Yazar: 11:07 Röportaj

Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar

“Hem hayatlarımız hem de zihinlerimiz bir labirent gibi bu roman da biraz öyle olsun istedim.”

Gazeteci-yazar Henize Nilgün Karataş’ın yazdığı Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar adlı roman A7 Kitap etiketiyle okurla buluştu. Defne, Selma Rıza ve Sevran adlı üç karakter üzerinden geçmişle gelecek arasında bağ kurup birçok alandan beslenen kitap, yaşamın kaotik atmosferi içinde bir iyileşme hikâyesi anlatıyor. Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar kitabını Henize Nilgün Karataş ile konuştuk.

“Evrenin zamanı sonsuz olabilir, bizim elimizde ise hatırlayabildiğimiz tek bir hayat var.” Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar’ın çıkış noktasının bu cümle olabileceğini düşündüm kitabı bitirdikten sonra. Hepimiz hafızamızdaki hayatlara talibiz değil mi? Ve buna hayaller de dâhil… Ne dersiniz?

Aslında romanın çıkış sorusu şuydu, “Kendimize yeni bir hikâye yazabilir miyiz?” Ve evet anlatıcının varmak istediği nokta da elimizde hatırlayabildiğimiz tek bir hayat olduğuydu. O halde başkaları işgal etmeden önce biz kendi hayatlarımıza sahip çıkmalıyız. Bu romandaki karakterlerin yapmak istediği bu. Hayat dediğimiz şey ise geçmişin, şimdinin ve geleceğin oluşturduğu bir anlar bütünü. Buna hayaller de dahil. Kim olduğumuz, neyi hatırladığımız ve neyi hayal ettiğimizle şekilleniyor. İnsan zihni çok ilginç. Aslında sürekli kendimize yeni bir geçmiş yazıyoruz, bu geçmişin üzerine şimdiyi inşa ediyoruz, geleceği de şekillendirmeye çalışıyoruz. Oysa geçmiş hayatlarımızın ne kadarı bize ait, ne kadarı zihnimizin ürünü? Ne kadarı başkalarının zihnimize ektiği tohumlar? Bundan emin olamayız ama sonuçta hatırlayabildiğimiz tek bir hayat var. Hafıza müthiş bir şey. Hatıralar, hayaller ve travmalar birbirine dolanarak bazen ufacık bir olayı zihnimize kazıyor, bazen hiç yaşanmamış anılar yaratıyor. Defne’nin hikayesi de biraz böyle değil mi? İnsan, “Kendi geçmişini yazan bir anlatıcıdır,” dersek -bu anlatıcının ne kadar güvenilir olduğu tartışmalı da olsa da- insan hikâyenin sonrasını da kendisi yazabilme cüretini gösterebilmeli. Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar‘da karakterler bunu yapmaya çalışıyor. Bazen birbirleriyle hatta kendileri ile çelişiyorlar ama sonuçta istedikleri, kendi hikâyelerini kendileri yazabilmek ve hatırlayabildikleri hayatlarına bir anlam katabilmek. Tabii ki burada bir çabadan söz ediyorum, “son”lar ve “sonuç”ların bilinemezliği ayrı konu…

Kitabı bir ana başlıkta toplamak çok zor. Aşktan dostluğa, ölümden doğuma, kişisel ve toplumsal travmalardan mitoloji ve psikolojiye kadar birçok alt metin var ve siz bunları bir araya getirirken kör göze parmak hesabı yapmıyorsunuz. Bahsettiğim konularla ilgili bir cümle geçse bile konunun devamı akılda kalacak şekilde, geldiği yere bağlı kalarak ilerliyor. Bu dengeyi kurmak zor olmadı mı?

Bunun benim tarzım olduğunu ya da anlatıcıların tarzı olduğunu iddia edemem ama birçok temanın iç içe geçmesi hayatın tam da kendisinin öyle olması yüzünden. Temaların çokluğu aslında “varoluşun çok katmanlı yapısını” yansıtıyor. Elimizde hatırlayabildiğimiz tek bir hayat var diyoruz ama bu “tek hayat”ın içinde doğum, ölüm, aşk, dostluk, travma, aldanış, kayboluş, arayış gibi daha bir sürü şey var. Hayatı anlamlandırabilmek için tarih, felsefe, psikoloji, mitoloji, din, bilim, astroloji, metafizik gibi bir sürü de disiplin var. İşte bu yüzden elimizde ne varsa Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar‘da da o var. Denge meselesine gelirsek, hayatta bu dengeyi ne kadar tutturabiliyorsak bu romanda da o kadar tutturabilirmişiz gibi geliyor bana. Romanı okuyan kimi okur kadın cinayetleri üzerine kafa yoruyor, kimi aşk üzerine kimisi de lusid rüyalara takılıyor. Romanda adı geçen müzik parçalarını bulup dinleyenler de var. Herkes dengesini farklı bir yerde kuruyor. Bir de bana göre edebiyat müthiş bir özgürlük alanı, yazana da okuyana da geniş bir alan açıyor. Bu kocaman dünyayı neden tek bir temaya sıkıştıralım ki? Edebiyat, okura düşünme ve anlam yaratma özgürlüğü tanıyorsa Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar da bu doğrultuda farklı disiplinlerden beslenen çok katmanlı bir anlatı diyebiliriz.

Yukarıdaki soruyla ilgili olarak birbiriyle temas halinde olsalar da yine de bağımsız şekilde kendi yolunda gidebilecek meseleler bunlar. Okurun zorlanacağını düşündünüz mü?

İyi okur birazcık zorlanmaktan hoşlanır. Okur olarak ben; ana hikâye ile birlikte başka konuları da merak ettiren ve düşünmemi, öğrenmemi, araştırmamı sağlayan kurguları seviyorum. Hem hayatlarımız hem de zihinlerimiz bir labirent gibi bu roman da biraz öyle olsun istedim. Kaybolmayı göze alırsanız, yolunuzu bulmanız daha keyifli hale gelebilir. Umarım ki Defne’nin okuru olayı çözmek için çabaladıkça yalnızca bir hikâye okumuş olmasın, zihninde giderek büyüyen kocaman bir dünyaya dahil olsun. Edebiyat okurun katılımıyla oluşuyor ya Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar da okurundan sadece okunmayı değil, hikâyenin içine aktif olarak katılımını bekliyor, diyebilirim. Özellikle de finalde…

Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar, her birinin kendi hikâyesi olan Defne, Selma Rıza ve Servan arasında dönen bir metin. Kitap boyunca karakterlerin hikâyelerini birbirinden tamamen koparmıyorsunuz ancak diğer yandan bu hikâyeler ufaktan kendi yoluna bakıyor. Ki sonlara doğru da “herkesin hikâyesi kendine” diyebileceğimiz bir durum ortaya çıkıyor. Buna genel bir bakışla ve günümüzün modern yaşamına göre değerlendirmeye kalkarsak yekle bütünün bir çatışması diyebilir miyiz?

Makine krallığına doğru giden bir dünyanın içinde mekanikleşen hayatlarımızı bir şekilde idame ettirmeye çalışıyor ve kargaşanın içinde kendi hayatlarımıza odaklanmış görünüyoruz. Bunu tam olarak beceremediğimiz gibi aslında bir başkasının anlatısının yan hikâyesi olduğumuzu da unutuyoruz. Bu romanın dünyasında da durum farklı değil. Kimliklerimiz, geçmişlerimiz, travmalarımız birbirine değse de personalarımız yüzünden kabuklu varlıklarız. Hem görünmez bağlarla birbirimize bağlıyız hem de çok yalnızız. Modern dünya bireyi yücelttiğini iddia ederken, aslında onu daha da yalnızlaştırıyor. Toplumun dayattığı kimlikleri sorgulamaktansa, bize biçilen rolleri oynamak daha kolay gibi görünüyor. Ancak bu bir aldatmaca. Hepimiz gizliden gizliye de olsa kendi hikâyemizin kahramanı olmak istiyoruz ama unuttuğumuz şey şu: Diğerlerinin hikâyeleriyle kesişmeden bu mümkün mü? Defne, Selma Rıza ve Servan’ın yolları da bu yüzden çarpışıyor, ayrılıyor ve tekrar birleşiyor. Yek ile bütün arasındaki çatışma hep sürecek. Bireyin yalnızlığı ve toplumla kurduğu çelişkili bağ, insanlık tarihinin en temel çatışmalarından biri çünkü. Bağımsız olmak ile bir bütünün parçası olmak arasındaki dengeyi ararken kayboluyoruz. Belki de kaybolmak, anlamı bulmanın ilk adımıdır. Hikâyeler de paylaşıldıkça anlam kazanır, bireyin yalnızlığı ancak bir başkasının anlatısıyla birleştiğinde aşılabilir. Defne, Selma Rıza ve Servan’ın hikâyeleri de bu yüzden birbirine değiyor. Her ne kadar herkesin hikâyesi kendine olsa da varoluşumuzun anlamı ancak başkalarıyla kesiştiğinde tamamlanıyor.

Defne için ayrı bir parantez açmak istiyorum. Neden gelecekten gelen bir karakter Defne?

Öncelikle şunu söylemeliyim, Defne her ne kadar gelecekten gelen bir karakter gibi görünse de aslında geçmişi simgeliyor. Onun amacı geçmişi düzeltmek, böylece geleceği hayal ettiği gibi şekillendirmek. Çoğumuzun yaptığı da bu değil mi? Bir şekilde zaman yolcularıyız bizler de geçmişle gelecek arasında gidip geliyoruz; Defne gibi. Bu noktada Defne gelecekten gelen bir karakterdir de diyebiliriz. Defne gelecekten geldiğini sanıyor da. Okur hangi olasılığa inanmak istiyorsa o. Bu noktada şunu söyleyebilirim: Gelecek, bazen geçmişin gölgesinde şekillenir ama bazen de ona başkaldırır. Defne, tam da bu başkaldırının içinde. O, bulunduğu yere ait olup olmadığını sorgulayan, bunun için dönüşmeyi göze alan bir karakter. Romanın bir yerinde Defne’nin adını aldığı mitoloji kahramanından söz ediliyor. Antik Yunan mitolojisinde Defne, Apollon’un arzularından kaçarken kendi bedeninden vazgeçip bir ağaca dönüşen bir karakter. Bu bir anlamda, kadınların tarih boyunca kendilerini korumak için benliklerini feda etmek zorunda kalmasının metaforu olabilir. Defne’nin hikâyesi de bir dönüşüm hikâyesi olarak okunabilir. Ama bu kez Defne kaçmak yerine kendi hikâyesini yazmaya çalışıyor.

Kitaptaki anlatı biçiminize de değinmek isterim. Katman katman ilerleyen, flashbacklerle kendini unutturmayan, anlatıcı rollerinin sık sık değiştiği, tanımının gerçek anlamıyla postmodern bir dil. Bu yapıyı neye göre oluşturdunuz?

Yine belirleyici olan hayat diyeceğim. Yaşadığımız hayat lineer değil, doğrusal bir çizgide akıyor gibi görünse de öyle değil. Uyandığımız andan itibaren bedensel olarak bir şeyler yaparken zihnimiz daldan dala uçuşuyor. Geçmişle gelecek, olanla olmayan arasında bağlantı kurmaya devam ediyor. Hayat çizgisel bir anlatıya sahip değilken neden romanlar öyle olsun?

Hafızamız da kesintisiz bir film şeridi gibi değil, düzenlemeye çalıştıkça karman çorman olan bir arşiv. Bir şeyi hatırlarsınız, sonra başka bir şeyi, sonra ikisi arasında bir bağlantı kurarsınız ve işte o an yeni bir anlam çıkar ortaya. Anlatıcı rollerinin değişmesi de bunun bir yansıması. Kendi hikâyemizi anlatırken bile her seferinde bakış açımız değişmez mi? Dünü hatırlarken bugünkü aklımızla bakmaz mıyız? İşte romanın yapısı da böyle bir zihinsel yolculuk sunuyor. Postmodern edebiyatın bence en güzel yanı aynen zihnimiz gibi anlatının doğrusal bir akışa sahip olmaması, zamanın ve mekânın kırılması. Bir de postmodern edebiyatın en büyük oyunlarından biri, okuru “geleneksel anlatı” konforundan çıkararak ona aktif bir deneyim sunması. Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar da bu bağlamda okurunu, olayları çözmeye, anlamları birleştirmeye ve kendi hikâyesinin anlatıcısı olmaya davet ediyor.

Kitabın devamı için açık bir kapı var kanımca: Defne Bebek. Var mı böyle bir ihtimal?

Elbette Defne’nin hikâyesi bir noktada bitmiyor, çünkü bazı hikâyeler anlatıcısından bağımsız olarak yaşamaya devam eder. Belki Defne Bebek, belki başka bir yolculuk… Okurlardan bazıları Defne’nin gelecekteki hayatını merak ediyor, bazıları da Selma ve Servan ile tekrar buluşup buluşmayacağını… Ben şu anda başka bir karakterin hikâyesinin peşindeyim, yeni bir romanın araştırmalarını yapıyorum. Yollarımız Defne, Selma ve Servan’la zamanın bir yerinde yeniden kesişir mi? Bunu zaman gösterecek…

Burak Soyer
Latest posts by Burak Soyer (see all)
Visited 30 times, 1 visit(s) today
Close