Kahveyi koydu, suyu ekledi. Yeni nesil cezveyi boşluğa yerleştirip makinenin düğmesine bastı. Ne iyi olmuştu şu kahve makineleri. Eskiden olduğu gibi taşmasın diye gözünü ayırmadan başında beklemek gerekmiyordu. Dolaptan pembe çiçekli fincanı çıkardı, güzelce tabağına yerleştirdi. Sıra geldi çikolataya. En sevdiği bitter çikolatayı çıkardı. Daha dün almıştı. Bu seferki Antep fıstıklıydı. Paketi ters çevirip tezgâhın üzerine koydu, önce üstteki kâğıt ambalajı açtı. Alüminyum folyosu üzerindeyken çikolatanın bir kenarını yukarı kaldırıp eliyle kırdı. Folyo biraz yırtılıyor ama kareye benzer parçalar halinde kırılıyordu böyle yapınca. Her zamanki gibi bir parçayı ağzına attı. İkincisini fincanın yanına koydu. Pakette kalan çikolatayı tekrar ambalajına koyup kâğıdı sardı, üzerine lastik geçirdi ve yerine kaldırdı.
Çikolata ağzında nefis bir tat bırakırken hangi parça daha lezzetli oluyor, diye düşündü. Şimdi yediği ilk parça mı yoksa kahvesini bitirdikten sonra yediği o ikinci parça mı? Bu ilk parça daha lezzetliydi sanki. Hem mis gibi kokuyor, hem de birazdan içeceği kahveyi müjdeliyordu. Galiba bu yüzdendi. Paketi yeni açtığı için çikolata pek güzel kokmuş, kokuyla birlikte verdiği keyif de artmıştı. Peki ona keyif veren kahvenin kokusu muydu, yoksa çikolatanın mı? Emin olamadı.
Kahve makinesi bipleyerek işini bitirdiğini müjdeledi. Fincanı doldurup eline aldı ve sallanıp dökülmesin diye dikkatle taşıyarak balkona çıktı. Hava da ne kadar güzeldi bu sabah. Yatakları düzeltmiş, yastıkları havalanması için güneş görecekleri bir yere koymuş, havluları çamaşır makinasına atıp çalıştırmış, kocasının her zamanki köşede bıraktığı çorapları kirli sepetine atmış, kahvaltı masasını toparlayıp tezgahı temizlemiş, bulaşıkları makinaya doldurmuş, birazdan çalıştıracağı temizlik robotuna dolanmasın diye prizden sarkan şarj kablosunu kaldırmış, antredeki terlikleri de yerine yerleştirmişti. Bu arada ev havalansın diye karşılıklı camları açmış, fazla eser de kapılar çarpar diye gerekli önlemleri de almıştı. Yani sabah kahvesini hakkıyla hak etmişti. Sabahın bu erken saatinde kendini büyük işler başarmış gibi hissediyordu. Tamam, bu sayılanlar öyle ahım şahım işler değildi belki ama her gün yapılması gereken işlerdi. Kendine böyle bir rutin bulmuştu. Kocasını uğurlayıp, önce evin günlük işlerini bitiriyor, sonra kahvesini içiyordu. Böylece günün ilk başarısını kazanmış gibi hissediyor ve ödülünün, yani sabah kahvesinin keyfini çıkarıyordu.
Balkonda üç küçük koltuk vardı. Elindeki fincanı ortadaki sehpaya koyup oturacağı koltuğu bahçeyi görebileceği şekilde çevirdi ve bir komutan edasıyla oturup ayak ayak üstüne attı. Kahvesini alıp ilk yudumunu büyük bir keyifle ve ses çıkararak içti. Kendisi bu evin komutanıysa, evin kedisi de bu komutanın yaveriydi haliyle. Yaver efendi sakin sakin geldi, hopladı ve yandaki koltuğa çıktı. Kendi etrafında birkaç tur atıp doğru pozisyonu buldu. Patilerini altına alıp kıvrılıverdi. Kahveyle çikolatayla işi yoktu ki onun, yanında biri olsun yeterdi. Koca ev ikisine kalmıştı zaten. Çocuklar büyüyüp okumak için başka şehirlere gittikten sonra dilekçesini verip hemen emekli olmuştu. Kocası kimselere güvenip de dükkanı çalışanlara emanet edemiyor, illa ki her sabah aynı saatte iki dirhem bir çekirdek hazırlanıp gidiyordu.
Kusura bakmasındı kocası, kendisi artık çalışmak zorunda hissetmiyordu. Bu sene evinin ve emekliliğin keyfini çıkaracak, sonbaharda o çok özendiği uzaktan eğitim veren ikinci üniversiteye başlayacaktı. O güne kadar bütün zamanı kedisiyle birlikte evde geçiriyordu. Komutan nereye yaver oraya. Can dostunun başını okşadı. Kahvesinden bir yudum daha aldı. Fincan tabağında sırasını bekleyen çikolataya takıldı gözü. Tam o anda aklına dedesi geldi. Küçük bir kızken, evlerine her geldiğinde kırmızı renkli ülker çikolata getirirdi dedesi. Hani şu çekmece gibi açılan, içinden ayrı ayrı paketlenmiş minik çikolatalar çıkandan. Erkek kardeşi o zamanlar üç yaşında filan olmalıydı. Dedesi daha yeni yeni konuşan ufaklığa sayıları öğretmeye çalışır, minik paketli çikolataları teker teker sayarak eline verirdi. Geçenlerde gittiği kafede kahvenin yanında getirmişlerdi aynısından. Nasıl da şaşırmıştı. Aynı minik çikolatayı görünce sevinmişti. O zaman gelmişti aklına yıllar öncesinden bu manzara. Badi badi yürüyen erkek kardeşi ve dedesi. Kaç yıl önceydi, hesaplamaya çalıştı. Kardeşi koca adam olmuştu, kendi çocuğu vardı artık. Dedesini kaybedeli kırk seneyi geçmişti. Büyüdüğü ev, o sokaklar kaybolup gitmişti çoktan. Şehrin o bölgesi bambaşka bir yer olmuştu.
O gün kafedeyken bu kadar detaylı düşünmemişti. İnsanın aklı ne garip, eskilerden bir sahneyi bir anda hatırlamak. Yıllardır hiç aklına gelmemişti dedesi. Çok küçüktü onu kaybettiklerinde. Şimdi, dedesi, o kırmızı çikolatayı ceketinin iç cebinden çıkarması, heyecanla bekleyen erkek kardeşi, işte sahne tam olarak gözünün önündeydi şu an. O kadar canlıydı ki sanki dün yaşanmış gibi. Kaç yaşındaydı ki dedesi o zaman? Torunu olmak nasıl bir şeydi acaba? Üstelik kaçıncı torunuydu erkek kardeşi. Şöyle bir düşündü, kaç kuzen olduklarını bir anda sayamadı. Artık eskisi gibi değildi hayat, herkes bir yana dağılmıştı. Bütün kuzenler, onların çocukları, hepsi birbirinden uzaktaydı. Torun görmek neredeyse imkânsız hale gelmişti. En iyisi bu konuyu fazla düşünmemekti.
Güneş yükselmiş, balkonun tamamı gün ışığıyla dolmuştu. Yan taraftaki badem ağacına bir kuş gelmiş, boyundan beklenmeyecek kadar yüksek bir sesle şakıyordu şimdi. Haydi kalkın, uyanın der gibiydi. Yanındaki kediyi uyandırmıştı mesela. Kedi uyandı ama kalkmadı bile yerinden, şöyle bir iç çekti sadece. Keyfi yerindeydi demek. Kedinin keyfi mi ona bulaşıyordu, yoksa kendisi keyifli olduğu için mi yanındaki kedi bu kadar huzurlu uyuyordu. Bilemedi. Kahveden son yudumunu aldı. Fincan elinde, bugün neler yapacağını düşündü. Aklından bir sıralama yaptı. Çamaşır makinesi yıkamayı bitirmişti muhtemelen. Kalkıp içindekileri asacaktı önce. Hava güzeldi, akşama kadar kururlardı balkonda. Sonra çarşıya kadar yürüyüp bir iki yere uğrayacak, öğlen arası olmadan bankaya gidecekti. Emekli maaşına promosyon veriyorlar diye duymuştu. Belki oradan da sahile gider azıcık yürürdü, bu güzel havayı kaçırmamalıydı. Çok şükür kış bitmiş, bahar gelmişti. Balkonu şöyle bir süzdü, yerler temiz görünüyordu. Balkon süpürmeyi bugünlük pas geçebilirdi. Yalnız çiçekler su istiyordu sanki. Kalkınca bir su verseydi iyi olurdu.
Fincanı sehpadaki tabağına koydu. Tabakta bekleyen ikinci parça çikolatayı ağzına attı. Az önce kendine sorduğu sorunun cevabını bulmuştu. Hayır, ilk parça değil, ikinci parça çikolata daha lezzetliydi. Kahvesinin keyfini çıkarmış olduğu için mi daha lezzetliydi, yoksa ağzındaki kahvenin tadıyla birleştiği zaman daha mı güzel geliyordu? Emin olamadı. Kediyi rahatsız etmemek için yavaşça yerinden kalktı, sehpadan fincanı alıp içeri girdi.