Yazar: 19:35 Anlatı

Aydın’ın Kardeşi

Eni sonu pes ettim. Yaşama, ucundan kıyısından tutundum tekrar. Yıllarca kamuya girmek için sınavlara hazırlandım. Olmadı. Başarısız olduğumdan değil elbette. Saçlarım genç yaşta beyazladı. Önce yanlardan, sonra tam tepeden dökülmeye başladı. Saçlar önemli değil, ancak gözlerimin feri söndü. İçimdeki coşkunluk yitip gitti. Hepsi bu sınav, yıllarca süren bu sınav süreci yüzünden oldu.

Gecekondu mahallesinde açılan bir eğitim kursunda işe başladım. Rehber öğretmen olarak ben, sınıf öğretmeni olarak ellili yaşlarına gelmiş, müşfik bir aile babası olan Garip, bekçilik haricinde her işi yapıp para kazanabilen, gözü açık mı açık bekçi Aydın’la üç kişilik bir ekibiz.  Eğitim kursunun eğitimle alakası bulunmuyor, zira öğrenciler sadece internete bağlanıp oyun oynamak için geliyorlar. Ders ve denetim yok. Mahalleye yapılan dev bir eğitim hizmeti. Binanın duvarlarından sarkan dev afişler, dev vaatler… Biz de beyaz önlüklerle dolanırken bina içinde aslında tek işimiz olan vakit öldürmekle meşgul oluyoruz.

Kısa sürede tuşlu telefonumu satıp normal bir telefon alıyorum. Biraz üst baş, açılan banka kartı hesabı, ayaküstü yenilen tavuk dönerler. Zaman tek düze ilerliyor.

Öğle tatilinde yemekten sonra çay içerken Garip ve Aydın her zaman ya bir pazarlık içinde oluyor ya da bir yerin, bir şeyin ederinden, değerinden bahis açıp tartışıyorlar.  Kurban bayramı yaklaşıyor. Aydın, köyünde kurbanlık besliyor, kurban bayramı için Garip’e yüksek kârla kurbanlık satmak istiyor. Bugünkü öğle muhabbetlerinin konusu da bu.

Aydın çayını alıp gelmiş, Garip’in karşısında oturmuş.

“Öyle mi Garip Hoca yav?” diyor. Sırtı pek, karnı tok. Ardı arkası var. Malı mülkü, akrabasıyla güçlü hissediyor kendini. Garip de her zamanki gibi mahcubiyete dayalı sakinlik içinde. Garip, Aydın’a bakıp sağ elini havaya kaldırıyor. İşaret parmağıyla baş parmağını birleştirip öğütler gibi Aydın’ı cevaplıyor.

“Olur mu Aydın? Çok söylüyorsun. Marda pazar diyorsun ama çok istedin.”

“Yav hoca, başkaları gibi hile yapmıyorum ha!”

Garip, gülümseyip sen kaçın kurasısın der gibi küçümsüyor Aydın’ı.

“Hile yapmadığın için ederinden fazlasını istemen hakkın mı? Bunu kendine hak mı görüyorsun?” diyor Garip. Aydın küçümseyici tavrı hisseder hissetmez toparlanıyor.

“Hoca, hakkımızı istiyoruz yav,” diyor. “Başkaları gibi hayvana su mu basalım, tuz ekmek yedirip hortumu gırtlağına mı sokalım?”

“Günahtır Aydın, günah.”

Aydın’la Garip’in muhabbeti beni sarmıyor, vakit geçsin, mesaimiz dolsun diye dinliyorum. Aydın kendini sıkışmış hissederek bana dönüp onaylamamı istiyor.

“Sen ne dersin İsmail Hoca yav?” diyor. Zoraki gülümsüyorum.

“Beni karıştırmayın Aydın! Aranızda halledin, anlaşın.” diyorum.

İyice sıkılıyorum. Kulübeden dışarı çıkıp bir sigara yakıyorum. Bir ağaç gölgesi arıyorum, yok. Gökle yer arasında tirşe bir çizgiyle uzanıp giden şehre bakıyorum. Yaşama nasıl katılacağım bundan sonra? Ne iş ne meslek doyumu, hak getire. Emeğim elime verilmiş hissediyorum. Uzun uzun dalıp gidiyorum. Yaşam sesten, görüntüden ibaret. Ses ve görüntü var fakat anlam yok. En son ne zaman yaşamdaydım? Yıllarca sabahtan gecelere ezberler yaptım. Formüller, kısaltmalar… Sorular, soru bankaları birer birer bitti. Ardı adına deneme sınavları. İyi puan, ardına güzel umutlar. Sonuç hep hüsran, hep hayal kırıklığı… Fakat bunların yanında insanlara ne oldu? Birçok arkadaşım vardı. Güzel güzel insanlar etraftalardı. Sesler, renkler gittiler. Hayat, zaman, mekân grileşti.

Sigaramı içip Aydın ve Garip’in yanına dönüyorum. Garip, abdestini almış. Elleri, kolları ıslak. Kurulanıp namaza gidecek. Aydın dalgın dalgın başını öne eğmiş.

Garip, kolunun, ayağının, başının ıslaklığının bir kısmını üstünde kurutup bir kısmını nemli bırakarak acelece namaza gidiyor. Ben de telefonla oynuyorum. Aydın kafasını kaldırıyor.

“Hoca yav,” dedi. “Sana işim düştü. Bana bir akıl ver.”

“Estağfurullah, elimden geldiğince Hayırdır?” diyorum.

“Benim küçük kardeş Hoca yav. Korkuttu beni bugün. Resimler çiziyordu evvelden beri. Bugün çizdiklerine baktım. Allah’ım, tövbeler olsun. Garip garip şeyler. Korktum, kimseye de bir şey demedim.”

“Ne çizmiş ki korktun?”

“Valla hoca, Allah esirgesin, herhâlde buna musallat olmuşlar. Yarın getireyim de bir konuş. Senin aklın basar. Bana bir yol göster.”

Öz değerim, öz saygım o kadar düşmüştü ki Aydın’a kardeşinin ne gibi tepkiler gösterdiğini, ona ne olduğunu bile sormadım. İnsan yaşamda anlamını yitirmeye, yönünü kaybetmeyegörsün. Oysa ne istekliydim. Okuyup bir iş sahibi olduğumda sınıfsal yoksunluklarımı bir nebze olsun giderebileceğimi düşünürdüm. Artık ne güzel inançlar, ne umut dolu düşünceler hayal kırıklığıma çare oluyor.

Kabul ettim Aydın’ın istediğini. İyi ama ne görüşeceğim? Kardeşi şizofrenik belirtiler mi gösteriyordu? İlgi budalası biri midir? Belki de bir şeyi yoktur. Aydın beleş bir psikolog bulmuş, onu değerlendirmek istemiştir. Bu daha yakın geliyor.

Ertesi gün Aydın, kardeşini de alıp geliyor.

“Hoca, adamını getirdim ha!” diyor. İnce, uzun güleç yüzlü genç bir çocuk.

“Merhaba Hocam, abim bahsetti sizden. Derdime çare sizmişsiniz!” deyip elini uzatıp gülümsüyor. Aydın bize çay getiriyor.

“Hoca sana emanet ha! Sana emanet!” diyerek çıkıyor odadan.

Aydın’ın kardeşi de atanmayı bekleyen müzmin bir kardeşimizmiş meğerse. İki yıl olmuş mezun olalı. Sınavlara hazırlanmaktan bunalınca eski bir hobisi olan resim çizmeye veriyormuş kendini.
“Aman Hocam, abim yıldırdı beni!” diyor. “Sizi söyleyince tanışmak istedim. Bu süreçlerden siz de geçmişsinizdir.”

            Bu süreç yaşanılıp biten bir şey değil ki… Bir şey yaşanılır biter, bu bitmiyor. Horlanmış, dışlanmış, kendinden tiksinip içe kapanmışsın; tutuklu yargılanıp suçsuz olduğun anlaşılınca serbest bırakılmışsın gibi.

“İyi yapmışsın,” diyorum donuk donuk. “Bu musallat olma meselesi nedir peki?” Gülüyor Aydın’ın kardeşi.

“Sorma Hocam,” diyor. “Abim Aydın, çizdiğim sürrealist resimleri görmüş. Çizdiğim şeyleri gördüğüm, bana musallat olan cinler zannediyor. Bu sayede de acıyıp rahat bırakıyor. Bir dediğimi iki etmiyor.”

Aydın’ın kardeşiyle bir müddet daha oturup sohbet ediyoruz. Kardeşi gidince Aydın geliyor hemen.

“Ne oldu Hoca yav? Ne yaptınız?” diye merakla bekliyor beni.

“Sorma,” diyorum Aydın. “Bu defa da sana musallat olmuşlar. Kardeşin senin için endişeleniyor.”

Aydın’ın ürperdiğini görüyorum. Beni gülme alıyor. Bir sorun olmadığını anlayınca rahatlayıp keyifleniyor.

“Bir çay yapayım da içelim Hoca yav,” diyor.

Editör: Çisem Arslan

İbrahim Kürşat
Latest posts by İbrahim Kürşat (see all)
Visited 35 times, 1 visit(s) today
Close