Bu hayatta tek bildiğim, sanırım hiçbir şey bilmemiş olmamdı. Bir insana yaşatılabilecek en büyük hayal kırıklığı bence bunu öğrenmek. Bugün bu hayal kırıklığına uyandım. Ağırlaşmış ruhumu, ağırlaşmış bedenimden ve düşüncelerimden zorla kazıdım. Uzun zamandır benim için uyumak ayrı uyanmak ayrı derttir. Ruhum uçup gitmek istese de yapamaz.

Yaşanılan bütün şeyler için gitmek bir çözüm belki. Düşündüğümde neler neler gidiyor. Dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluklar… Dün konuştuğun insanlar hem bedeniyle hem ruhuyla birdenbire kopmuyor mu? Şimdi düşünüyorum da şu oturduğum dertli masadan kalkıp, arkamı dönüp gittim diye suçlarlar mı beni? Kendimden başka herkesi hala düşünüyorum. Sanki bu hayatı ben yaşamıyormuşum gibi düşünüyorum.

Yaşanılan şeylerin çok büyük olmasına rağmen çok ufak bir evde yaşıyorum; ve ben artık bu evden de gidiyorum. İki kepçe dert doldurduğum eski tabaklardan, sinirlendiğinde bana doğru fırlattığın yıpranmış eşyalardan, sesinle inlettiğin ve etrafın duymaması için dua ettiğim ince duvarlardan da gidiyorum. Yemeğin tuzu az olmuş, çayın şekeri gelmemiş diye elinin tersiyle döküp kirlettiğin masa örtüsünü, gömleğin ütüsünü beğenmediğin için duvara vurup kırdığın, senden daha fazla zaman geçirdiğim ütüyü de terk ediyorum.

Ayrıca anılarımı da terk ediyorum. Az da olsa bana söylediğin güzel sözleri, benim sana inandığım kısa zamanları, beni üzdüğün için benden içtenlikle dilediğini sandığım özürleri de terk ediyorum. Bu aralar eski fotoğraflara bakıyorum. Kendimi sana yakın hissedebildiğim günleri düşünüyorum. Kahır dolmuş yüzümü her yerden, her yaşımdan tanıyorum. Pikniğe gitmeden önce kavga etmiştik, dost ziyaretine gitmeden bir önceki gün ütüyü kırmıştın, dostlarımızı evde yemeğe ağırlayacağımız günün öncesi, senin elinin tersiyle devirerek kirlettiğin ve benim lekesini çıkaramadığım masa örtüsü için tartışmıştık. Ben o resimlere bakıp sahte gülüşlerime aldanamıyorum, iyi şeyler de yaşamışız diyemiyorum.  Belki de en çok bu yüzden gitmek istiyorum.

Takvimler bugün kırk beş yaşıma girdiğimi söylüyor. Gel gör ki ne görünüşüm ne de ruhum bu yaşa ait. Yıpranmış beyaz saçlarıma, yaşıma göre fazlaca kırışmış yüzüme bakıp beni sevenler sıklıkla şunu diyor. “Az kendine bak canım. Çok yaşlı duruyorsun, çok yaşlı giyiniyorsun, çok kilo almışsın.” Çok, çok, çok ile başlayan cümleler. Sanki bu halime onlar sebep olmamış gibi…

Ve çok düşündüm kendimi bile terk etmeyi. Önce “Neden yaşıyorum?” dedim. “Bu hayatta anlamım nedir?” diye defalarca sordum. Beni çok seven ama aramayan dostlarım mı? Derdimi dinlerken gözlerini deviren akrabalarım mı? Acımasızca beni eleştiren, sözde beni seven ve yanımda olan eşim mi? Bu sefer böyle dediğime ve hala yalnız hissettiğime göre çok bir anlamım yok diyorum. Kendin için yaşa deseler de etrafın ile nefes alınabileceğini bilecek yaştayım.

Her yeni yaşımda dilediğim dileğimi bu sefer dilemiyorum. Sosyal medya olmasa doğum günümü hatırlayan da yok zaten. Eşim her yıl çiçek gönderir, göndermeden önce de çok mutlu bir çiftmişiz gibi fotoğrafımızı paylaşır. İkimiz dışında herkes mutlu olduğumuza inanır. Ben o resimlere bakınca o kahır dolu ama gülmeye çalışan sahte yüzüme ve benden daha güzel olan çiçeklere bakar, derin bir iç çeker ve beni tebrik edenlere teşekkür ederim; ama bu yıl, bugün etmeyeceğim.

İşte öyle diyorum sevgili kâğıt. Benim içimi açıp beni dinlediğin için bence tek teşekkürü sana borçluyum ve seni yırtıp attığım için de özür diliyorum. Defalarca dediğim gibi yine aynı şeyi, bir öncekine göre daha yorgun bir sesle söylüyorum: Ne yapayım benim de kaderim buymuş…

Visited 4 times, 1 visit(s) today
Close