Yazar: 16:30 Öykü

Ben Leyla Değilim

Elleri yürütecinin kollarını sımsıkı kavramış. Adımları yorgun. Nefesi zorda.  Koridorun sonundaki odasına zor atıyor kendini. Tek isteği sonsuza kadar uyumak.

Düşünde onu görüyor. Babasına en çok ihtiyacı olan o yaşlarda. Çocuk saflığında. Mutluluğu elindeki renkli balonun içinde. Sadece gözlerini görüyor.  Aklından hiç çıkmayan, her gece rüyalarını süsleyen o gözleri. Belki de hatırladığı tek şey. Sis bulutunun içinde birdenbire koşar adımlarla uzaklaşıyor. Yüzü hayallerin gölgesinde. Alnında öbeklenen ter damlacıklarıyla odanın ilaç ve rutubet kokan havasını ciğerlerine dolduruyor. Gün ışığı perdenin arasından sessizce odaya sızıyor. Zaman, onu terk ettiği yıllarda kalmış. Geceler gündüze, gündüzler geceye eviriliyor. Onun için fark etmiyor artık. Üşüyor. Üstünü sadece toprağın örtmesini bekliyor.

Bir el uzanıyor yüzüne düş aralığında. Hayalle gerçek arasında. Anlamlandıramadığı boşluklarda onun ismini sayıklıyor sürekli. Adını ağzına almadığı yılların suçluluğuyla. Keşkelere artık yer yok. Ağzından mırıltı gibi tek ses çıkıyor. Aysel daha da yaklaşıyor yaşlı adamın bitmiş tükenmiş nefesine. Dediğini daha iyi duyabilmek için. “Leyla geldin mi?” diyor adam. Hırıltıyla karışık bir nefes sesiyle.  

“Ben Leyla değilim,” diyemiyor. Nasıl desin kızı olmadığını, hatta hiçbir şeyi olmadığını. Sadece ölüm döşeğindeki yalnız bir hastaya refakat eden kendi halinde bir hastabakıcı olduğunu. Yaşlı adamın yataktan kayıp boşlukta istemsizce sallanan elini hafifçe tutuyor. Yabancılık çekmiyor Aysel. Yıllardır bu hastanenin içinde. Evi gibi oldu bu kasvetli duvarlar. Gizli bir haz duyuyor mesleğinden. Bir nevi oyun gibi onun için. Bir gün geliyor Aysel oluyor, bir gün geliyor Zümrüt. Sevdiği filmlerdeki ajanlar gibi sürekli kimlik değiştiriyor. Hastanedekiler de biliyorlar sürekli isminin değiştiğini. Kimse kendi ismini zikretmiyor. Değişik adlarla sesleniyorlar ona. Hastalar son yolculuklarına çıkmadan önce sessizce eşlik ediyor onlara Aysel. Kimi zaman hastanın karısı, kimi zaman kızı, bazen de ölmüş anası oluyor. Rolünü usta oyunculara taş çıkarırcasına oynuyor. Hayıflanıyor bazen, babasına inat okumadığı için. Ölüm kokusu sinen gençliğinin aksine var gücüyle çabalıyor. Evde onu bekleyen, ondan medet uman üç küçük can için.

“Geldim baba geldim,” diyor yumuşak sesiyle. Baba dediği adam ölümün sıcak nefesinde. Leyla oluyor bir anda. Yıllar önce bir kadın uğruna terk ettiği, gittiği yıllarda çocuk olan kızı oluyor. Dünyadaki son hatırasını güzel yaşasın istiyor Aysel. Kimsenin gözü açık gitsin istemiyor. Onun da hayattaki misyonu bu. Bir nevi arabulucu. Giderek soğuyan parmakları, sıcacık avcunun içine alıyor. Sımsıkı kavrıyor. “Benim baba, küçük kızın Leyla,” diyor usulca kulağına. Sözcükler odanın ölüm kokan havasında asılı kalıyor. Bedeninin bağlı olduğu makineden değişik sesler geliyor. Kızının ismini duyar duymaz soluk alış verişi değişiyor. Yaşamdan vazgeçmiş bedeni yaşamak ister gibi. Son pişmanlıkların dili olsa konuşsa.

Yüzünde güzel günlerden kalan eski bir gülümseme. El ele oldukları nadir anlardan. Dönme dolapta karşılıklı oturuyorlar. En üstte durduklarında küçük kız korkuyor. Babası sıkıca sarılıyor, hiç bırakmayacakmış gibi. Kız bir daha yaşayamayacağı güven hissiyle, lunaparkın masalları andıran manzarasını izliyor. Çok mutlular. Yaşamdaki son görüntüsü güzel ve eski günlerden kalan minicik bir kesit. Yüzündeki tebessüm daim oluyor. Makineden garip bir ses çıkıyor. Yaşlı adamın başı hafifçe yan tarafına düşüyor. Ruhu biraz sonra, odanın açık olan kapısından çıkıp gidecek. Yüzü pudrayla boyanmış gibi bembeyaz. Aysel avucunun içinde kaskatı olan eli yavaşça yatağa bırakıyor. Bildiği bütün duaları okuyup üflüyor vedalaşırken. Yıllardır sayısız kez yaptığı gibi koridora çıkıp büyük bir sakinlikle doktorlara haber veriyor. 

Kimse ölünün hangi kalp kırıklıklarıyla gittiğinin ya da yaşayamadıklarının derdinde değil. Bir an önce ölüm saatini yazıp yemeğe çıkma telaşındalar. Bir tek Aysel alışamadı bu duruma. Kısa süreli de olsa baktığı hastalarla bir bağ kuruyor. Onların acılarını, hüzünlerini kalbinde hissediyor. Gözlerinden yaşlar süzülüyor yanaklarına. Uğurladığı, eşlik ettiği bütün hastalar geliyor gözünün önüne. O sırada odanın kapısı yavaşça açılıyor. İri yarı, işe yeni başlamış iki hastane görevlisi ölüyü koyacakları sedyeyle odaya giriş yapıyorlar. Yüzlerinde acıya dair en ufak bir iz bile yok. Suratları ifadesiz. Görevlerini hızlıca yapıp gitmenin peşindeler. Görevlilerden biri ölünün yüzünü örteceği sırada aniden duruyor. Ağlamaktan eli yüzü şişmiş Aysel’e “Kızı mısınız?” diyor. Ölüm suskunluğunda kalıyor Aysel. “Ben Leyla değilim,” diyemiyor.

Editör: Gülhan Tuba Çelik              

Gülin Eren Saygın
Latest posts by Gülin Eren Saygın (see all)
Visited 22 times, 1 visit(s) today
Close