Hep aynı sorular. Karşımda beyaz önlüklü sorgu yargıcım. Yıllardır aynı soruları sorup , aynı ilaçları verip duruyordu. Neden hep bu çiçekli elbiseyi giyiyor muşum? Ülkenin en iyi üniversitesinde felsefe okurken ne olmuşta okulu bırakmışım? Günde kaç saat uyuyor muşum? Neden on yıldır aynı kitabı okuyor muşum? …Acaba hayatında hiç okudun mu İlahi Komedyayı? Bana sürekli bunu soruyorsun. Her şeye verecek cevabım vardı da konuşurken öfkemi kontrol edemem de beni yine kliniğe yatırır diye korkumdan susuyordum. Annemden bahsetmişti bir kere, sonra üç ay klinikte yatmıştım. Ne yaptığımı, neler olduğunu hatırlamıyordum. Bir daha hiçbir terapide anneme kadar ilerleyemedik. Konuşmalarımızın sınırı hep ona dayanıyor, orda duruyorduk. Ben bu kadar normalken niye soruyordu bu kadar soruyu? Amacı neydi bilmiyorum ama şimdilik bir zararı yoktu bana terapilerin, bir faydası da. Toprağı kazar gibi, benliğimi kazıp altından bir şey çıkarmak için uğraşıyordu ama nafile! Benim ruhum topraktan değil taştandı ve kazamayacaktı. Kazmaya çalıştıkça kıvılcımlar yayılacaktı sadece etrafa.

Matmazelin öldüğünden hiç bahsetmedim ona. Şimdi bir dünya soru sorardı hissettiklerimle ilgili. Ona bunları anlatmak istemiyordum. Kimsenin tam olarak ne hissettiğimi bilmesini istemiyordum. Bilinirsem bulunurdum sanki. Benim gibi birisinin en son isteyeceği şey bulunmak olurdu. Yıllarca hiç yokmuşum gibi yaşamıştım. Kimsem yoktu artık. Olanlara da saldırmıştım ve adım deliye bu yüzden çıkmıştı herhâlde. Matmazel gittiğinden beri çok yalnızdım. Öteki kızlar vardı ama Matmazelin yeri bir başkaydı. Hayatımın en kötü gecelerinden birinde karşıma çıkmış ve çaresizliğime çare, yalnızlığıma ortak oluvermişti.

Matmazel kızların en büyüğüydü. Beni en çok o dinler, o anlardı. Bakışları vardı onun. Haklısın bakışı, ilaçlarını almazsan böyle olur bakışı, bırak artık şu kitabı bakışı, kucağına yatmak istiyorum bakışı, delisin sen bakışı…Artık aramızda olmayışını benden beklenmeyecek bir sükûnetle karşılamıştım ve canım yanmamıştı, yanmıyordu yokluğuna. Kendime şaşırmıştım ve uzun zamandır ilk defa bir şeye şaşırdığım için içimde bir yerde rutinin dışında bir his vardı. Bu sanki tozlu örtüleri kaldırdığınızda altından çıkan şahane bir eski eşyanın aslında hiç de eskimediğini öylece durduğunu ve sadece örtünün tozlandığını fark etmek gibiydi. İçimde hala eskimeyen şeyler vardı. Ruhumda tozlar uçuşuyordu. Bunlardan o yeni yetme zavallı kıza bahsetsem beni yine soru yağmuruna tutar, kafamı karıştırır , ilaçlarımı değiştirir , terapilere devam etmezsem içinde bulunduğum evi deliyim diye elimden almakla beni tehdit eden sözüm ona hayırlı kuzenlerime haber verir, her şeyi onlara anlatırdı. Öğrenmiştim artık küçük hanımın tüm numaralarını. Sadece bilmesi gerektiği kadarını anlatıyordum ona ve hiçbir ilerleme kaydetmiyorduk.

***

Yürüyerek eve döndüm. Yürürken kokum geliyordu burnuma, ter ve ilaç kokusu. Matmazel öldüğünden beri yıkanmamıştım. 

Kızlar kapıda beni bekliyordu. Acıkmış olmalıydılar. Altı kız mırıldanarak peşimden içeri girdiler. Yemekten önce koltuklardan çıkan süngerleri süpürmeliydim. Üst kattaki manyak gelmeden. Ben süpürgeyi açınca yere bir şeyle vurmaya başlıyordu. Bu ay bizi şikayet etmeyi unuttu sanırım. Henüz gelen giden yoktu belediyeden. Eli kulağındadır ama bekliyordum. Bu rutubetli , dar ,karanlık , pis binayı biz kokutuyorduk sanki. İşi gücü yokmuş gibi kafayı bana ve kızlarıma takmıştı. Deli kadın, her sabah altıda topuklu ayakkabısının tıkırtısına uyanırdım. Parfümünün kokusu bizim evin içine kadar girerdi sanki. Bir kere topuk seslerini duymadım diye endişelenmiş, gidip bakıyım bir şuna demiştim. Matmazel gözlerimin içine gitme der gibi bakmıştı da pek aldırış etmemiştim. Kapıyı bana açmamış “ Korkuyorum senden ,git “demişti. İnsanların bir şeylerden korkmasından haz alıyordum. O an fark etmiştim.

Kızlara ekmekli süt yapmak için mutfağa geçerken koridordaki çatlak aynaya ilişti gözlerim. Saçlarım çok uzamıştı gerçekten de. Çok güzel bir kadındım bence. Anneme hiç benzemediğim için çok beğeniyordum kendimi. Bazen rüyamda bir aynaya bakıp kendi suretim yerine onu görüyordum ve çığlıklar atarak uyanıyordum. Uyanıp o öldü artık yok diyordum.  Öldüğünden beri dünya daha yaşanılası bir yer olmuştu benim için. 

Ölümüne sevinmemiştim, üzülmemiştim de. Garip bir hal kaplamıştı yüreğimi tarif edemem şimdi, ancak yaşanırsa bilinebilecek hislerdendi. Cenazesine gelen öğrencileri iyi bir insandı aslında deyip arkasından göz yaşı bile dökmüşlerdi. Oysa benim, annemin iyi bir insan olduğuna dair tek bir anım bile yoktu. Sadece babamla el ele çektirdikleri bir fotoğrafta, gözlerinin içi gülen mavi pardösülü genç kadının gerçekten annem olabileceğinin düşünürdüm. O gözlerin, içine şeytan giren annemin gözleri olmadığına şimdi bile yemin edebilirdim ama kimseye ispatlayamazdım. Acaba annem nasıl, ne zaman bu kadar kötü olabilmişti? Babam ansızın yok oldu diye mi? Ona çok aşık olduğunu söylerdi teyzemler ve aslında annemin bir zamanlar böyle olmadığını. Ben ne babamı hatırlıyordum , ne annemin ona aşık ve iyi bir insan olduğu zamanları. Hayat sınavına çok erken atılmıştım ve arenada ne olduğunu anlamadan paramparça edilmiş bir savaşçı gibiydim. Bildiğim ve hatırladığım her şey asla bilmek ve hatırlamak istemediğim türdendi. 

Her şeyden nefret ederdi annem. Çiçeklerden , çiçekli elbiselerden , bu evden ,uzun saçlardan. Erkek çocuğu gibi keserdi saçlarımızı hep. Önce döver sonra yıkardı bizi, günahlarınızdan ancak böyle arınabilirsiniz derdi. Annem bu evde doğmuştu. Beni de bu evde doğurmuştu. Beni hep büyük odada döverdi. Kardeşimi kapısını bir türlü açamadığım küçük odada boğmuştu. Benim küçük güzel kardeşimi. Matmazel’e anlatırdım hep, kapıyı bir türlü açamadığımı, kapının önünde hırıltısını dinlediğimi. Bu sesin kulaklarımdan hiç gitmediğini. Anlardı beni, ağlardı benimle birlikte. Bu hayatta ben ve kardeşimden sonra en çok kedilerden nefret ederdi annem. Korkardı kedilerden. Bence sadece kedilerden korkardı o. Geri kalan bütün evren ondan korkardı. 

Kızlarla birlikte bir kase sıcak süt ve ekmek yedim ben de. İlaçlarımı içtim. Matmazel ’in hep yattığı koltuğa baktım. Kızlar etrafımı sarmışlardı. Gittiği yerde çok mutlu olduğundan emindim. “Biz de gideceğiz kızlar, sırayla ya da hep birlikte ama biz de gideceğiz oraya mutlaka. Çok mutlu olacağız orada.“ Beni anlamış gibi kuyruklarını kıpırdatıp , kulaklarını kaldırdılar. 

Kitabımı aldım elime yine. Huzurla okuyordum. Annem cehennemdeydi. Kardeşim cennette, Matmazel araftaydı. Ben delirmiştim. Çünkü deliler ve kediler arafta kalırdı. Annemin bana ulaşması imkansızdı artık.

Süheyla Atalay
Latest posts by Süheyla Atalay (see all)
  • Araf - 8 Temmuz 2020
Visited 22 times, 1 visit(s) today
Close