mahaledebiyat.com okuyucuları için, çağdaş Türk edebiyatında yazdıkları ve yaptıkları işlerle tanıdığımız ve hayranlıkla takip ettiğimiz editör, yazar ve yayıncı Faruk Duman ile bir söyleşi gerçekleştireceğiz. Soruları sitemizin yazarlarından Nihal Baysal, Mete Karagöl ve Uğur Ergün hazırladı.

Öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz Faruk Bey. Karantina süreci nasıl geçiyor, her zamankinden farklı olarak yaptığınız bir şey var mı?

Faruk Duman – Yok, başlarda zorlandım elbette, pek çok işim yarım kaldı, sonra okumaya yazmaya başladım. Romanımın ikinci cildi üzerinde çalışıyorum şimdi. Bazı atölyelerimizi de uzaktan yapmaya başladık.

Uğur Ergün – Yaşanan COVID-19 karantina sürecinin öykümüzde ve edebiyatımızda nasıl bir etki yaratacağı ile ilgili fikriniz nedir? Sizin tarzınızdaki masalsı öyküleri daha fazla arttıracağını düşünüyor musunuz? Ayrıca bir yayıncı olarak karantinayla beraber e-dergilere rağbetin arttığı bu dönem hakkında ne düşünüyorsunuz?

Faruk Duman – Karantina temalı öyküler gelmeye başladı, insanlar, odaklanabilirlerse elbette bir şeyler yazılacaktır. Şunu unutmamak gerekir, mahsur kalma, köşeye sıkışma, çaresizlik, bunlar insanoğlunun sanatı yarattığı, var ettiği olaylardır. Decameron, Binbir Gece Masalları… Ama bunlar asıl etkisini olup bittikten sonra gösterir. E-dergilerle ilgili olarak, maalesef hâlâ bunların bir okuru olamadım ben ama sanırım bu salgın bittikten sonra hep birlikte kitapçıları dolduracağız. 

Uğur Ergün – Peki teknolojinin gelişmesiyle matbu dergilerin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Ayrıca burada şundan bahsetmeden geçmeyi de istemedik; dergilerin metin uzunluklarını azaltmaya çalıştığı görselliğe önem verdiği dönemlerde Öykü Gazetesi Don Quijote gibi hayli uzun öykülere de kapısını açtı.

Faruk Duman – Bizim gazetenin amacı öyle. Çok heyecan verici bir öykü gelse, tüm sayfaları ona ayırırız. Bence, dijital yayınla basılı yayın ayrı şeyler, birbirlerine engel olacaklarını düşünmüyorum. Eco’nun dediği gibi, kitap son biçimini almış bir nesnedir. Biz var olduğumuz sürece olacak. 

Geçtiğimiz gün 23 Nisanı evlerimizde kutladık ve çocukluklarımızı andık. Hey gidi hey demeyinimiz olmamıştır herhalde. Ülkemizde çocuk eserleri pek ciddiye alınmasa da bizim gözümüzde apayrı bir yeri var. Esasında edebiyata yön veren ve hatta hayal dünyasının sınırlarını zorlayıp samimi olduğu için yetişkinlere yönelik kitaplardan çok daha özel olan pek çok çocuk kitabı mevcut. Bunların yanında yola çocuk kitabı olarak çıkıp sonradan klasik olan ve gerçek anlamda yediden yetmişe herkesin beğendiği kitaplar var. Bu özel edebiyatın içinde sizin varlığınız da bize heyecan veriyor.

Merak ettiğimiz ise sizi çocuk edebiyatına iten güdüler neydi? Yazım sürecinde normal bir öykü yazımından daha farklı süreçlerden geçtiğinizi tahmin ediyoruz. Ayrıca kendinizi daha özgür ya da daha kısıtlanmış hissettiniz mi? Arkada yatan dinamikleri tarif etmeniz mümkün mü?

Faruk Duman – Ben edebiyata çocuk öyküleri yazarak başladım, Mızıkçı Mızıka adlı bir kitabım vardı, o ilk gençlikte bana çok şey öğretmişti. Çocuklar için yazmanın yetişkinler için yazmaktan çok farkı yok, yalnız, orada bir çocuk-okur da olabilmek gerekiyor kuşkusuz. Kendinizi bir çocuk okur yerine koyacaksınız. O zaman hikâyenin sürükleyici, eğlenceli ve biraz da matrak yönlerinin öne çıkması gerekiyor tabii. 

Bazen insanın çevirmen için kitap alası geliyor. Editör için kitap alası gelseydi Faruk Duman bu isimlerin başında gelirdi. Naçizane kendi projelerimizde gelen yazıları okuyoruz. Editörlük ve yazarlığın bir arada gitmediği oluyor. Siz yıllardır hem editör hem de yazar olarak edebiyat dünyasındasınız, zorlandığınız oluyor mu? Yazım sürecinde editörlüğe devam ediyor musunuz?

Faruk Duman – Evet ama daha az, Alakarga’da serbest çalışıyorum şimdi. Editörün görüş açısının geniş olması gerekiyor, bu da onu zaman içinde daha anlayışlı bir insan haline getiriyor elbette. Evet, yazarlıkla bir arada yürütülmesi çok zor, aynı gün içinde sürekli iki ayrı insan olmak zorunda kalıyorsunuz. Bir de tabii, meslekle kişisel tutumu karıştırmamayı öğrenmek. 

Nihal Baysal – Kendi üslubunuzu bulma süresince kimleri okudunuz? Eserlerini okurken böyle yazmak isterim dediğiniz yazarlar oldu mu?

Faruk Duman – Ben bunu çok net olarak söyleyebilirim: Çok erken yaşlarda Anadolu kültürünün izine düştüm, masallar, türküler, halk hikâyeleri, mitler, oyunlar, dualar, peygambernameler… Bizim asıl hikâye kaynağımız halk hikâyeleri ile fıkralardır. Yani Dede Korkut ve onun başını çektiği gelenekle fıkralar, Nasrettin Hoca. Tabii halk masalları da daha çok Doğu etkisi gösteriyor. Bunları, özellikle bizim Kars’ın dilini ve aile içinde bilinen hikâye etme biçimlerini anlayabilmek için merak ediyordum. Ancak lise sonlarına doğru 50 Kuşağı’nı keşfettim, benim edebiyatımızı doğru dürüst okumaya başlamamın nedeni onlardır. Yani, bir bakıma, 50 Kuşağı’nı iyi okuduktan sonra, onların önerisiyle Sait Faik’i daha ciddi okudum. Yaşar Kemal’i de aynı şekilde. Bu durumda geleneksel hikayelerle modern birleşmiş oluyor. 

Mete Karagöl – Edebiyatımızda benim en sevdiğim yazarların başında Orhan Kemal gelir. Orhan Kemal adına da her yıl verilen bir roman ödülü armağanı var ve siz de son romanınızla bu ödüle layık görüldünüz. Öncelikle ödül almak nasıl bir duygu? Ve Orhan Kemal ödülünü alırken ne hissettiniz?

Faruk Duman – Sus Barbatus!’u çok önemsiyordum, Orhan Kemal bu anlamda çok sevindirici oldu elbette. Çok mutlu oldum, ödül töreninde de anlattım; bizim ailede Orhan Kemal’in yeri ayrıdır, çocukluğumuz sofra başında o romanları konuşmakla geçmiştir. Enginli yüksekli kayalarımız, Gam ile yoğrulmuş binalarımız… Bunu çok söylerdik. Ayrıca, Barbatusumuz da içeriği ile ona yakışmıştır.

F. imzalı çizimlerinizden resme olan ilginizi de biliyoruz. Sanatın daha başka alanlarında da sizi görmemiz mümkün mü? Başka hangi sanat dallarıyla yakından ilginiz var?

Faruk Duman – Öteden beri bir şeyler çizip duruyorum, sanatla uğraşmak, her şeye meraklı olmak, bu bana iyi geliyor, sanırım beni oyalıyor. Şu dünyada kendimce iyi zaman geçirmek istiyorum. Zamanında ailede bir saz merakı başlamıştı, hepimiz öğrendik, bazen sazımızı ele alıp çalıyoruz.

Mete Karagöl – Faruk Bey, genelde sanat üzerine bir söyleşi oldu, ama size farklı bir sorum olacak. Kütüphanecilik bölümü mezunusunuz. Ben de bu bölümün yeni adıyla Bilgi ve Belge Yönetimi bölümü mezunuyum. Bir kütüphaneci olarak, kütüphanecinin toplum üzerinde çok önemli bir rolünün olduğunu düşünüyorum. Mustafa Güzelgöz bunun bir örneği. Öğretmen olmayan yerde kültür birikimiyle topluma yön vermeli, tabiri caizse eğitmeli. Dolayısıyla bir kütüphanecinin tarihte, coğrafyada, bilimde ve dilde kendini iyi yetiştirmesi gerekiyor. Ya da ben kendimi kültür alanında geliştirmeye adadığım için diğer meslektaşlarımın benim gibi olmasını da istiyor olabilirim. Faruk Duman, kütüphaneciyi nasıl tanımlar?

Faruk Duman – Ben hayatta iki mesleği çok severim, biri demiryolculuk, öbürü kütüphanecilik. Buradan hep kalender insanlar çıkar. Kayıp İnci diye bir öykü yazmıştım. Baba demiryolcudur, oğlan da demiryollarının kütüphanesine gider oradan bir kitap ödünç alır … Orada anlattığım kütüphaneci, benim hayatta ilk tanıdığım kütüphanecidir, belki de onun etkisiyle o bölüme girmiştim. Şimdi kütüphaneci dostlarım var, dünyanın en güzel insanları, çok övünüyorum kütüphaneci olduğum için. Ama bir eleştirim de var: mesleğin olanakları içinde, elimizden gelen her şeyi ortaya koyarak, kütüphaneleri birer kültür merkezi gibi çalışır hale getirmeliyiz. Yani daha idealistçe, daha hareketli… Cumhuriyet’e yakışır biçimde.

Faruk Bey, teklifimizi kabul ettiğiniz için gerçekten çok teşekkür ederiz. Kitaplarınızın ve Öykü Gazetesi’nin sıkı takipçileri olarak, mutlu olduğumuzu bir kez daha belirtelim. Son olarak, yakın zamanda yeni projeleriniz olacak mı? Bu soruyla bitirelim.

Faruk Duman – Sus Barbatus 2’yi yazıyorum. Arkasından Anadolu Masalları gelecek. Ben de size teşekkür ederim. Sevgilerimle.

Visited 53 times, 1 visit(s) today
Close