hapşırık, kuyruğunu sallayarak ekrandan kayboluyor. Sanırım biraz düşünmem lazım Metin Bey. Düşün tabii canım ama fazla uzatma bence. Gülümsüyor.
Nermin’in topuklarından yükselen ses, apartmanda yankılanıyor. Ses yükseldikçe Nermin yaklaşıyor. Hayrola Emrah, neden kapıda bekliyorsun? Çömeldiği yerden kalkıyor. Şey, anahtarımı ceketin cebinde unuttum galiba. Elindeki ne? Kedi maması. E, neden aramadın beni burada bekleyeceğine? Eğlenceni bozmayayım, dedim. Düğün nasıldı? Gülümsüyor. Merak etmediğini biliyorum Emrah. Ama… Düğün işte canım! Anahtar sesi. Anahtar bir tur dönüyor. Ben aspirinle anahtarı çalışma masana bıraktığımı söylememiş miydim sana? Emrah endişeleniyor. Bir tur daha. Hayır, söylemedin. Aman ne bileyim, bir yandan fırında bir şeyler pişir, bir yandan akşam düğün var, akıl mı kalır insanda! Haklısın. Hem ne yapacaksın o kadar aspirini? İki cebini de doldurmuşsun. Bilmem, kalmadı zannedip bir kutu daha almışım galiba. A, bak ne diyeceğim, kedinin bir şeyciği yokmuş. Ben tam çıkarken Komşu Komşu’nun oğlu getirdi, sağ olsun. Öyle mi? Sağ olsun. E, keyifsizliği nedenmiş peki? Bunlar öyle her mamayı yemiyormuş Emrah. Bir marka söyledi, onu aldım ben de. Akşama kadar aç beklese bir şey olur mu, diye sordum, bir şeycik olmaz, dedi. Neyse ben şu kıyafetten bir kurtulayım, sonra da şu mamayı yiyecek mi, bir bakalım. Emrah hızlıca çalışma odasına geçiyor. Anahtar ve aspirinler gözüne çarpıyor. Kutudan eser yok. Odayı şöyle bir tarıyor. İçinde korku heyecan karışımı bir duygu kabarıyor. Nerede bu kutu? Ceketimi nereye bırakmıştın Nermin? Efendim? Sesini yükseltiyor. Ceketim, diyorum, nerede? Balkona astım, o kadar sigara içmişsin ki sigara dumanına dönmüş. Balkona koşuyor. Sol cebi kontrol ediyor. Nermin kutuyu da ima ederek aspirinleri çıkardığını söylediğine göre nerede bu kutu? Çıldırmamak elde değil! Acaba “Hapşırık”ı gördü de itiraf etmemi mi bekliyor? Kızgın görünmediğine göre… Yılgın adımlarla salona yürüyor. Nermin mamayı kaba boşaltıp kedinin önüne sürüyor. Sessizlik. Sırtını dönmüş, patlama öncesi böyle sessizleşir. Şey, Nermin… En iyisi söyleyip kurtulmak. Müsaade et de bu sefer ben izah edeyim Emrah. Çünkü gerçekten çok yoruldum. Mama, mamadır; diyeceksin ama o iş öyle kediye aspirin yutturmakla, onu bir köşeye atmakla olmuyor. Her işin bir uzmanı var, bak, ne güzel de yiyor şapşik! Bir süre kediyi seyrediyor. Nermin kedinin başından ayrılıyor. Kara Kedi, bir taraftan iştahla mamayı yerken bir taraftan keyifle kuyruğunu sallıyor. Salladıkça da bir kısmı kemirilmiş kutuyu sağa sola oynatıyor. Arada bir kafasını kaldırıp Emrah’la göz göze geliyor. Ağzını açarak burnunu kırıştırıyor. Keskin dişlerini gösterip dudaklarını yalıyor.
Editör: Mete Karagöl
- “Mutsuz Evlerden Önce” İçin Bir “Sonra” - 21 Aralık 2024
- Tutsaklığın Üç Hali Üzerine - 21 Kasım 2024
- Hapşırık - 24 Eylül 2024