İnsan, kandırmaya ve kandırılmaya muktedir bir varlıktır. Bu cümleyi istemsizce sarf ettiğimde, bana doğru aklınızın gıyabında bir sürü soru yöneldiğini görüyorum. Hayatı iyi gözlemleyen, algının ötesine geçebilenler ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Salt duygu ve düşüncelerin yaratacağı bir varsayımla bunu söylemem doğru olmayacaktır. Bir tiyatro oyununu düşünün. İnsan; en iyi rolünü ifa etmek için bütün enerjisini döker sahneye. Daha önce deneyimlediği provalar ile çoğu zaman rolünü başarılı bir şekilde oyuna aktarır. Seyirciler, kendilerine ayrılan bölümde yerlerini aldıklarında sahnelenen oyunun sahici bir yaşamdan aktarıldığını bilerek gerçek olmayan bir kesiti odaklarına gerçekmiş gibi izleme gönüllülüğünü esas alırlar. Hayat bir sahne değil midir zaten? Biz de bu sahnede hem seyirci hem de oyuncu olduğumuzu tecrübelerle ediniriz. Bize ayrılan alanda hem rolümüze bürünüp oyunumuzu inşa ederken, aynı zamanda iyi gözlem yapma onuruna erişiyoruz. Hayatımız, her gün farklı rollerle oynadığımız gerçek bir oyun alanıdır. Provası olmayan, her hatanın bedelini ağır ödediğimiz sahnede gerçek bir oyun…
Aslında, çoğu zaman aldatmaktır kendimize veya karşımızdakine rol biçmek ya da atlamaktır üzerinden uygun düşmeyenin, çıkarımıza ters düşeni egale ederek açısı bize yakışanı bulabilmek. Ayarlamaktır veya bize yanlış gelen eyleme yön vererek amacımız olanı sürdürebilecek için ter dökmek. Arzuyu taşıyabilmek de olabilir inatla, rol arkadaşımızı üzmek veya mutlu etmek için yalanın bize uygun düşmeyen pergelini çevirebilmek…
Üniversite yıllarımda William Shakespeare’in bir oyununu izlemiştim. Oyunun ana karakteri Lago:”Ben göründüğüm kişi değilim.” sözünü duyduğumda ilk başta üstü kapalı ama derin bir cümleye çarptığımı fark ettim. Oyunun ilerleyen sürecinde Lago’nun ağzından dökülen bu söz, aslında rol yapmanın ve kandırmanın özünü oluşturan oyunun ana hatlarından biri olduğunu anladım. Oyun boyunca Othello’yu ve başkalarını manipüle ederek büyük trajediye sebep olur. Shakespeare, aslında burada yalanın sadece sözle değil davranışla nasıl yapıldığını gösterir. Bu oyunun doğuş süreci, Shakespeare’nin insanların birbirlerine karşı eylemlerini iyi gözlemlemesi, psikolojik süreçlerin yarattığı onarıcı ve tahrip edici duyguların iyi analiz edilmesi sonucu ortaya çıkardığını söylersek yanılmış olmayız. Yaşam sürecimiz boyunca bize biçilen rolleri iyi oynadığımız kadarıyla mutlu oluruz. İstencimiz dışında kalan rollere bürünerek üretebildiğimiz argümanlar kadarıyla ayakta durabiliyoruz. Beğenmediğimiz kılıflara giremediğimizde ya da bize ters düşen rolü oynayamadığımızda, sorunlar silsilesi baş gösterir. Bu da beraberinde yaşanılacak acıların kapısını bize ardına kadar aralar.
Fernando Pessoa’nın eserlerinin çoğunda işlenen temalar; sahte kimlikler, maskeler ve içsel aldatmalar…Öyle bir yazar ki, kendi varoluşunu bile bir sahne gibi görür. Rol yapmanın en içsel haline verdiği sürekli örneklerden biridir kendini kandırmak. İnsan her gün kendini kandırır mı? Aslında evet cevabını verebilecek bir sürü kanıtla yanıt veriyorum. Çevresini çepeçevre saran insanlara karşı gücü oranında karşılık vererek, arta kalan zamanında kendine yönelerek iç muhasebesini yapması sonucunda kendisini kandırma meşguliyeti ile oyalanır.
William Shakespeare bin beş yüzlü yıllarda bu tespitlerde bulunurken, Fernando Pessoa ise bin sekiz yüzlü yıllarda onun düşüncesine paralel doğrultuda ilerlemiştir. Arada üç asır geçmesine rağmen, bu düşünürlerin aynı duygu ve fikirlerini farklı kelimelerle aynı noktaya vararak aktarmaları bizi şaşırtmamalı. Bizim belirttiğimiz yaşam sorunsalının çoğu ayrıntısal yolunda yürütülürler. Rollerin derinlerine indikçe gerçek yüzümüzle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Herkesten kaçabildiğimiz zamanlarda içimizde baş gösteren huzursuzluk aslında ruhumuzun çıplak halini gözlerimize karşı sunumunu gerçekleştirir. Bu noktadan hareketle iki yazar, karşılıklı oturup aynı şeyleri söyleyebilme gücüne erişmeleri rastlantısal
değildir. Ben gördüğüm kişi değilim diyen kişinin, zaten sahte kimliklerin yarattığı aldatmaları kastettiğinin farkındasınızdır. Kendi varoluşunu bir sahne olarak görüp rolümüzü ifa ettiğimizde karşılaştığımız yıkımlar birbirini tamamlayan sonuçların listesinde sadece bir sebeptir.
“Yalanın İcadı”, Ricky Gervais’in yazdığı ve yönettiği, yalanın olmadığı bir dünyada geçen komedi filmi. Mark adındaki bir adam, işinden kovulduktan sonra kendini kurtarmak için yalan söylemeye başlar ve bu durum, dünyayı derinden etkiler. Film, yalanın olmadığı bir dünya kurar. Herkes her zaman doğrulukla konuşur ve yalan Ricky Gervais’in canlandırdığı Mark, sıradan bir adamdır. Mark’ın yalan söylemesi, toplumda büyük bir şaşkınlık yaratır. İnsanlar yalanın ne olduğunu anlamaya çalışırken, Mark’ın yalanları sayesinde hayatlarında birçok değişiklik yaratır. Yalan söylemek, insanın yeni rollere bürünmesinin başlangıcıdır. Biz bu rolde kendimizi geliştirerek, herkesin yeni duygular yaşamalarına yardımcı oluyoruz. Böyle bir hayatın var olduğunu düşünün! Hayatı zamanın penceresinde ne kadar ilerletebiliriz? Zaten yaşamda oluşan tıkanıklıkları açmak adına farklı rollerimizi edinerek söylediğimiz yalanlar vazgeçilmezimiz değil midir?
Zararsız veya yıkımlar yaratan yalanları karşımızdaki insana karşı oynayacağımız role göre belirleriz: İşten gelen bir babanın yorgun olmadığını söyleyerek, küçük kızının elinden tutup parka götürmesi… Dışarıya arkadaşlarıyla buluşmak için sevgilisinden izin alamayan bir gencin hasta numarası yapması… Doktorun iki aylık ömrü kalan bir hastadan gerçeği saklayıp yakınlarına haber vermesi… Hepimiz karşılaştığımız bir kişiyle selamlaşırken bize yöneltilen “Nasılsın?” sorusuna verdiğimiz “İyiyim” cevabı… Buradan yola çıkarak milyonlarca söyleyebileceğimiz yalanları sıralayabiliriz. Hepimiz, her gün kendimize yakışan yüzü giyinerek rolümüz doğrultusunda yalanımızı söyleriz. Hepimiz her gün herkese yalan söyleriz. Büyük veya küçük, aldatacağımız kişiye göre değişkenlik gösterir rol biçtiğimiz eylemler. Kendimiz olamadığımız bu dünya, başkası olduğumuz sürece yaşanılabilir olacaktır. İnsan, gerçekliğinden kaçamaz. Yarattığımız gerçekliğin temelini uygun rollerin yarattığı yalanlarımızdır.
Editör: Nisa Demirtaş
- Biz Göründüğümüz Kişi Değiliz - 22 Haziran 2025
- Aklımızın Gerisindeki Çağlarda - 29 Mayıs 2025
- Hayaller Sözlüğünün Torbası - 15 Şubat 2025