Ayşe Teyze, kara haberi alıp biletini temin edeli birkaç saat olmuştu ki işte uçaktaydı. Sinirleri bozulmuş, ağlamaktan bitap düşmüştü. Ağabeyinin başına bu da mı gelecekti? Uzun yıllar çalışmak için yurtdışılarına gitmiş, Alamanyalar, Libyalar… Zaten eşinden hatırı sayılır bir süre ayrı kalmıştı. Şimdi de o doyamadığı eşi yoğun bakıma alınmıştı.
Yanında gezdirdiği sonsuz bir kaynak gibi görünen tuvalet kağıdından bir parça daha koparıp sümkürdü. Abisinin çok severek aldığı yengesi, evlerine gelin geldiğinde Ayşe pek küçüktü. Onları yengesi büyütmüş sayılırdı. Eh evin de tek geliniydi, eski dönem zihniyetiyle kadıncağız fazla fazla mesai yapardı gelinlikte. En küçük kız kardeşlerine de eşini hükümet kadını gibi olan yengeleri bulmuştu. Şimdi yol boyu ağlarken anılar bir bir gözlerinden yuvarlanıyordu.
Üsküdar’daki evlerinde otururken, ağabeyiyle daha yakındılar. Şimdi memlekete, çaylıklarının dibine taşınmışlardı. Bu tip günlerde yine yan yanaydılar ama. Her ailenin olması gerektiği gibi, tek yürek, bir çekirdek.
Ağabeyi ve yengesi ne çok iyilik etmişti Ayşe Teyze ve ailesine. Sadece ona mı? Birçok kişiye… Karşılık beklemeden herkese koşmuşlardı. İnsanlara maddi-manevi, her türlü yardım, ellerinden ne gelirse vermişlerdi. Şimdi ise geriye bu onlarca iyilik kalmıştı. Gerisi hep gözyaşı.
Ciğerleri biten yengesi neler çekmemişti ki? O kadar iyiliğe anca cefa, cefa, cefa… İnançlı kimseler olduklarından, Allah’a sığınıp durmuşlardı. Yine tek çare O’ndaydı. Bir taraftan burnunu sesli sesli temizleyip hıçkırıklarını tutmaya çalışırken bir taraftan da elindeki tesbihle Ya Şafi çekiyordu. Bir taraftan da düşünmeden edemiyordu. Doktor dalga geçer gibi ciğerlerinin tüm işlevini kaybettiğini, bir hiç olduğunu söylemişti. Ama nasıl? Bu kadını aylardır hastanelere taşımıyorlar mıydı? Kadın aylardır nefes alamadığını söylüyordu. İnsanın aklıyla dalga geçer gibi bir halleri vardı kısacası. Gittikleri tüm doktorlar boştu demek ki? Trabzon’da, Rize’de, koskoca İstanbul’da kendini kul hakkından sakınan kimsecikler kalmamış mıydı da bu kadıncağızı, 68 yaşındaki yengesini, oradan oraya sürüklemişlerdi? Başlarından kötü koku savar gibi savmışlardı.
Doktorların anlayamamasına şaşıyordu da, bunların yengesinin başına gelmesini yadırgamıyordu. Yengesini bildi bileli çok nazar çekerdi. Evlerine gelin geldiği zamanlar başlamıştı daha örnekleri. Hamaratlığı, dik duruşu, inançlarına bağlılığı ile beğeni toplardı hep. Topladığı beğeniler de ondan nazar olarak çıkardı… Nazar; Arapça kökeniyle göz, bakmak… Diğer anlamlarıyla göz değmesi, kem göz vesaire… Yengesine bakanın sanki gözleri hep kem! Bir yemek yapardı, akşam gelen gidenden sonra yemeği yaptığı tencere bile çatlardı ya ortasından! O sebebe bağlarlardı böyle elini kolunu kırışını, hastanelik olup durmasını. Belinden ameliyat olduğu bir gün meğer ilk çocuğuna, kızına hamileymiş. Doktorlara ses etmemiş, o dönem teknolojisi midir artık, nedir… Başlarındaki bu gebeliği anlamadan ameliyat edivermişler. Daha sonra bu kızı da pek çilekeş olup ilkokul terk olacak, annesinin rahatsızlıkları sebebiyle kardeşlerine bakmaya başlayacaktı. Onları büyütüp, okutup, büyük adam edecekti. Yani yengesi, müstakil evlerinin kapısından, çok yüksek olmayan bir yerden düşüp kolunu kırınca kimseler inanamamıştı ama tam da bu tip bir kazara uygun örneklerle doluydu hayatı. Soyundan gelen, çok sevdiği kızının da ona çekmesi pek normaldi tabii. Ayşe Teyze, yengesinin pek seyrek olan kahkahası hatırına gelince gülümseyiverdi. Torunları aile fotoğrafı çekecekleri zaman ne uğraşırlardı kadınla. “Gülsene anneanne!” Alem kadındı yahu…
Oğlu onu havaalanından alıp hastaneye bıraktığında hala ağlıyordu. Kesip kesik, mola vere vere. Öğle namazından önce vardığı hastanede ağabeyi ve yeğenlerini buldu. Onları kollarının arasına alıp duygudaş bulmanın ferahlığıyla, biraz da ortamın uygunluğuyla hıçkırıkları devamlılığını sağladı. Belki yeğenleri bile bu kadar ağlamamıştı, karakter meseleleri.
“Yoldan geldin, sen gir yengenin yanına!”
Sonradan öğrendi, ağabeyi, yoğun bakıma alındığından beri görmemişti eşini. Görmek de istemiyormuş. Öyle ölü gibi, cansız yatışını…
Etrafta hareketli tek canlı çocuklar ve sağlık görevlileri idi. Herkes kanı çekilmiş ayaklarını sürüye sürüye bir yerlere gidiyor ya da volta atıyordu. Bir de arada, seyrek de olsa, sevinçle “Hastamız pazartesi taburcu edilecekmiş!” gibi söylemler çarpıyordu kulaklarına. Bu diğer derbeder hasta yakınlarına da bir nebze ümit aşılıyor, ümitvar olmalarını sağlıyordu.
Ağabeyi ve yeğenleriyle yoğun bakım ünitesinin otomatik kapısının önünde toplaşan diğer hasta yakınlarının yanına yanaştılar. Henüz yakınlar alınmaya başlanmamıştı. Bir süre daha bekleştiler, ağlaştılar. Ayşe’yi gören ağabeyiyle yeğenleri de kendilerine hakim olamamışlardı. Sağlık ve sevdikleri insan için, insanoğlu ne kadar çaresizdi işte! Bunu tüm insanoğlunun anlaması neden bu kadar zordu? Ayşe Teyze buraya kadar yalnız biletine para ödemişti. Her sıkıntısında yardımına koşan yengesine avucundaki yüzlük banknotlar ne gibi yardım sağlayabilirdi ki mesela? Ya da ağabeyinin zamanında Alamanya’dan biriktirdikleriyle aldığı daireler, sonradan elden çıkmasaydı, şimdi hala beş altı daireleri olaydı, yengesi onlardan böyle uzak kalmaz mıydı?
Görevli, otomatik kapının açılmasıyla karşılarında belirdi. Ayşe Teyze de sorgulayan bakışlarını merak ile görevliye çevirdi. Sanki hemen o an hastalarının durumunu aktarmaya başlayacaktı. “Saydığım sıra ile her hastanın sadece bir yakını yanıma gelsin.” Otomatik ve herkese ulaşmaya çalışan ses, listeyi tane tane saymaya başladı. Birkaç kişi ardı sıra dizildi. Ayşe Teyze de sırada yerini aldı.
Hastalarına doğru giderlerken adımları biraz daha hareketlilik kazanmıştı. Doktor ardındakileri sırayla hastalarının yanlarına götürdü.
Ayşe, yengesinin yattığı yatağa ulaştığında tüm gücünü kaybedecek gibi oldu. “Yenge! Ben geldim ya, kalksana!” deyiverdi. Uyutulan hastanın tepki vermesi zaten beklenmiyordu. Ama belki onu duyardı? Cevabı her şeyi bilen, İlim sahibindeydi.
Yaşlı kadın yine de kendini duyurma çabalarını devam ettirdi. “Çocukların kapıda, torunların evinde… Ağabeyim yamacında. Onlara geri dön e mi!”
İri yapılı, birçok yerine hortumların iliştirildiği bu 60 yaşlarındaki beden, kolaylıkla 80 yaşlarında sanılabilirdi. Belki de seksen yaşındaki insanlardan daha fazla yaşadığı içindir…
Ayşe Teyze boynu bükük, doktorun kendisini yönlendirmesiyle uyutulan hastasının yanından uzaklaştı. Adımları diğer dertli ve yorgun adımlara karıştı. Uzaktan bakılınca bu birkaç çift ayağın cismen çeşitliliği olsa da hepsi aynı çaresizlik içerisindeydi. Hepsinin tek bir sahibi vardı. Ağabeyinin yanına giderken parmağındaki zikirmatiğin üzerindeki sayılar, zikredilen Ya Şafi lafzı kadar artıyordu.
- Altmışın Seksenlik Hükmü - 15 Nisan 2020