“Buk Tarikatı” ismi oldukça dikkat çekici. Kitabın ismini seçerken neyi amaçladınız? Kitabın içeriğiyle nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Bir öykünün adının kitaba verilmesinin o öyküyü öne çıkarma ya da ona diğerlerinden daha fazla değer ve anlam atfetme gibi bir manaya geleceği riskinin elbette farkındaydım. Ama bu riski göze alarak diğer taraftan bu ismi cazip kılan anlamları değerlendirmek istedim. Her şeyden önce Buk Tarikatı ismi edebiyatı, kitapları ve bir yazarı sembolize ediyordu. Bir yazar (Her ne kadar Bukowski’ye atıfta bulunsa da yazarın kim olduğundan bağımsız olarak yalnızca yazar kimliğidir burada vurgulanan) etrafında onu seven gençler ya da okurlar tarafından kurulmuş bir örgütlenmenin hikâyesiydi sonuçta. Ben de bir edebiyat kitabı yazmıştım. Dolayısıyla bu anlamlar üzerinden kitap kendine bir gönderme yapıyordu. Ayrıca okur “Buk Tarikatı” kitabını alarak bir nevi üyelik ilişkisini başlatıyor ve kitabı okuyarak o dünyanın içine giriyordu. Diğer yandan “tarikat” kavramının modern yaşamda bireysel arayışlar ve kimlik oluşumu bağlamında yeniden bir yorumlama olabileceğini düşündüm. Bu kavramın edebiyat ve sanat üzerinden nasıl bir direniş kavramına dönüşebileceği fikri hoşuma gitti. Bunlara son olarak şunu da ilave edebilirim: “Buk” kelimesinin aynı zamanda İngilizcedeki “book” yani kitap anlamını çağrıştırması ise sembolik anlamı zenginleştiren bir başka unsurdu. Kitabın içeriği ile bağ kurmak sorusuna gelince, kitaba ismini verdiğim bu öykünün kitabın diğer öykülerinin büyük çoğunluğu ile paylaştığı tematik ilişkiydi. Özellikle otorite, kimlik, bireysel özgürlük arayışı, toplumsal normlar, varoluş mücadelesi gibi temalar özelde öykünün içeriğini oluşturduğu gibi aynı zamanda kitabın genel olarak içerdiği ortak temaları da oluşturuyordu.
Öykülerinizde sert, bazen rahatsız edici bir dil ve atmosfer var. Bu anlatım tarzını bilinçli mi tercih ediyorsunuz? Yoksa hikâyeler sizi bu noktaya mı sürüklüyor?
Önce şunu söylemek isterim: Öykülerimin sert bir tarafı var ama bu benden değil hayattan kaynaklanıyor. Hayatın sertliği karşısında öykülerimin esamesi okunmaz. Yani sokakta, okulda, iş yerinde, devlet dairesinde, nutuk kürsülerinde, hatta özgürlük ve adalet aranan meydanlarda kısacası hayatın her yerinde o sertliği görmüyor muyuz? Dolayısıyla bu durum dile yansıyor. Ayrıca yansıttığınız dil her şeyden önce samimi ve en önemlisi gerçekçi olmalıdır. Ben de öykülerimdeki karakterleri içinde yer aldıkları toplumsal habitatı ve psikolojik durumu gözeterek mevcut gerçekliklerine bağlı kalarak vermeye ya da anlatmaya çalışıyorum. Örneğin, otoriteye ve kendisine dayatılan sisteme, toplumsal normlara karşı isyan ederek kendi özgürlüğünün peşindeki liseli bir gençliğin özgürlük ve kimlik arayışını anlatırken sokak dilini, küfür ve argo dilini kullanmak, sert bir atmosfer kurmak o gerçekliği yaratmak adına elzemdir. Yani edebiyat aracılığı ile siz hayatın acı, acımasız, çirkin ve dramatik yönlerini de anlatmak durumundasınız ve bunu da o gerçekliği sansürsüz ve tüm çıplaklığı ile okuru rahatsız etmeme kaygısı duymadan yansıtmak zorundasınız. Ayrıca ben okura gül bahçesi vadetmiyorum. (Gülmeyi ve düşünmeyi ediyorum.) Tabii bir de şu var, oluşturduğunuz ve kullandığınız dil sizin bir yazar olarak estetik, felsefi ve politik duruşunuzun da bir göstergesidir. Dolayısıyla benim anlatım tarzım hem bir tercih hem de kendini dayatan bir gerçekliktir.
Bukowski etkisini kitabın birçok yerinde hissetmek mümkün. Onun yazım tarzı ve dünyaya bakışı sizin için ne ifade ediyor? Kendi üslubunuzu oluştururken Bukowski’den nasıl beslendiniz?
Öncelikle Bukowski konusunda birkaç şeyin altını çizmek isterim. Kitap Bukowski üzerine kurulmuş ya da yazılmış bir kitap değil. Ayrıca Bukowski adıyla ve edebiyatıyla özdeşleşmesini de istemem. Bu bana ve kitaba haksızlık olur. Çünkü ne ben başka bir yazarın adından devşirilecek bir ilgi ve dikkati çekmek isterim ne de yazdığım kitap içerik ve estetik olarak bu kadar sınırlı bir yapıya sahip. Evet, kitaba ismini verdiğim öykümü özel olarak Bukowski adıyla kurdum ve yazdım. Bunu yapmamın temel sebebi anlattığım meseleyle onun ismi ve edebiyat anlayışı çakıştığı için onu bir sembol olarak kullanıp hikâyeyi biraz daha güçlendirmek ve daha katmanlı kılarak derinlik oluşturmaktı. Sorunuza gelirsek Bukowski edebiyatından beslenmem kitabımda bir dip akıntısı gibi hissedilebilir, ancak bu akıntı beni sürüklemek yerine, kendi rotamı çizmem için bana güç verdi. Bukowski’nin edebiyatı hayatın, ham ve filtrelenmemiş gerçekliğini yansıtma cesaretiyle beni etkiledi. Ancak bu etki, kitabımın özgünlüğünü gölgelemiyor. Aksine, kendi sesimi bulma ve kendi hikâyemi anlatma yolculuğumda bana rehberlik eden ustalardan biri oldu. Ayrıca onun ironi ve mizahı, acımasız gerçekliği yumuşatırken bana bu anlamda rehber oldu. Onun dürüstlük ve samimiyete verdiği önemi ve değeri ben de önemsiyorum. Bunun okurla güçlü bir bağ kurmanın yolu olduğuna inanıyorum. Ayrıca bu bağın okuru düşündürmeye olan etkisini de vurgulamak isterim. Bukowski edebiyatının bir felsefesi var. Her ne kadar karamsar ve nihilist olsa da hayatın acımasızlığı ve anlamsızlığı karşısında yine de bir direnç sergilemeyi özgürlük için mücadele etmeyi önemseyen bir tarafı var. Bu mücadele ruhunu değerli buluyorum. Ancak kendi üslubumu oluştururken, Bukowski’nin yanı sıra hatta ondan daha fazla beslendiğim başka yazarlar da var. Çehov’un insan ruhunun derinliklerine inen hassasiyetinden, Kafka’nın absürt ve düşündürücü dünyasından, Camus’nün varoluşsal sorgulamalarından ve Oğuz Atay’ın postmodern anlatımından da beslendim. Dolayısıyla her yazarın kendine özgü bir sesi ve bakış açısı var ve ben bu zenginlikten faydalanarak kendi edebi evrenimi inşa etmeye çalışıyorum.
Kitaptaki öykülerde ağırlıklı olarak toplumun kenara ittiği, sert gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan karakterler var. Bu karakterleri yazarken sizi en çok etkileyen şey neydi?
Öykülerimdeki karakterler, toplumun dışına itilmiş, görmezden gelinmiş ya da varlıkları yok sayılmış bireylerden oluşuyor. Onları yazarken beni en çok etkileyen şey, bu insanların içlerindeki inanılmaz direnç ve hayatta kalma arzusu oldu. Öykülerimi yazarken insan ruhunun ne kadar güçlü ve dayanıklı olabileceği, yaşadığımız zorlukların biz insanları ya kırılgan ve çaresiz ya da daha güçlü ve dirençli hale getirmesi bakımından ortaya çıkan bu ikilemin karakterlerime nasıl yansıyacağına yönelik merak beni etkileyen bir başka şey oldu. Ayrıca öykülerimi yazarken, sadece karakterlerimin acılarını değil, aynı zamanda umutlarını, hayallerini ve sevinçlerini de yansıtmaya çalıştım. Çünkü onlar da bizim gibi insanlar ve her insan gibi onların da hayata dair umutları ve hayalleri var. Genel olarak öykülerimle yarattığım bu dünyanın içinde şahit olduğum bu insani deneyimler beni heyecanlandıran ve duygulandıran ve ayrıca yazarlığımı da besleyen bir tecrübe oldu.
Kısa öykü türünü seçmenizin özel bir sebebi var mı? Roman veya uzun öykü yerine kısa öykü yazmayı tercih etmenizin arkasındaki düşünce nedir?
Aslında kısa öykü beni seçti diyebilirim. Öncesinde şiir denemeleri yazan biriydim. Orhan Veli ve Nazım Hikmet şiirlerine öykünen şiir heveslisi bir gençtim. Sonra bir şekilde kısa öykü ile tanıştım ve bütün hayatım değişti. Az sözcükle çok şey anlatma arzum ve anlayışım şiir uğraşından kazandığım bir özellikti. Bu özelliği şiire en yakın tür olan kısa öyküde de yapabileceğimi fark ettim. İyi şiir yazmadığımı düşündüğümden şansımı öyküde denemek istedim. Öyküyü tanıdıkça da onunla neler yapabileceğimin yollarını öğrendim. Yoğun ve etkili anlatım olanağını keşfettim ilkin. Her kelimenin bir heybesi olduğunu gördüm. O heybeyi doldurmak için hayal gücümü çalıştırmak ve zenginleştirmek çok cazip geldi. Ayrıca kat kat yaratacağınız katmanların dimağınızda patlayan lezzetini keşfettim. Sonra hayatın anlık kesitlerini ya da kısa anları öykülerimde anlatma imkânını öğrendiğimde altın ambarını keşfetmiş gibi zengin hissettim kendimi. Farklı temaları, karakterleri ve anlatım tekniklerini denemek için mükemmel bir er meydanı olduğunu görmemle kispetimi giyip meydana çıkmam bir oldu. Hayatı az ve öz konuşmaya çalışan ve çok susarak yaşayan biri olarak galiba karakteristik bir ortak bağ da kurdum öyküyle. Kısa zamanda netice almak ve aldığınız netice ile de yaratmanın hazzını yaşamak bir başka cazibesiydi benim için öykünün. Hepsi bu.
Günümüz edebiyatında öykünün yeri hakkında ne düşünüyorsunuz? Öykü, roman karşısında hak ettiği ilgiyi görebiliyor mu?
Öykü son yıllarda özellikle dijital platformlarda daha çok yer almasıyla, yayımlanan kitap sayısının gittikçe artmasıyla hatta öykü adına düzenlenen ödüllerle ve dergilerde yer alan öykü sayılarının artmasıyla edebiyatın içindeki alanını genişletti ve genişletmeye de devam ediyor. Tüm bunları öykü edebiyatımız açısından güzel ve sevindirici bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Ne kadar çok insan yazarsa o kadar iyi. Yayımlanan öykü kitaplarının niteliksel değerleri üzerine sarf edilen kimi karamsar ve olumsuz görüşlerden ziyade ben iyimser olan ve destekleyici taraftayım. Elbette herkesin eleştirme hakkı ve özgürlüğü var ve buna saygı duyuyorum. Bilhassa “usta ve kıdemli” yazarlarımızın bu konuda daha destekleyici ve yapıcı bir dil kullanmasının yeni yazarlarımızın ya da yazar adaylarının motivasyonuna dolayısıyla da edebiyatımıza katkısı bağlamında daha değerli olacağı kanısındayım. Bu anlamda ben edebiyatımız açsından henüz nitelikten ziyade niceliğin bir sorun olduğu süreci yaşadığımızı düşünüyorum. Nüfusu nerdeyse doksan milyon olan bir ülkede basılan ve okunan edebiyat kitapları ve ayrıca bunların baskı sayısı maalesef hem tiraji-komik hem de trajikomik halde. Öykünün roman karşısında hak ettiği ilgiye gelince, öncelikle öykü her zaman tıpkı şiir gibi özel bir okuru olan türdür. Roman türüne nazaran daha spesifik bir okur kitlesine hitap ediyor. Çünkü öykü okumak kolay değildir. Bu da genel okur profilinin tercih etmediği bir durumdur. Öykü okumak için bilincinizi diri ve uyanık tutmanız, algılarınızı dört açmanız, arkeolojik bir kazı yaparcasına metni eşeleyip deşmeniz gerekir. Romanın daha fazla popüler olması öykünün niteliğinden ve değerinden bir şey kaybettirmez. Romanın niceliksel olarak daha fazla ilgi görmesi de öykünün romandan daha az değerli olduğu ya da romanın öyküden daha önemli ve değerli olduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla edebiyatın her türü kendine göre değerlidir ve güzeldir.
Öykülerinizin geçtiği mekânlar ve atmosferler oldukça canlı. Bunları oluştururken birebir yaşadığınız, gözlemlediğiniz yerlerden mi yola çıktınız? Yoksa tamamen kurgusal dünyalar mı yarattınız?
Elbette yazdıklarım yaşadıklarımdan ve gözlemlerimden tamamen bağımsız değildir. Hayatımız ve onu yaşarken biriktirdiğimiz deneyimlerimiz ve gözlemlerimiz en önemli kaynağımız. Tabii işin bir de hayal ya da kurgu boyutu var. Dolayısıyla yarattığım mekânlar ve atmosfer kurgu ve gerçeğin bir sentezinden ya da karışımından meydana gelir. Ayrıca birebir yaşadığım ve gözlediğim yerden ilham aldığım gibi kimisinde de tamamen kurgusal dünyalardan yola çıkarım. Ancak her iki durumda da mekânların ve atmosferlerin canlı ve inandırıcı olması için azami özen gösteririm.
Kitabınızın belli bir mesaj verme kaygısı var mı, yoksa sadece anlatmak istediğiniz hikâyeleri mi anlatıyorsunuz? Okurun kitaptan ne almasını istersiniz?
Yazar olarak mesaj verme kaygım söz konusu değil. Benim için esas olan anlatmak istediğim hikayeleri okura aktarmak. Okurun bu hikayelerden hangi anlamları üreteceği ya da ne gibi yorumlar çıkaracağı onun özgürlüğüdür. Mesaj vermek okurun özgürlüğüne ambargo koymak anlamına gelir. Ayrıca okuru küçümseyen ve ona ne yapacağını söyleyip duran kibirli bir irade ortaya koyar. Bunu etik olarak da ahlaki olarak da doğru bulmam. Dolayısıyla tıpkı yazar gibi okur da özgür olmalıdır. Kitaptan ne almak istiyorsa kendi birikimi ve bakış açısı oranında alır.
Türk edebiyatında yeraltı edebiyatı genellikle sınırda dolaşan bir tür olarak görülüyor. Sizce bu tür, edebiyat içinde hak ettiği yeri bulabiliyor mu?
Bu sorunuzu yeraltı edebiyatı yazarı olmadığım için cevaplamaktan imtina ediyorum. Buk Tarikatı kitabımın kategorik olarak yeraltı edebiyatı içerisine dahil olmak gibi bir iddiası ve amacı yok. Buk Tarikatı öykümün özelde bu türün sınırlarında dolaştığını söyleyebiliriz ama dediğim gibi kitap bütünlüğünde böyle bir amaç ve iddia yok. Dolayısıyla özel olarak ilgilenmediğim ve dâhil olmadığım bu kategori hakkında yorum yapmayı doğru bulmuyorum.
Yeni bir kitap hazırlığında mısınız? “Buk Tarikatı” sonrası nasıl bir yol haritası çiziyorsunuz?
İkinci öykü kitabımı yazma sürecindeyim. Her seferinde farklı bir dili ve biçimi denemek ve tekrara düşmemek istiyorum. Özellikle postmodern edebiyatın teknik ve estetik olanaklarından faydalanarak yeni öyküler yazmak ve benzer temalarımı başka yeni temalarla çoğaltarak, daha derin soruların peşinde ve ekseninde yeni öyküler yazmak istiyorum.
- Enver Özkardeş ile Buk Tarikatı Kitabı Üzerine Söyleşi - 12 Nisan 2025
- Sait Eruçar’ın Yeni Kitabı Çıktı! - 10 Nisan 2025
- Fatih Yiğitler ile “Davulların Çaldığı Yerler” Kitabı Üzerine Söyleşi - 10 Nisan 2025