Sadık Hidayet’in Anısına -I-
Odamdayım. Hatırlayabildiğim tüm isimleri bir kâğıda yazmaya çalışıyorum. Bir mürekkep gibi akışkan, kapkara zihnimi kurcalıyorum. Ne zamandır böyle yalnız kalmamıştım. Odamın etrafını saran dumanlar, kanserli bir hırıltıyla açığa çıkıyor. Doktora gitmem gerekiyor. Büsbütün yok olmayı da yeğleyebilirim. Uzun zamandır ölümle ilgili şeyler düşünüyorum. Sadık Hidayet’i okumaktan usanmam gerektiğini fark ediyorum. Sonra da “kim düşlememiştir ki ölümünü” diye düşünüyorum. Çok sarhoş bir gecenin ardından gelen maddi acımasızlığın oluşturduğu nefretle kendimden tiksiniyorum.
Kapıya vuruyorlar. Perşembe gününden beri odamdan çıkmadığım için birilerinin aklına gelmiş olmalıyım. Fakat bu da mümkün değil, ne kadar yalnız olduğumu bir ben biliyorum. Biraz müzik dinlemek için ayağa kalkıyorum. Kapının altından içeriye doğru süzülen vicdansız gölgelerden korkuyorum. Küçüklüğümden beri yeteri kadar cesur olamadığım için sinirleniyorum. Ailemin çalışmaları sonucu oluşmuş olan kişiliğimi, kaldırıp çöpe atmak istiyorum. Ne yaptıysam değişemiyorum. Bir su birikintisinin etrafında çıkan cılız ot zerreleri gibi bir geyiğin gelip de beni yutmasını istiyorum.
Çekmeceyi açtığım zaman gördüğüm manzara karşısında şaşkına döndüm. Ne zaman yazmıştım bunca mektubu, hatırlayamadım. Perşembe gününden beri dışarı çıkmadığımı da biliyorum ama bugün hangi günde olduğumu bir türlü kestiremiyorum. Bu bulanıklığın getirdiği tuhaf hissi tanımlamaya çalışırken bir sigarayı tersinden yakıyorum. Tarkovski’nin ilk filmlerindeki çılgın ve çok acı çeken Ruslar gibi oturuyorum. Pencereyi tokatlayan su damlalarının içinde ateş görüyorum. Elimdeki sigarayı içmeye çalıştıkça bir süngeri soluyorum. Şakaklarımdaki boşluk artıyor, arttıkça gözlerim kısılıp yuvasına göçüyor. Kafamı aşağıya eğdiğim zaman gözbebeklerimin üçer tane yansımasını görüyorum. Mutfak rafındaki viski bardağını alıp ona su doldurmak istiyorum. Yerimden kalkmaya çalışırken şakaklarımdaki boşluk artıyor. Beynimin bir ceviz gibi kafatasımda sallandığını duyuyorum. Bunların hepsi bana acı veriyor. Yatağıma yatmamla burada oturuyor olmam arasında hiçbir fark olmadığını anlıyorum. Uzun zamandır yalnız olduğum için kendime kızıyorum. Kendime dokunduğum zaman, dökülen bir deriyle karşılaşıyorum. Bu da acı veriyor. Sigarayı içmekten vazgeçtiğim anda kafamın üstünde çiftleşen kaplumbağalar görüyorum. Bu bana korku veriyor. Yalnızlığımın geçtiğini, büsbütün yok olduğumu düşündüğüm anda hayvanlar görüyorum. Bir rüyadaki gibi hızlıca geçip giden zamanın içinde; yırtıcı kuşlarla, köpeklerle, kedilerin türevleriyle dost oluyorum. Yatağıma gitmek istiyorum, oturduğum koltuk beni tutuyor. Yağmurun sesi beynimi patlatıyor. Yaşamayı sevmediğimi anlıyorum. Yaşamayı sevdiğim herhangi bir an olmuş muydu, hatırlayamıyorum. Ama birini sevdiğimi biliyorum. Gözümün önündeki masmavi gözleri ona benzetiyorum. Kendime düşman oluyorum. Savaşıyorum. Savaştıkça elimdeki sigarayı içmeye devam ettiğimi fark ediyorum. Ölüme yaklaşmaya çalışırken, dünyaya bağlanıyorum. Nefretim artıyor.
Yatağıma yattıktan sonra şakaklarımın çığlığı sönsün diye ayaklarımı yere koyuyorum. Dünyanın dönme hızı beni rahatlatıyor. Odamın kapısındaki karartılar üzerime doğru geliyor. Dans eden kadınların arasında kendi yansımamı görüyorum. Nasıl da çirkinim. Nasıl yaşıyorum kendimle? Ölmek için geldim diyorum. Ölmek için geldim. Nasıl olur da birini sevmiştim? Bedenime, yaşaması için müsaade vermiştim. Gafletimi doyuramıyorum. Güvercin gerdanı gibi ışıldamak, maviyle kırmızı arasında renk değiştirmek istiyorum. Neden bir gökkuşağı değilim? Neden bir başı ve bir sonu var bu bedenin ve nasıl olur da insanda bir hazinenin olduğuna inanılır?
Uykum geldikçe başımın dönmesi azalıyor. Çığlık çığlığa öksürüyorum. Ciğerlerim bana yetmiyor. Midemin içinde mayalanan bir avuç hamurdan ibaret olduğumu düşünüyorum. Kimseyi kendime sürüklemek istemiyorum. Öksürmemek için daha dik oturuyorum. Öksürmem bitmiyor. Nefes aldıkça bir akrep boğazımı deşiyor. Düşünmemek için her şeyi yapıyorum, olmuyor. Yatağımı, ben içindeyken yakmak istiyorum. Ölümü çok istediğim halde ondan korkuyorum. Tutkulu bir kadın gibi beni sarıyor, aynı anda binlerce defa var olup bir o kadar da yok oluyorum. Litrelerce su içmek istediğim için ayağa kalkıyorum. Saatlerdir susuzum. Evde su kalmadığını fark ediyorum. Bu, Perşembe gününden beri yedinci kez oluyor. Yatağıma doğru yürürken bedenimin bir paspas gibi zemine yayıldığını hissediyorum. Zehirli bir küf yığınına dönerken; mikroplara, kötülüğe, kokuşmuş yeşile eviriliyorum. Bu şekilde yok olurken hızlıca çürüyorum. Çürüdükçe daha fazla çürüyorum. Ölmeyi istiyorum. Çürüyorum.
- Çürüme - 10 Eylül 2020
- Kolunu Belime Sardı - 6 Haziran 2020
- Salinger’a Ağıt - 5 Mayıs 2020