Gözleri bulanık görmesine rağmen adımları hızlıydı. Sokağın ritmindeki değişiklik içine ince bir telaş yayılmasına neden oluyordu. İnsanların çehresi kaygı ile boyanmıştı. Önünden geçerken gördüğü marketlerin içindeki kalabalık, merakını daha da arttırdı. Bir iki sokak daha meraklı gözler ile ilerledikten sonra, ulaşmak istediği dükkânın önüne gelmişti. Bir yerin müdavimi olmayı severdi. Düzenli olarak yaptığı alışveriş sayesinde dükkân sahibi Fikret ile ahbap olmuştu. Dükkân caddenin sonunda köşede kalıyordu ve önünde hiç de azımsanmayacak uzunlukta bir kuyruk vardı. Oldukça şaşırmıştı. O da diğerleri gibi sıraya girdi. İnsanlarla göz göze geliyordu. Suratlardaki kaygı onun içine de işlemişti. Hafifçe elleri titremeye başladı. Fikret’i tanımanın verdiği özgüvenle, sırayı beklemeden içeriye girmeye karar verdi. İlerlerken insanlara çarpıyordu. Dükkândan çıkan herkesin elinde kolonya şişesi vardı. Gecelik zulası bitmek üzere olduğu için biraz telaşlıydı. İçeri girdi. Fikret’in kulakları kıpkırmızı olmuştu. Bir yandan telefonla konuşurken, bir yandan da müşterileri ile ilgilenmeye çalışıyordu. Dükkânın içindeki kalabalık, ortamı iyice havasız bırakmıştı. Diğer insanlara çarpa çarpa, tezgâhın önüne kadar geldi. Her zamankinden istemişti. Fikret, onu kalabalıkta ancak tanıyabildi. Kolonyanın kalmadığını, ertesi gün gelmesi için toptancı ile görüştüğünü söyledi ve lafı daha fazla uzatmadan, diğer müşterileri ile ilgilenmeye devam etti. Olan biten hiçbir şeye anlam verememişti. Sayılı arkadaşlarından biri olan Fikret’in, kendisini başından savdığını düşündü. Biraz kırgın, biraz şaşkın dükkândan ayrıldı. Yaklaşık üç yıldır buradan alışveriş yapıyordu ve hiçbir zaman böyle bir durum ile karşılaşmamıştı.
Sahilin yolunu tuttu. Hafif bir rüzgâr, ağaç dallarını sallıyordu. Dallardan çıkan sesi çok severdi ama bu sese bir türlü yoğunlaşamıyordu. Ellerinin titremesi artmıştı. Sahilin sonunda bulunan tenha bir parkta yatıp kalkıyordu. Geçimini, kimi zaman depozitolu şişe toplayarak, kimi zaman da günlük inşaat işlerinde çalışarak karşılıyordu. Kartonlardan oluşan barakaya benzer bir çatısı vardı başının üzerinde. Az sayıdaki eşyalarını içine yerleştirdiği alışveriş arabasının önüne geldi. Dibinde iki parmak kadar kalmış olan kolonya şişesini, sokak lambasına doğru kaldırdı. Şişenin içindeki sıvı yıldız gibi parlıyordu, bir iki tur çevirdi ve içinde ne kadar kaldığına iyice ikna oldu. Tahta meyve kasalarından yaptığı masasını çoktan hazırlamıştı. Kolonyayı çay bardağının yarısına kadar doldurdu ve üzerine su ekledi. Saydam renkteki iki sıvı bir birine karışmaya başladı. Bu dansı ilkel bir ayinmiş gibi izledi. İçtiği sıvıya “dişi aslan sütü “derdi. Çünkü ancak dişi bir şey, daha önce onun içini bu kadar yakabilmişti. Bu duruma düşmesinin sebebi olan iki dişi şeyden biri, gırtlağını yakarak midesine inerken, diğeri kalbini yakarak aklına hücum ediyordu. İki küçük yudumun ardından büyük bir yudum alırdı. Büyük yudumlardan sonra, suratını bir miktar buruştururdu ve dişlerinin arasından kısa kısa nefesler çekerdi. Yıllarca aklını uyuşturduğu miktarın çok altında içebilmişti bugün. Geçmişteki varlıklı günlerine sövdü. Kendini alıştırdığı yüksek oranlı alkollerin isimlerine teker teker küfür etti. Uykuya dalmak için oldukça fazla gayret göstermesi gerekiyordu. Bunun için, bir süre hayal kurmaya çalıştı.
Sabah, voltasını attıktan sonra çarşının yolunu tuttu. Berber Murat’ın dükkânına doğru yürüyordu. Dün ulaşamadığı kolonyayı bugün ondan isteyecekti. Sokaklar tenhalaşmıştı. Köşeyi dönünce Murat’ın kepenkleri indirdiğini gördü. Bu saatte dükkânın kapanmasına şaşırdı. Hafifçe duraksadı, sonrasında hızlı adımlarla Murat’ın yanına geldi. Murat’ı selamladı, dükkânı neden bu saatte kapattığını merakla sordu. Murat, berberlerin salgın geçene kadar kapalı kalacağını üstün körü bir şekilde ona anlattı. Salgın durumuna ilk başta anlam verememişti, ne salgınıydı bu? Murat, anlattıkça durumu kavrıyordu. İyiden iyiye ürkmeye başladı. Dün Fikret’in dükkânındaki izdihama şimdi anlam verebiliyordu. Durumun ciddiyetini anlayınca, kolonya istemekten utandı. Yüzü asıldı, bir an önce muhabbetin bitmesini bekliyordu. Başka bir çözüm yolu arayacaktı. Ağzını açamadı. Murat’ın dediklerini başıyla onaylıyordu ama aklı hala kolonyadaydı. Dükkânın içini göz ucuyla kolaçan etti, ancak hiçbir kolonya şişesi göremedi. Alnı küçük küçük terledi. Eliyle alnını sildi. Murat’ın acelesi vardı, kepenklerin kilidini taktıktan sonra, yanından ayrıldı.
Bir süre olduğu yerde kaldı, kendini düşünmeye zorluyordu ama hiçbir düşünceye odaklanamıyordu. Aklını uyuşturma fikrinden başka bir şey düşünememekten, aklı uyuşmaya başlamıştı. Onun için en ucuz ve etkili yol olan kolonya, daha önce hiç bu kadar ulaşılmaz değildi. Küçük adımlarla ilerlemeye başladı. Sokaktaki insanların yüzünde, çeşitli maskeler vardı. İnsanların korunmak için taktığı bu maskelerden oldukça korkmaya başladı. Gördüğü her maskeli kişi, onun düşüncelerinin acısını arttırıyordu. Kollarını kıvırdığı çizgili gömleğinin sırtı, sırılsıklam olmuştu. Düşünceleri kadar gözleri de bulanıklaşıyordu. Meydandaki banklara kendini zar zor atabildi. Burada bir süre, nefesinin normale dönmesi için bekledi. Az da olsa kendini toparlamıştı, içki almaya karar verdi. Yıllardır bir tekelden içki almamıştı. Tanıdık tekel sahibi biri yoktu. Oturduğu yerden etrafına bakındı. Gözüne bir dükkânı kestirdi. Ayağa kalkarken hafifçe sendelese de dengesini hemen yakaladı, dükkâna doğru yöneldi. Tekelin önünde sıra vardı, bekledi. Sıra ona gelince rakının fiyatını sordu. Ancak, cebindeki para rakının çeyreğine bile yetmiyordu. Kısık bir sesle boğma rakı olup olmadığını da sordu. Tekelci, tersler bir şekilde olmadığını söyledi. Bozulmuştu, biraz yüzü kızardı ve kendini oldukça kötü hissetti. Midesine giren kramplar da cabasıydı. Nereye gittiğini bilmeden ağır aksak ilerledi. Bir iki sokak sonra karşısına bir süpermarket çıktı. İçeri girmek için kapıya yöneldi. İçerideki maskeli insanlar oradan oraya koşturuyordu. İnsanların ellerindeki alışveriş arabaları tepeleme doluydu. İnsanlar, kendilerini korumak için envai çeşit atkı ve şallar ile sarınmışlardı. Uzaktan, adeta bir marketi talan eden yağmacılar gibi görünüyorlardı. İçeri girmek için, son adımını bir türlü atamamıştı. Maskeli insanlara karşı olan korkusu iyice arttı ve giderek bütün vücudunu kapladı. Eliyle alnındaki teri sildi. Bu esnada, markete girmek için acele eden, orta yaşlarda bir kadın ona çarpıp, marketin içine daldı. Kadın, alışveriş arabası aradı fakat bulamadı. Market reyonundan seçtiği ürünleri alelacele kucağına doldurdu. Bu gördüğü manzara, bardağı taşıran son damla olmuştu ve markete girmekten vazgeçti. Hızlı adımlarla yönünü değiştirerek, kayalıklara doğru yürümeye başladı.
Kayalıklardan ufka bakıyordu. Parası iki şişe biraya ancak yetmişti, onları da sahile gelene kadar çoktan midesine indirdi. Düşünceleri az da olsa rahatlamıştı. Sahile akan lağımın kokusu, burnunu rahatsız ediyordu. Etrafına bakındı hiç insan kalmamıştı. Sahilin kendisine ait olma durumunu çok seviyordu. Eskiden kalma bir alışkanlıktı bu onun için, sahip olma isteği… Her zaman daha fazla şeye sahip olmak istemişti. Sevdiklerini de bu yolda kaybetmişti zaten. Şimdi onu mutlu edecek tek şey, limonlu bir alkol kokusuydu. Çünkü onun için her şey, artık hiçbir şey olmuştu. Hiçbir şey düşünmek ve hissetmek istemiyordu. Kendini öldürmeye cesareti, yaşamaya ise mecali yoktu. Ayağa kalkmaya çalıştı. Düşünceleri kadar aklı da bulanıktı. Elleri, hiç olmadığı kadar çok titriyordu. Vücudunun her yerinden, bir anda ter boşandı. Kayalıkların üzerindeydi, dengesini zar sor sağlıyordu. İkinci adımını atarken kendini yerde buldu. Bayılmış mıydı? Bu bir sinir krizi miydi? Yoksa alkol krizine mi girmişti? Vücudunun kontrolünü kaybetti. Yıllardır bedenine uyguladığı eziyetin bir intikamı gibiydi. Bilinci yavaş yavaş kapanıyordu. Salgın diye düşündü, asıl “salgın” buydu onun için. Aklını uyuşturmadığı şu bir günde ne kadar da hızlı yayılmıştı düşünceler. Rüzgâr vücuduna dokunuyordu usulca ve dalların sesi, dalga sesine karışıyordu yeniden. Bilinci tamamen kapanmadan önce hissettiği son şey, sırtına batan taşın acısıydı.
Lağım kokusu, yerini limon kokusuna bırakmıştı. Ciğerlerini bu kokuyu hapsetmek istiyordu ama bir yandan da nefes almakta güçlük çekiyordu. Gözünü az da olsa aralamak için güneşle büyük bir mücadele içerisindeydi. Limon kokusu artmaya başlamıştı. Başını hafifçe kaldırdı. Kendisine doğru bakan iki kafa fark etti. Oldukça bulanık görüyor, bir yandan da midesi bulanıyordu. Aldığı kokunun ve kulağına gelen seslerin anlam kazanmasıyla beraber kendine geldi. Başındaki insanların polis olduğunu anladı. Kendisini “amca, amca!” diye dürtüyorlardı. Bir ara duraksadılar. Genç olan cebinden küçük bir şişe kolonya çıkardı ve önce amirinin eline sonra kendi eline döküp ovuşturdu. “Önce tedbir “,diyerek amirinin gözüne girmeye çalıştı. Kısa bir süre içinde, her yeri kolonya kokusu sarmıştı. Hafifçe doğruldu ve kaskatı kesildi. Kokunun burnundan girip düşüncelerinde hareket etmesine izin verdi. Kokunun uyarıcı etkisi, gittikçe artmıştı. Bu esnada elini, polislere doğru uzattı. Polisler şaşırdı, birbirlerine bakıp ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Sonra genç olanı, cebinden kolonyayı çıkarıp adamın eline de döktü. Kolonyanın serinliği bütün vücudunu sarmıştı. Elini, burnuna götürdü ve ciğerlerinin yettiği yere kadar derin bir nefes aldı. Düşüncelerinin panzehiri, avucunun içinde duruyordu. O sırada polis amiri, iyiden iyiye bağırarak; “ Sokağa çıkma yasağı var, şehir karantinada hemşerim, evine gitsene!” diyordu. Aklındaki düşüncelerin arasından bir an için sıyrılarak, başını hafifçe yukarı kaldırdı ve “benim evim burası” dedi…
- Türk Edebiyatından Sinemaya Uyarlanmış 5 Etkileyici Film - 31 Aralık 2020
- Dişi Aslan Sütü - 2 Haziran 2020