Yazar: 11:20 Öykü

Elbiseden Battaniye

Doktor “Ne yazık ki terminal dönem başlamış,” dedi Cafer’e. Cafer’in bildiği tek terminal, şehirlerarası otobüs terminaliydi. Kanser illetinin ileriki evrelerine terminal dönem dendiği bilgisini o anda öğrenmişti. Ayten’in yaşamsal fonksiyonlarının sonlanmaya yakın olduğu dönemi tanımlamak için doktor böyle söylemişti.

Cafer, çaresizlik hissi ve duygu karmaşasından dolayı ne yapacağını, hayat arkadaşı Ayten’inin son aylarında ona nasıl yardımcı olacağını bilemedi. O güne kadar hep Ayten ona yardımcı olmuştu. Evi temizlemiş, çamaşırları ve bulaşıkları yıkamış, ütü yapmış, en güzel yemekleri pişirmiş, çocukları parka ve okula götürmüş, kısaca evin tüm sorumluluğunu Ayten üstlenmişti.

Cafer için tıbbi tedavilerin sonlandırıldığı bir dönemi kabullenmek hiç kolay değildi. Liseye başladığı gün Ayten’in mavi gözlerini ilk gördüğü andan itibaren sevdasına yenik düşmüştü. Ancak duygularını lise boyunca Ayten dahil kimseyle paylaşamamıştı. Sonunda dayanamamış askere giderken tüm cesaretini toplayıp duygularını Ayten’e anlatmayı başarabilmişti. Ayten de Cafer’e kendisini sevdiğinin farkında olduğunu, askerden dönmesini bekleyeceğini, başka biriyle asla evlenmeyeceğini söylemiş ve aralarında sözleşmişlerdi. Cafer tüm bunları ve Ayten’le birlikte geçen kırk yılı aşkın evliliğini düşündü. Bugüne kadar hep hasta ve bakıma muhtaç olan Cafer’di. Bel fıtığı, prostat ve apandis ameliyatları olduğunda hep başında Ayten vardı.

Cafer bir yandan Aytensiz ne yapacağını kara kara düşünüyordu. Kimse Cafer’i Ayten kadar sevip anlayamazdı. Ayten’in sinir sistemi, bağışıklık sistemi, solunum sistemi, sindirim sistemi dâhil birçok sisteminde problemler vardı. Bu zorlu süreçte bunlara bağlı olarak Ayten’in beslenmesinde yaşanan zorluklar, çarpıntı, baş ve kas ağrıları, halsizlik hissi, ishal ve kabızlık durumları söz konusuydu. Tüm bu sorunlara karşın son günlerinde Ayten’in moralini nasıl yüksek tutabilirdi?

Ayten’in de Cafer’in de hayatlarının normal akışı tamamen bozulmuştu. Çok yoğun üzüntü, kaygı ve kahrolma duyguları ile dolmuştu içleri. Yalnızlık, çaresizlik ve yardım edilemez durumda olma duygusu kaplamıştı. Zaten Ayten hastalığına yıllarca inanmamış, kabul de edememişti. Ayten “Neden ben?” diye zaman zaman sorular sorsa da asla Allah’a isyan etmemişti. Kızgınlığın asıl sebebi yaşadığı endişe, korku, farklı görünmek, panik, üzüntü, umudunu kaybetmek ve hayal kırıklığı duygularıydı. Geride bıraktığı iki evladına ne olacaktı? Oysa evlatları evli ve çocuk sahibiydi. Hayatlarını kendi başlarına devam ettirebiliyorlardı. Gitmediği görmediği yerler, tatmadığı lezzetler aklına geldikçe pişmanlık duyuyordu.

Cafer için Ayten’in bakım ihtiyaçları arttıkça sürecin duygusal boyutu gittikçe ağırlaşmaya başlamıştı. Ayten’in beslenmesi, tuvalet ihtiyacının giderilmesi, vücut hijyeninin sağlanması, Ayten’in vücudunda yara oluşmaması için ona pozisyon verilmesi çok zordu. Cafer gittikçe artan bir tükenmişlik sendromu içerisine girmekteydi. Sonunda Cafer çocuklarının isteğiyle evde hemşirelik hizmeti almaya başladı. Hemşire birçok problemin profesyonelce üstesinden gelebiliyordu. Böylece Cafer, Ayten’i sürekli olarak hastaneye götürme zorunluluğundan da kurtulmuştu.

Ayten, durumunu iyiden iyiye kabullenmeye başlamıştı. Kendini iyi hissettiği nadir anlarda her zaman yaptıkları gibi çok sevdiği eşiyle konuşmalar yapıyordu. Üniversiteye başlayacak torununa maddi destek olunmasından, diğer torununun görüştüğü kıza kadar, oğlunun diyabet sorunundan kızının işini büyütmesine kadar çocukları ve torunları hakkında konuşuyordu. Son günleri olduğunu hissettikçe balkondaki siklamenlere eşinin su vermeyi unutmamasından, komşularının düğününe çeyrek altın gönderilmesine, mutfak tezgâhının yenilenmesinden annesinin kırılan mezar taşının yaptırılmasına kadar aklına gelen her şeyi söylüyordu. Adeta vefatından sonra her şeyin kusursuz devam etmesini istiyor gibiydi. Belki de evinde ve yaşamında kurduğu düzenin hep devam etmesini istiyordu.

Ayten bir ara Cafer’e “Benden sonra elbiselerimi atma, ihtiyacı olanlara bir an önce dağıt, onları gördükçe sen üzülme!” dedi. Cafer önce yutkunup konuşamadı, ardından gözlerinden düşen iki damla yaşı Ayten’in görmemesi için başını aşağıya eğerken sadece başı ile onay verir gibi yapabildi.

O gün gelmişti. Ayten vefat etmiş ve istediği gibi köyünde annesinin yanı başında defnedilmişti. Cafer, defin işleminden sonra eşiyle düzenli olarak her yıl yaz aylarını geçirdikleri köyünde bir hafta kaldı ve taziyeleri de orada kabul etti. İki çocuğu da babalarını yalnız bırakmadılar. Cafer daha sonra Ankara’daki evine döndü. Evdeki her odada ve eşyada Ayten’in hatıraları doluydu.

Cafer’in her akşam çay saati vardı. Ayten çayı demler ve sevgisini de katarak biricik eşine ikram ederdi. Cafer alışkanlığını bozmadı ve bir başına çayını demledi. Cafer’in daha ilk bardağı eline aldığında aklına Ayten’in “Benden sonra elbiselerimi atmayın, ihtiyacı olanlara bir an önce dağıtın, onları gördükçe sen üzülme!” sözü geldi. Elinden bardağı bırakıp Ayten’in dolabında düzgünce katlı veya askıda olan elbiselerini üst üste dizdi. Sonra bazılarını öpüp, bazılarını okşayıp poşetlere koydu ve tekrar oturma odasına geçip tamamı bitinceye kadar bir çaydanlık çayı içti. Fakat sabah olduğunda Cafer dün gece gördüğü rüyayı hatırladı. Rüyasında hava çok soğuk ve titriyordu. Eşine sımsıkı sarılmış ve bir anda ısınmıştı. Cafer Ayten’in elbiselerini dağıtmaya kıyamadı. O an aklına bir şey geldi. Bir yorgancı arkadaşı vardı. Onun yanına gitti. Ağlamaklı bir ses tonuyla “Bunlar eşimin elbiseleri. Bunlardan bana bir battaniye yapar mısın?” dedi. Arkadaşının tamam demekten başka seçeneği yoktu. Cafer’e “Elbette yaparım. Bir hafta sonra gelip alabilirsin,” dedi.

Bir hafta sonra Ayten’in elbiselerinden yapılan battaniye hazırdı. Cafer o günden sonra soğuk kış gecelerinde hep o battaniyeye sarılarak hem Ayten’inin kokusunu ve hem de sevgisini yüreğinde hissederek uyudu.

Editör: Aydın Kayabaşı

Osman Akçay
Latest posts by Osman Akçay (see all)
Visited 19 times, 1 visit(s) today
Close