Karadeniz’in hırçın dalgaları öfkesini kusar gibi fırlatmıştı ölü adamı kumsala. Gazeteci kızın soğuktan titreyen vücudu bu manzaraya o kadar alışıktı ki artık hiçbir şey hissetmiyordu. Fotoğraf çekerken, “Bundan güzel bir haber çıkar,” diye düşündü. “Cinayet mi komiserim?” diye seslendi cesedin başındaki memura. Memur ters ters bakarak, “Şeridi genişletin, kimseyi de içeri sokmayın,” dedi. Kız, omuz silkti, onlardan bir şey öğrenemeyeceğini zaten biliyordu. Etrafındakilerin meraklı bakışlarına ve fısıldaşmalarına odaklandı. “Batan geminin mürettebatındandır,” dedi biri. “O olalı çok oldu, şimdiye ceset mi kalır?” diye itiraz etti başkası. Buradan başka bir şey çıkmayacağını anlayınca yakındaki kafeye yöneldi. Her zaman en iyi bilgiler esnaftan çıkardı ve öyle de oldu. O daha yeni girmişti ki arkasından kısa boylu, tombulca bir adam hızla içeri daldı.
“Sahildeki adam bizim Cemal’miş, çok üzüldüm ya… Of… Ama belliydi böyle olacağı, kıydı demek sonunda canına,” derken başındaki kasketi çıkardı, kel kafasını sıvazladı.
“Deme yahu, intihar mı etmiş?”
“Öyle diyorlar. Hep o kız yaktı bunun başını.”
“Hangi kız?” diye atılacaktı ama bekledi, şimdi sorarsa dikkat çekeceğini bilecek kadar deneyimliydi bu meslekte.
“He, bilmem mi,” diye başka biri lafa karıştı, “kız bununla az oynamadı sonrada bastı gitti.”
“Asude üniversiteyi kazandı da gitti, başını mı bekleyecekti?”
“O zaman o kadar yüz vermeyecekti bu yarım akıllıya. Gariban nasıl üzüldüyse… Kayıkla açılmış, dediler. Bu fırtınada çıkılır mı hiç? Yazık oldu, iyi çocuktu be, severdim keratayı.”
“İntihar olduğuna emin misiniz?” Gazeteci kız ufaktan bilgi alma sırasının geldiğini anlamıştı.
“Başka ne olacak? Buralarda kimse kimseyi öldürmez, herkes tanır birbirini.” Birden sessizleştiler sanki onun çıkmasını bekliyorlardı. O da hızlıca tostunu yedi, hesabı ödeyip çıktı, biraz uzaklaşınca çaktırmadan baktı. Gerçekten de konuşmaya başlamışlardı. “Neyi gizliyorlar?” diye merak sardı onu. “Bu işte başka bir şey var.”
Adamın deniz fenerinin arkasındaki metruk bir binada yaşadığını öğrendi. Yavaş adımlarla sokakları arşınlarken fısıldaşmalara kulak kesildi. Kimse inanmıyordu buna, anlaşılan herkes tarafından seviliyordu, bu kadar sevilmeye gerçekten intihar etmiş olabilir miydi? Asude denen kız kimdi? Yoksa o mu öldürmüştü? İyi bir hikâye yakaladığını düşününce heyecanlandı. Fenere yaklaştıkça babasının uydurduğu masallar geldi aklına. Ne zaman bir deniz feneri görse içi burkulur, rahmetliyi özler bir yandan da kızardı. Hayat hiç de onun masalları gibi iyiliklerle dolu değildi. Gözleri dolmuş ilerlerken evi gördü. Kapısı açıktı; eski yatak, derme çatma mutfak, küçük bir masa ve iki sandalyeden oluşan oda nedense onda sıcak bir yuva hissini uyandırdı. Sanırım duvarlarındaki resimler, taze kır çiçekleri, küçük olmasına karşın temiz ve tertipli olmasındandı bu. Fotoğraf çekerken dışarıda bir hareket olunca korkuyla hemen çıktı. Denize bakan cephedeki bankta oturan aşırı uzun ve zayıf, zarganaya benzeyen adamı gördü. Biraz tedirgin olsa da:
“Merhaba, ben burada yaşayan adamı…”
“Cemal.”
“Tanır mıydınız?” Adam ona doğru dönünce kız gözlerinin maviliğindeki derinlikten çok etkilendi, hayatında hiç o renk göz görmemişti.
“İntihar diyorlar ama değil,” dedi sakince adam.
“Cinayet mi?”
“Hayır, buralarda öyle şeyler olmaz. Size gerçeği anlatacağım ama siz de gazetenizde tamamen doğruları yazacağınıza söz verin. Bu olay ne cinayet ne de intihar, sadece…” Sustu, sessizce ufka baktı.
“Gazeteci olduğumu nereden bildiniz?”
Adam sorusuna cevap verme gereği duymadan anlatmaya başladı.
“Cemal… Zeki biri değildi; çok saftı, çok temiz kalpliydi ama kafası çalışmazdı. Dünyaya ters gelerek hem annesine hem kendine çektirmişti. Kadın o gece ölmüştü. Babası yeni doğmuş bebeyle bir başına kalınca üç çocuklu bir dulla hemen evlendirmişler. Yeni karısı yakın zamanda doğum yaptığından oğluna bakar sanmış. Kadın bakmış bakmasına ama bunun zeki olmadığı anladıkça onu ezmeye, her işi yaptırmaya başlamış. Yıllar böyle geçerken bir gece babası denizde kaybolmuş. Kadın beklemek istemediğinden tüm mirası satıp çocuklarını da alıp gitmiş. Cemal sabah uyandığında bu metruk binanın içinde bulmuş kendini. O zamanlar küçükmüş ama kendine bakabiliyormuş. Mahalleli tarafından sevildiği için herkes ona yardım ediyormuş, öyle böyle hayata tutunmuş ama en çok da Asude’ye… Çocukluk aşkı, en iyi arkadaşı…” derken içini çekti sonra devam etti: “Okul hayatı boyunca onunla dalga geçmeyen, her koşulda yanında olan bir Asude’ymiş. Tüm okul kıza gülse de o hiç umursamazmış. Cemal de Asude için her şeyi yaparmış, öl dese ölürmüş yani.”
“O zaman?”
“Onun için intihar mı etti? Tabii ki hayır, neden öyle bir şey yapsın?”
“Asude bu arkadaşlıktan kurtulmak istediği için öldürmüş olabilir mi?”
“Asude Cemal’i çok severdi, neden öldürsün?”
“Peki, ya Cemal bunca sevginin karşılığını istediyse hem kız üniversiteye gitmiş, belki onu kendine saklamak istedi.”
“Asla! Cemal asla ona dokunmadı, aklından o tarz şeyler geçirmedi. Onun sevgisi saf ve temizdi.” dedikten sonra ses tonunun sertliğini fark edip durdu, “Küçük Hanım bu bir polisiye değil, gerçek hayat, gerçek aşk. İnsanlar birbirlerini zarar vermeden de sevebilirler. Cemal zeki değildi ama gerçekleri görecek kadar aklı çalışırdı. Asude’nin onu arkadaşı olarak gördüğünü ve kolladığını bilirdi, bunun tek taraflı aşk olduğunu da. Buna razıydı, Cemal’i tüm kasaba sevse de herkes onu küçük görür, acırdı. Bir Asude ona insan gibi bakardı, acımazdı, severdi.” Kız biraz utansa da hayatında hiç böyle saf bir sevgiyle karşılaşmadığından bir türlü inanamıyordu. Bir insan, bir insanı bu kadar karşılıksız sevebilir miydi? Peki o zaman neden öldürmüştü kendini? Olmuyordu, taşlar yerine oturmuyordu.
“Açıkçası hâlâ anlamıyorum,” dedi ısrarla.
“Dinlersen anlayacaksın. Nerede kalmıştım? Yıllar geçti, ikisi de büyüdüler, hayatları farklılaştı, Cemal balıkçılara yardım ediyor, o şekilde parasını kazanıyordu, Asude sınavı kazanıp Ankara’ya giderken harçlıklarını birleştirip konuşabilmek için telefonda bile aldılar. Akşam gele…”
“Asude akşam artık onunla görüşemeyeceğini mi söyledi? O yüzden mi intihar etti?”
“İntihar etmedi dedim ya.”
“O zaman bir başkası, belki Asude’nin ailesi artık görüşmelerini istemedi, o sebeple…”
“Küçük Hanım senin hayatında saflık kalmamış, sanırım çok fazla çirkinliğe mazur kalmışsın. Her şeyin kötü taraflarını arıyorsun?”
“Çok temiz insan da kalmadı hayatta, ne yapabilirim ki?”
“Güzel bakarsan güzel görürsün, haklısın herkes temiz değil ama sen insanların güzelliklerine bakmayı âdet edin. Öbür türlü senin de kalbin kirlenir.” Kelimeler gazeteci kızın içine ok gibi saplanmıştı. Sanki yanında konuşan babasıydı. Ne diyeceğini bilemeden sustu.
“Cemal gece içinde garip bir duyguyla ailesi onu çağırıyormuş gibi sahile koştu. Aslında Asude’nin sevdiği deniz kabuklarından bulurum, diye düşünmüştü. Ne bilsin yarım akıllı, hırçın dalgaların onu kayalıkların orada beklediğini. Hiç canı acımadı, hiç üzülmedi, hatta ailesinin yanına gitme düşüncesi onu mutlu etti. Tek üzüldüğü Asude’nin kendini suçlu hissetmesi. Onun suçu olmadığını, Cemal’in onu ne kadar saf bir sevgiyle sevdiğini anlat, bu hikâyeyi herkese anlat.”
“Siz nereden biliyorsunuz tüm bu olanları?” dedi şaşkınlıkla.
Adam gülümsemekle yetindi. O sırada telefon çalınca kız kalktı. Geri döndüğünde adamın yerinde yeller esiyordu. Oturdukları bankın üstündeyse büyük bir deniz kabuğu duruyordu.
Editör: Aydın Kayabaşı
- Deniz Kabuğu - 25 Nisan 2025