Halime Nura
I – 01.01.25
Bugün yeni yılın ilk günü. Öğle vakti ve hava günler sonra ilk defa güneşli. Geceden yediğimiz ayaz, sırtımızda bir kitle gibi duruyor ve dakika dakika eriyor. Bu su nereye varır. Gölgemi izliyorum. Damlayan su yok. İçim kuru. İçim ısınıyor. Üzerimdeki askeri kamuflaj günlerdir tek kıyafetim. Dışarıda da çok kıyafeti olan biri değildim ama tişörtlerimi, gömleklerimi, pantolonlarımı özledim. Yokken kıymet biliniyor ya. Bu da öyle bir şey.
Bazen insana bunun hiç bitmeyecek bir similasyon olduğu düşüncesi geliyor. Yemekhanede sıra beklerken yahut komutan beklerken. Netflix dizisi setindeymişiz gibiydi ilk zamanlar. Şimdi yokluk zamanını andırıyor.
Dağların tepeleri güneşli. Hava sisli iken rampa yukarı yürüdüğümüzde tabloluk bir manzara oluşuyor. Öyle hoşuma gidiyor ki fotoğraf çekesim geliyor. Bittabi telefon yok. Olsun, görmek ve hafızaya atmak da güzel. Olsun. Güneşli tepeleri izlemek, açık havada gezinen kuşları izlemek de güzel. Olsun. Beklemek de güzel. Beklemek en güzel fiil demiştim zamanında. Anlamlı beklemekler olsun ama. Mesela bir hafta kaldı. Bu beklemek bir yandan güzel ve tatlı, bir yandan kötü ve acı.
Burada herkes hasta. Herkes ağlıyor. Psikolojim yıpranıyor ve çok özlediğim ve çok sevdiğim sevgilimi hiç yoktan kırıyor ve üzüyorum. O üzüldükçe ben daha çok kahroluyorum. Onun varlığına sarılıp kalan günlerin geçmesini bekliyorum. Beklemek bu yandan güzel, bu yandan acı.
Yeni yıla burada girdim. Bir hafta sonra çıkıyorum. Dağlar, çam ormanları. Beş yüz er. Kamuflajlı, tıraşlı. İnsan ne kadar farklı farklı. Karakterler, sesler, yüzler, gözler, anlamlar. Aynı olan tek şey zaman ve zamanın bu anki yaşattıkları.
Dışarıda kimbilir neler dönüyor. Ne olaylar oluyor. Bilmiyorum. Kafam tertemiz. Günler ve kitaplarım dışında bir şey yok burada. Onsekizinci gün. Eğitimlerden fırsat bulabildikçe yedi kitap okudum. Sayfalarına bir sürü not aldım. Sevgilimi sevdiğimi defalarca yazdım. Haykırmadan ama haykırarak.
***
Sevgilim,
Durum yukarıda yazdığım gibi. Özetlemeye çalıştım. Daha anlatmadığım bir sürü şey var. Burada insanlıktan biraz vazgeçmiş durumdayım. Günler dolsun ve ben sana bir an önce kavuşayım. Sımsıkı sarılayım. Güzel kokun ve sıcak teninde yeniden insan olayım. Görüyorsun ya, bir kadın hep insan eder bir erkeği. Zaman hızla geçse. Dünya hızla dönse. Tıpkı dışarıdaki gibi. Dışarıdaki gibi trafik, insan ve politik sorunlarımız olsun.
Sen şu an evimiz için alışveriş yapıyorsun. Kimbilir o güzelim aklında ne kombinler, ne yakıştırmalar, ne takımlar geçiyor. Sen bu yazdıklarımı, ben ise aldıklarını merak ediyoruz. Merak ediyorum: geleceğimizi, kurduğun hayalleri, gezi planlarını, aşk sözcüklerini, atışmaları, rakılı akşamları, mum ışıklarını. İçinde sen ve sana dair olan her şeyi seviyorum. Öyleyse kendimi de seviyorum. “Hımm,” deyişini duyuyorum sanki. Mimiklerin gözlerimin önünde.
Sevgilim,
Burada zaman bir şeyler yaparsan ancak geçiyor. O yüzden yürüyüş olsun, kitap okuma olsun, zamanı hızlandırıyor. Zamanın hızlanması tutsaklar ve askerler için iyi bir şeydir.
Dışarıda meyhaneleri özledim. Gırnataları da. Nevizade olur, Beşiktaş olur. Yine bir meyhane planı yapalım. Sen şarap iç, ben rakı içeyim.
Öpüyorum seni canım.
II – 02.01.25
Sevgilim,
Yatağımda uzanıyorum. Akşam içtimasını bekliyorum. Yemek yedikten sonra serbestiz. Bir şekilde dışarıdaki heyecanına ortak olmaya çalışıyorum. Elbiseye bakıyorsun, ufak ev eşyalarına bakıyorsun ve belki de aynada kendine bakıp yanında beni hayal ediyorsun. Ve ben seni bir aynada yanağından küçük çocuk halleri ile öpüyorum. “Kırık,” deyip gülümsüyorsun. Gülümsüyoruz.
***
Bugün burada hava güneşli ama soğuk. Sabah iki saat eğitime geç başladık. Yemin töreni provası. Galiba törende yürüyeceğim. Öyle görünüyor. Sayı yetmiyormuş. Bunu dışarıda “kımıldamama eğitimi” aldığımı sırada öğrendim. Kımıldamama eğitimi. On beş dakika boyunca hiç hareket etmeden sadece bot içinde ayak uçlarını hareket ettirip göz bebekleri ile sağa ve sola bakarak geçen on beş dakika. Tam karşımda “Ne mutlu Türküm diyene” yazan dağ başı. Ucunda güneş. Güneş gözümü alıyor. Dağ üzerinde çam ağaçları. Bir arkadaşım ormanın içinde yapay göl olduğunu söyledi. Orayı merak ediyorum. Dağda başka bir şey görünmüyor. Zaten çevremiz dağlarla kaplı ama çoğu çıplak. Güneş gözümü yakıyor. Gözümü kapatıyorum. Ayakta uyuyakalsam düşer miyim. Karanlık. Gözümü açıyorum. Güneş yakıyor. Kaşınıyorum. Karnım, kulaklarım, bacaklarım. Tatlı tatlı. Kıpırdasam tüm bölük beş dakika daha bekleyecek. Sana on dakika önce bir mesaj atmıştım. Bildirim gelse ne yaparım. Sen misin diye meraktan çatlarım. O zaman bekleme cezası olmaz herhalde. Rahat. Emret komutanım.
Sevgilim,
Bir sonraki perşembe burada olmayacağım. Senin ve sevdiğim herkesin yanında olacağım. Dünya yeniden güzel ve yeniden renkli. Buranın temiz havası dışında özleyeceğim bir şeyi yok.
Kalemin ucunu -üç bıçaklı- jiletle açtım. Trajikomik. İnsan başına gelmeyen şeyleri gelmeyegörsün. Şaşırıyor ve bir süre sonra alışıyor. Bir tecrübe gözüyle bakıyorum. Pollyannacılık mı bu.
Nâzım Hikmeti daha iyi anlıyorum. O şimdi ne yapıyor. Ne yapıyorsun şu anda. Beni düşünüyor musun. Yemek yedin mi, yeterince su içiyor musun. Dün gece hasta gibiydin. İyileştin mi. Burada seni düşünmeden bir an geçmiyor. Ondokuzuncu gece. Ondokuzuncu kez, sen şimdi ne yapmaktasın.
Sevgilim,
Seni tüm tüm kuvvetimle öpüyorum.
III – 03.01.25
Sevgilim,
Koğuşta, ranzamdayım. Karşımda pencere var. Pencereden dağ ucunu görebiliyorum. Nasıl bir manzara biliyor musun. Pencerenin önünde çam ağaçları var. Bunların yüksekliği üç ila beş metre arasında. Sonra uzaklaşıyor ağaçlar ve dağın yüksekliği başlıyor. Herhalde dört kilometre yürünür oraya kadar. Yer yer dik, yer yer rampalı bir dağ. Orta kısmına kadar ağaçlar var. Buradan bakınca kısa gibi dursa da aşağıdaki arkadaşları gibi beş metreye kadar boyludur en az. Sonra çalılar var ama sayısı az bunların. Ve sonra çıplak bir manzara var. Toprak değil. Sert. Beyaz. Sanki kaya. Belki çıplak olması da bundandır. Dağın üstü masmavi, bulutsuz bir gökyüzü.
Güneş var bugün. Öğle arasında senle konuşurken ağaç dibindeki bir taşa oturdum ve sırtımı dayadım. Aklıma o malûm şiir geldi. İlk kez güneşe çıkmış gibi, güneşi içer gibi, göğsümle aldım, ısındım. Kulağımda ise senin tatlı sesin vardı. Sesin bende kapalı odaların anahtarı gibi. İşte sevgilim. Güneş, dağ ve pencereden yola çıktım, yine sana demir attım. Liseli bir âşık gibi.
Onur ile konuştum senden sonra. Ofis işlerinden söz etti. Bazı yazar sorunlarından konuştuk. İstanbuldan, senden, nikâh işlemlerinden konuştuk. Kadıköyde evlenme planımız Gaziosmanpaşaya kaymış gibi. Ama nikâhtan sonra Ege taraflarına mı olur, Antalyaya mı olur, birkaç gün uzaklaşalım.
Hayatım,
Sabah etraf kapkaranlık oluyor. Açık havada yıldız görmek mümkün ama hava buz gibi oluyor. Üşüyorum. Dışarıda olsam üşümezdim. Biraz sürü psikolojisi ile alakalı. Herkes üşüyünce sen de üşüyorsun. Son dört gün kaldı. Dört gün daha bu psikolojide olacağım demektir. 8 Ocak günü öğleden sonra terhis olduğumda tüm neşem yerine gelecektir. Ama benim için özgürlük yanına vardığımda 9 Ocakta başlayacak.
***
Sevgilim,
Akşam oldu. Koğuştayım. Çok soğuk. Koğuşa girmeden önce gökyüzüne baktım. Hilal vardı, üstünde de yıldız. Ufaktan bayrak. Hoşuma gitti. Ellerim buz kesiyor. Yazmaya ara veriyorum. Burada sekizinci kitabımı okumaya başlayacağım birazdan.
Felaket bir soğuk var. Isınamadım bir türlü. Yorganın içi bile İsveç soğuğu.
IV – 04.01.25
Sevgilim,
Dün senle konuştuktan sonra uyuyakalmışım. Soğuktu, kalktığımda kulağım ve burnum tıkanmıştı. Boğazım ağrıyordu. Sonra kahvaltı içtimasına çıktık. Ardından yürüyüş için, prova için, tören alanına gittik. Yürüyemiyorlar hâlâ. Bugün yirmi birinci gün. Hâlâ kollar kalkmıyor, ayaklar uymuyor. Onlara bakınca benim de ayarım kaçıyor. Onlar yüzünden benim narin vücudum yoruluyor. Hahaha. Güldün değil mi.
Şimdi koğuştayım. Terliyim. Hava güzel, açık ve güneşli. Terim kurusun tıraş olup saçımı yıkayacağım. Akşama kadar istirahatliyiz.
Sana bunu yazdığımı görenler merakla soruyorlar. Öykücü olduğumu biliyorlar. “Öykü mü yazıyorsun,” diyorlar. Bana burada da ne anlattın kitaplarında diyorlar. Gülüyorum. Artık kızmıyorum ama sıkıldım bu tür sorulardan. Bazıları ise koğuşta yazılmaya değer karakter var mı diye soruyor. Olmaz olur mu. Herkesten bir şey çıkar. İsim vermek istemem ama birkaç kişi bilinçaltıma girdi bile. Fark ediyorum. Rollenenler, naif olanlar, çocuk olanlar, hastalık hastası olanlar. Dışarıda gördüğüm herkes burada aslında. Bazıları ise, “Burada yaşadığımızı, tüm zorlukları yaz,” diyor. Soğuk ve hastalık dışında bir şey yok aslında. Eğitimlerdeki sıkılık bizden ötürü.
Bilinçaltına sadece insanlar girmedi. Mesela koğuş kısmı, yani bölük binası okulmuş, yemekhane alanı top oynadığımız bahçeymiş gibi geliyor artık bana. Sanki tüm hayatım burada geçmiş ve geçmeyecek devam edecek. Dışarıyı unuttum. Otobüsleri, arabaları, kafeleri, kaldırımları, heykelleri, binaları. Çirkin de olsa binaları özledim. Çirkin de olsa şehirleri özledim. Gözümü kapatıyorum yine bölük, yemekhane. Dörtlü sıra ol, sekizle, çömel, kalk. Sağ baştan say. Dörtlü sıra ol, sekizle. İstikamet yemekhane önü. Allahımıza hamdolsun, milletimiz var olsun.
Gözümü açıyorum. Bölükte, koğuşta, yataktayım. Dört gün kaldı. Bugünü sayma üç. Dokuzunda yanındayım. Sonra nikâh tarihi alacağız.
Güzel insanlar da tanıdım. Dostluğumun devam edeceği. Burada olmasa idik asla denk gelmezdik. İşte. Bazı iyi şeyler. Lâkin bunun için ağlamaya gerek yok. Bizden önceki celpler ağlıyormuş güya. “Hadi oradan,” diyoruz artık duyduğumuzda.
İçimden şarkılar söylüyorum. Tavana bakıyorum. İnsanları duymamaya çalışıyorum. Dinlenmeye odaklanıyorum.
***
Galatasarayın maçını izledik gazinoda. Dışarıya dair yaptığım nadir şeylerden.
Sevgilim,
Seni seviyorum, hasretle, kavuşmayı bekliyorum.
V – 05.01.25
Hayatım,
Günaydın balım.
Sabah olmak üzere. Biz bot nöbeti tutuyoruz. Saçma geliyor mu sana. Bize çok saçma geliyor ama düşünmeyi ve sorgulamayı bırakalı çok oldu. Sadece denileni yapıyoruz. Teslim olmuş gibi, ama değil. Bakma. Bir yandan da çok güzel geliyor bu. Kafamız dinleniyor. Düşünsene. Düşünmüyorsun. Düşünme şimdi.
Sabah.
Geceden başlayan yağmur şiddetle devam ediyor. Oluklar patlamış, koridorlar su içinde. Bizim koğuşun önü bir gölet. Çekpaslar ile çekiyoruz. Neyse ki içeri girmeden müdahale ettik. Şimdi kovalara akıyor su. Şelale diyorum akan suya. Aklıma Kuzulu Şelalesi geliyor. Gülüyorum.
Bizim koğuşun önündeyim. Dokuz numara. Tesadüf mü bilmem. Peyami Safanın da hastanede kaldığı koğuş numarası dokuzdu. Sonra romana döküldü. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Bak ben de mektup yazıyorum burada. Bir yandan petek üstünde yazıyorum bir yandan da şelaleyi dinliyorum. Duvardaki fotoğraflara bakıyorum. Her Türk asker doğar. Koğuş planına, nöbetlerde uyulması gereken esaslara bakıyorum. Botlar yerinde. Kıpırdayan olursa, bağcıkları ile saldıran olursa veya haylazlık eden bot olursa müdahale edeceğim. Bot ayaklanmasına izin veremem. Vatan bana emanet. Sen rahat uyu sevgilim. Analar ne yiğit doğuruyor, görmek isterdin kesinlikle. Hahaha.
Işıklar yanıyor. Koridorda, yere damlayan su, duvarda yansıyor. Hoş bir görüntü oluşuyor.
9 Ocak gününü düşünüyorum. Gece on iki gibi köprüden geçerim herhalde. Uyumuyor olursam izleyeceğim. Bekle Beni İstanbul şarkısını açarım belki. Onur Akından mı Edip Akbayramdan mı dinlerim bilmiyorum. Ama açarım. Eskiden çok dinlerdik. Zamanla seyreldi. Ve uzun zamandır dinlemiyorum.
***
Yataktayım. Nöbet bitti. Kahvaltı ettim. Pencere damla damla. Yağmur yağıyor. Ağaçların dalları, iğne yaprakları sallanıyor rüzgârda. Şimdi biraz uyuyacağım.
***
Yazmak insanın içine bir anda düşmüyor. Doğuştan gelen ve hiçbir tahlilde çıkmayan bir hastalık gibi. Zamanla insanı bir tamam ele geçiriyor. Bence herkeste olan bir hastalık bu. Kimisi benim gibi fena bir şekilde yakalanıyor. Buradan çıkınca, kesinlikle uzun öykümü tamamlayacağım. Bir de polisiye bir öykü yazacağım. Uzun olacak o da. Bilgisayar yanımda olsa da hemen başlasam. Günler azaldıkça dışarıdaki dertlerim yükleniyor. Ergenler, olaylar. Tanyeri.
***
Şimdi hastanedesin. Halsizsin. Serum alacaksın veya iğne yaptıracaksın. İşte. “İçerideki” adama en çok koyan bu oluyor.
***
Çok özlemişim seni. Aysun (Doğan Terzi)un telefonundan iki dakika da olsa görmek yüzünü ve mimiklerini takip etmek beni yaşama döndürdü, desem abartı olur mu sanıyorsun. Fotoğraflarımı bilmem gönderdi mi. Ne düşündün beni görünce. Gözlerin dolmuştu. Umarım ağlamadın. Zayıflamış ve süzülmüşsün. Kendine bakmıyor musun yoksa. Kızarım bak gelince. Şaka bir yana, seni daha iyi görmek istiyorum her zaman.
***
Sevgilim,
Altmış beş saat kalmış olabilir. Hahaha. Çocuklar geri sayıma başlamış.
Hasretle, gözlerinden.
VI – 06.01.25
Sevdiğim,
Bugün çok yorucu geçiyor. Hiç durmadan yürüyoruz. Sol-sağ. Artık bacaklarımda derman kalmadı. Şimdi koğuştayım. Ayaklarımı uzattım. Yemek içtimasını bekliyorum. Teknik bakımdan iki günün altındayız. Saat 16.00. Çarşamba günü 13.00te çıkacakmışız. Kafası çalışan İzmirli arkadaşım, “Dayan, kırk altı saat kaldı,” diyor. Uyuyacağız ve yirmilere düşecek bu sayı. Gün saymaktansa saat saymak daha zevkli ve hızla ilerliyor. Gün bitmeden gün eksilmiyor ama dakika geçtikçe saat ilerliyor. Aynı gibi, aynı değil. Bana göre, hiç alakası bile yok.
Duş aldım, uzanıyorum. Arkadaşlar son saatlerinin tadını çıkarıyor. Sohbetler ediliyor, çaylar ve sigaralar içiliyor. Ben hâlâ sigara içmedim. Belki, diyorum, nizamiye kapısının önünde bir dal yakarım. Keyif sigarası. İçime çekmeden. Belki otogara gitmeden önce Migrosa uğrar kanyak alırım. İçmeyi özledim. Ama helal olsun aban. Üç haftadır alkol de almadım.
Yarın bu saatlerde eşyalarımızı alacağız. Çantamızı hazırlayacağız. Heyecan veriyor. Bugünkü gibi. Yarın da yoğun çalışacakmışız. Bugün epey yorulduk. Karanlığı izliyorum pencereden. Yedi pencere var. Bir şey görünmüyor şimdi. Karanlıkta istediğini hayal edebilirsin. Ben hayal kurmak yerine dışarıyı yaşamak istiyorum artık. Az kalmışken.
Bir tanem,
Bugün sen de yoğundun. Bir de üstüne hastasın. Az konuştuk. Telefonla konuşmayı dört gözle bekliyorum şimdi.
Bu mektuplara çıktıktan sonra da ara ara devam etmek istiyorum. Belki ilk bir haftayı da yazarım. Son ve ilk yani. Seri olur.
Gözlerim kapanıyor.
Sevgilim,
Gözlerinden öpüyorum.
VII – 07.01.25
Sevgilim,
Akşam oldu. Eşyalarımızı aldık. Hazırlığımızı yaptık. Gün bunun heyecanı ve yarının son gün olmasının mutluluğu ile geçti.
Öğleden önce sakatlık yaşasam da şu an iyiyim. Yarın törene katılabileceğim.
Bugün eşya sırasında beklerken, “Lan,” dedim, “acaba sırt çantam nasıl bir şeydi.” Çok uzun zaman oldu. Yirmi üç deyip geçme. Bitmeyecek gibiydi.
Bu sana son mektubum. Senin bana yazdığın mektup gelmedi. Yazdıklarını söylemekle borçlusun. İtiraz yok.
Yarın bu saaatlerde İstanbula yaklaşmış olacağım.
Sabah beşte kalkıp hazırlanacağız. Sonrası geri sayım.
Yavrum,
Şimdi seni hasretle öpüyorum. Yarın yüzün söylemek üzere saklıyorum kelimelerimi, cümlelerimi.
Amasyadan
- Asker Birinin Son Bir Haftası/Mektuplar - 31 Mart 2025
- Hayal Otel’de Rezervasyon Yaptırmak İçin Tıklayın | Hayal Otel Kitap İncelemesi - 29 Eylül 2024
- Evlilik Üzerine Bir Düşünce - 1 Ekim 2023