Yazar: 14:30 Kitap İncelemesi

Aylak Adam’ın -Geceli Gündüzlü- Düşleri

Sevtap Ayyıldız’ın kaleme aldığı, sıradan yaşamlara yüklediği türlü anlamlarla donatılmış öykülerden oluşan Aylak Adamın Düşleri adlı kitabı, kimi zaman rüyayla gerçek arasında, kimi zaman da rüyanın öte yakasında gezinerek okuru bulanık bir suyun içine bırakıyor.

Sevtap Ayyıldız, İstanbul’da, Heybeliada’da doğmuş. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun olmuş. Uzun süre felsefe öğretmenliği yapmış. Pek çok dergide yazıları yayımlanan ve Denizini Arayan KadınlarBelleğin Bahar TemizliğiNe Mutlu Apartmanı adlı üç öykü kitabı bulunan Ayyıldız’ın son kitabı Aylak Adamın Düşleri kısa süre önce SRC Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu. Sıradan yaşamlara yüklediği türlü anlamlarla donatılmış öykülerden oluşan Aylak Adamın Düşleri, kimi zaman rüyayla gerçek arasında, kimi zaman da rüyanın öte yakasında gezinerek okuru bulanık bir suyun içine bırakıyor. 

Toplam on yedi öyküden oluşan Aylak Adamın Düşleri, zincirlerinden kurtulmuş zihinlerin ufak bir dürtüyle harekete geçmesiyle makas değiştiren metinleri bir araya getiriyor. Ters köşe sonlarıyla kendini gösteren öykülerin kahramanları, hayatın sillesinin “sadeliğiyle” demlenmiş, kahrın bin bir çeşit halini en derin yerlerinde hissederek yaşarken ya da yaşamaya çalışırken, tuttukları dalın da kendilerine ihanet etmesiyle çıkmaz sokağı kapatan duvarın karşısında dımdızlak kalıveriyorlar. Mazinin getirdiği sağlam yükle, şimdinin ağırlığı altında ezilirlerken çıkış yolunu düşlerde arayanların mecburi aylaklığı, hayatın karşısındaki umarsızlıklarıyla bir araya gelerek onları topyekûn bir düşsel flanörlüğe götürüyor. İmkânsızlıklarla, insana, yaşama karşı olan inancın terazide milim kıpırdamaması yüzünden hülyalara sarılan karakterler, umutlarını hiç gelmeyecek baharlara bırakarak peşlerinden gelmekten vazgeçen hayatlarına en sağlamından bir “Eyvallah!” çekiyorlar. 

Sevtap Ayyıldız, Aylak Adamın Düşleri’nde, kelimeleri, cümleleri çok fazla kurcalamadan, onlarla çok fazla oynamadan direkt mevzuya giriyor. Ancak öykülerin gidişatındaki müphemlik onun en gizli “silahı” oluyor ve öykü sonlandığında okuru bir afallamadır alıp gidiyor ve şöyle cümlelerle bizi baş başa bırakıyor: “Duvarlar üzerine gelmeye başladığında artık okuyup yazamadığı zamanlar. Harflerin ona ihanet ettiği, kısa bir notu bile saatlerce uğraştıktan sonra o da okula yeni başlayan bir çocuğun çizgileriyle yazabildiği en zor dönem. Annesi kızım nazara geldi dedi, herkesin dilindeydi. Kasabada ilk defa bir kız yüksekokul okuyacaktı. Gözleri çıksın diye ilendi kapı komşusu, hocaya götürmek gerek. Bir tane yetmedi üç hoca dolaştılar, muskalar yazıldı, okunmuş sular içirildi ama Naciye gittikçe kötüledi. Komşuların sonu gelmez soruları yüzünden eve kapandı ana kız. Sonra bir gün kapılar çarpıldı, sokağa çıktı Naciye. Adı çıktı deliye. Çocukların önce korkuyla sonra acımasızca yaklaştığı, bir zamanlar gönlü olanların peşine düştüğü deli kız. Hava kararıncaya, annesi onu buluncaya değin dolaştı sokaklarda. Kimi eteğini kaldırdı, kimi etini sıktı, memesine dokundu, bir şey hissetmedi. Nefes aldı, kafasının içindeki uğultular azaldı, öncesiz ve sonrasız, sadece yürüdü.

Editör: Melike Kara

Visited 33 times, 1 visit(s) today
Close