Başkomiser Ercüment Çıkmaz, olay yerine vardığında bir süre apartmanın giriş kısmında durdu. Maktulün yattığı yerin hemen yanında aldığı cephesini uzun bir süre terk etmedi. Son zamanlarda karşılaştığı intihar vakalarını düşündü. Bütün dosyaların baştan sona tutarsız olduğunu hatırladı; bu durum canını sıktı. Bütün bunları düşünürken kafasını, apartmanın dördüncü katına dikti. Bulunduğu yer ile olan mesafeyi, üç aşağı beş yukarı hesap etmeye çalıştı. Aklında kurmaya çalıştığı senaryoyu, Komiser Ali Kolsuz’un sözleri bozdu: 

“Didem Demir… Başkomiserim maktulün ismi Didem Demir. 1994, Manisa doğumlu. ” açıklamasıyla rutin bilgilendirmesine giriş yaptı.  Ardından gömleğinin sağ üst cebinden  sigarasını çıkarttı ve Başkomiserine uzattı: ” Televizyon Sinema mezunu, uzun süredir işsizmiş. Maktulün intihar ettiği ev de sevgilisi ait Başkomiserim. Tabii intihar denilebilirse…”

Başkomiser, yaktığı sigarasında bir iki fırt aldıktan sonra yere attı ve izmaritin üzerine bastı. Tekrardan kafasını dördüncü kata dikti: “İntihar denilebilirse…” diye söylendi. Ardından yaptığı hatasını fark etti. Yere attığı sigara izmaritini yerden aldı ve birkaç kulaç kadar uzak olan çöp kutusuna doğru yürüdü.  Başkomiser bir iki adım sonra Kolsuz’a doğru kafasını çevirdi: 

“Sevgilisi kimmiş?” diye sordu. 

Kolsuz, geriden gelerek attığı bir iki adımın ardından cevap verdi:

“Muhammet Kalın. Babası da Melih Kalın, bir dönem Milletvekilliği yapmış. Arkadaşlar ifadesini aldı.  Arabada bizi bekliyor. ” 

Başkomiser ve Kolsuz şüpheli babanın yanına doğru adımlarını çevirdi. Bugün herkes bir iki adım kadar uzaklıktaydı. Atılan bir iki adımın ardından Savcı Emre Yeter’in olay yerine giriş yaptığını gördü. Savcı ve Başkomiser arasındaki mesafenin tam ortasında Melih Kalın yer alıyordu. Büyük buluşma birkaç dakika içinde başlayacaktı. 

                                                                “…”

Üçlü koalisyonun, Melih Kalın’a olan soru yağmuru olay yerinin görüntüleri izlenildikten sonra son buldu. Savcı, görünen köy kılavuz istemez parolası ile eski Milletvekili Melih Kalın’a karşı saf tutmak yerine aynı safta yer aldı. Başkomiser görüntüleri izlemesine rağmen ikna olmamıştı. O mesafeden aşağıya düşen ya da itilen bir insanın duyguları değildi. İnsanın  kendisiydi…  Bunu göz ardı etmek ya da bunun arkasına sığınmak olmazdı. Sorularının cevabını öğrenene kadar karşı safta yer almayı doğru buldu. Kolsuz ise bu koalisyonun son halkası ve etkisiz elamanıydı.  Safı belliydi ama ağzını Başkomiseri kadar sıkı tutamıyordu. Öyle de oldu yanlış zamanda doğru bir soru ile sessizliği bozdu:

” Sayın Kalın, oğlunuz nerede peki ? diye soruyu yöneltti.  Biraz daha bekleseydi Başkomiser bu soruyu yöneltecekti. Bu işin bir raconu vardı. Savcının söze girmesini bekliyordu. Boşuna insanlar makam, mevki sahibi olmuyordu. Kolsuz’un mantığıyla hareket edilecek olsaydı tüm Dünya’ya Komünizm aşılanırdı ama farkında olmadığı bir şey vardı: Hayat tümüyle eşitsizdi… 

Melih Kalın bu soru karşısında zorlanmadı. “Aydına tatile gitti.  3 gün oluyor, kız arkadaşıyla tartışmışlar ben de kafasını dinlemesini söyledim. Yazlığın anahtarını verdim. ” diye yanıtladı. Sözlü sınavını başarıyla geçmişti. Bu durumun farkında olan savcı olaya el attı: 

“Sayın Kalın, en geç yarın mesai bitimine kadar Cinayet Şubeye gelsin. Arkadaşlar ifadesini alsın. ” cümlesi ile Melih Kalın’ı uğurladı.  

Savcı saatine baktı. Geç olduğunun farkındaydı, veda konuşmasını yapmak için tekrardan söze girdi: 

” Bak Başkomiser! Görüntüleri hep birlikte izledik. Kafana göre bu işleri halledemezsin. Ben de farkındayım ama var mı delilin? Var mı Ercüment Çıkmaz. ” diye çıkıştı. Başkomiser, kendini çıkmazda hissetti. Savcı haklıydı, başıyla durumu onayladı. Savcının inişli çıkışlı grafiği düşüşe geçmişti. ” Adli Tıp Raporu geldiğinde işin rengi çıkar. ” diyerek veda konuşmasını bitirdi. 

Kolsuz, Savcının veda konuşmasına son noktayı koyan isim oldu. ” İyi çalışmalar Savcım. Gelişmelerden haberdar ederiz. ” 

                                                                 “…”

Başkomiser, Kolsuz ile birlikte cinayet büronun yolunu tuttu. Büroya vardıklarında Kemal Müdür çoktan kapıda dikiliyordu. 

” Bu basın açıklamaları var ya! ” diye söylendi. Hızını alamadı ve devam etti: ” Nasıl bir memleket olduk arkadaş! ” diye devam etti. Artık cevap verme sırasıydı. Başkomiser, göz ucuyla Kolsuz’a doğru baktı. Yap gönlünü dercesine bir bakıştı bu. Her zaman olduğu gibi evin en küçük çocuğu ekmek almaya yollanmıştı. Evet bu isim, Komiser Ali Kolsuzdu. 

“Valla müdürüm sizin işinizde zor. Biz ceset görmekten sıkıldık, siz açıklama yapmaktan sıkıldınız. Aynı gemideyiz müdürüm, siz güvertedesiniz biz denizin içindeyiz. ” 

Bu tarz moral konuşmalarında başarılı ismi Ali Kolsuz sahne almıştı. Gayette başarılı bir şekilde süreci yönettiğinin farkındaydı Başkomiser.

 Hayat böyledir; başarı her zaman cezalandırılır. Kolsuz’un başarısının cezası da buydu. Kemal müdür yavaşça yelkenleri suya indiriyordu. Son bir dokunuş kalmıştı. Kolsuz tekrar sahne aldı:

“Memleketin çivisi çıkmış müdürüm! Adım atamıyoruz, insanlığın ayağına batıyor. ” 

Kemal müdür nakavt olmuştu. Kolsuz’un sözleri, Rocky Balboa yumrukları gibi tesirini gösteriyordu. Başkomiser, fırsattan istifade etmek istedi: 

“Müdürüm izninizle ben müsaadenizi istiyorum. ” dedi. Fırsat bu fırsat, pozisyon altın tepsiyle önüne gelmişti. Gençlik yıllarında amatörde top koşturan Başkomiser, böyle fırsatları her zaman değerlendirirdi. 

” Tabii müsaade senin Ercüment. “

Başkomiser, Kolsuz’a göz ucuyla tekrardan baktı. Bu Allah kolaylık versin demenin başka bir yoluydu. 

                                                              “…”

Başkomiser, bürodan ayrıldıktan sonra soluğu şaibeli intiharın gerçekleştiği evde aldı. Eve girme konusunda zorlanmadı. Çocukluk yıllarında izlediği bir dizinin ana karakterine bürünürdü böyle durumlarda. Kapıyı kartla açtıktan sonra “Raymond Reddington mısın be! ” diye kısık sesle kendiyle övündü Başkomiser. Sessiz bir şekilde direkt oturma odasına doğru yöneldi. Bir an ışıkları açacaktı ki son anda bu kararından vazgeçti. İyi polis, kötü polis oyunun içinde değildi. 

Karşı daireden sızan ışık doğrudan Muhammet ve Didem’in birlikte çekilmiş fotoğrafını aydınlatıyordu. Başkomiser , çerçevelenmiş fotoğrafa doğru yürüdü ve eline aldı. Tam o sırada kafasının arkasında, Glock 17 Gen 4 tabancasını hissetti. Anlık bir tahmin yürüttü; tabancalarla arasının iyi olduğunu düşünürsek yanılmamıştı.  

“Muhammet Kalın sen misin? ” diye sordu Başkomiser. Kafasına silah dayanmış biri için fazla iddialı bir girişti bu. Gerçi ilk defa namluya kafa atmamıştı…

” Asıl soru sen kimsin? ” 

“Başkomiser Ercüment Çıkmaz, cinayet büro. ” 

” Memnun oldum Başkomiser ben de Muhammet Kalın. ” dedi kendinden emin bir şekilde. 

“İndir silahını Muhammet! Allah, Muhammed aşkına elimden bir kaza çıkacak! ” 

“Çıksın Başkomiser!  Yemin ederim ki isteyerek olmadı, balkondan atmak istememiştim.” 

“Dur dur sen zahmet etme ben anlatayım: Didemle tartıştınız, konuşmak için eve çağırdın. Sana karşı olan duygularını istismar ettin belki de şantaj yaptın. Balkondan sen ittin dimi lan! Kamera kayıtlarından eve girdiğin anı sildin. Zaten eve girişin 3 gün öncesine ait olduğu için kendini hayalet olarak düşündün. Didem’i balkondan ittikten sonra da yangın merdiveninden tüydün hatta Didem’in telefonunu da o ara yürüttün dimi lan!”

Muhammet Kalın konuyla alakasız bir şekilde: ” 18 Eylül 2005 tarihi sana ne ifade ediyor Başkomiser? ” diye sordu. Ardından ” Dur Başkomiser dur! Sen söyleme ben anlatayım. Beşiktaş, Fenerbahçe derbisi. Anelka’nın sağ kanattan öyle bir geldiği maç… Didem de benim hayatıma öyle girmişti Başkomiser. İstemedim böyle olsun! ” 

Muhammet Kalın sözünü bitirmesiyle birlikte silahını Başkomiserin kafasından çekti. Çekmesiyle birlikte tek el bir silah sesi duyuldu. Başkomiser arkasını döndüğünde, kanlar içinde yerde yatıyordu Muhammet Kalın…

Visited 3 times, 1 visit(s) today
Close