“Müsveddelerinizi düzeltirken gereksiz tasvirleri, sıfatları elden geldikçe çıkarmaya çalışınız!” diyor Anton Çehov, Maksim Gorki’ye yazdığı bir mektupta. “Mesela ben, ‘bir adam otların üzerine oturdu’ dediğim zaman bunu herkes anlar, o kişi otların üzerine oturmuştur gerçekten. Ama ‘uzun boylu, dar omuzlu, kızıl sakallı bir adam, etrafına ürkek ürkek bakınarak, yeşil ve ezilmiş (hatta bir sıfat daha ekleyelim: ‘tezekli’) otların üzerine yavaşça çömeldi’ dersem, ilk okumada bunu kimse anlamaz!” diye ekler. Ardından şu önemli vurguyu yapar: “Kısalık ve açıklık, yazın dünyasında başarının kız kardeşidir, sevgili kardeşim.
Öykü, bir anlatı sanatıdır. Birbiriyle bağlantılı olaylar bütünü, (olay örgüsü) ancak yalın ve anlaşılır olduğu ölçüde okuru etkiler. Çehov’un öykülerinde bu yalınlığın ve doğrudan anlatının izleri açıkça görülür. Onun anlatılarında hep bir neden-sonuç ilişkisi vardır ve olaylar, öykünün evreninde anlamlanır. Edebiyatta bu evrene “diegetic evren”[1] deniyor; kurmacaya ya da gerçekliğe dayalı olabilen bu teknikle Çehov, yazın dünyasında kendine has bir yer edinmiştir. Benzer öykü anlayışını bizde Ömer Seyfettin’de görebiliriz.
Bu açıdan bakıldığında, Çehov’un dili ve üslubu döneminin diğer Rus yazarlarından farklıdır. O, mecazî anlatımı ve hicvi ustaca kullanır ve mizahî üslubu, farklı kültür ve eğitim seviyesinden bir çok okura hitap eder. İşte tam da bu nedenle Çehov’u çevirmek zordur; içerikteki kültürel şakaları, siyasi mecazları, halk alışkanlıklarının hicivsel aktarımını, Rus yaşam tarzının nüktedanlığını aktarmanın zorluğuyla karşı karşıyadır çevirmen… Şakaların başka bir dile tam aktarımı, çevirmeni büyük bir sınava sokar. Çehov çevirmenlerinin karşılaştığı en büyük zorluk ironinin doğru aktarımıdır. Zaman zaman kültürel şakaları ve siyasi mecazları çözümlemek kolay olmaz. Çeviriyi tam da bu nedenlerle genellemelerden kurtarıp nihai bir ürün ve yaratıcı bir çaba olarak değerlendirmek önemlidir. Çünkü diller arasında tam bir eşdeğerlilik olamayacaktır.
Dolayısıyla, Nurullah Ataç’ın çeviriyi bir kadına benzeterek “sadığı güzel, güzeli sadık olmaz,” sözlerinden ve Talat Sait Halman’ın çeviriyi bir evliliğe benzeterek, “beklenmedik mutluluklar getirebileceği gibi, bunun tam tersinin de olabileceği” tanımlarından yola çıkarak, ideal bir evlilik düşünülemeyeceği gibi ideal çeviri de olmayacaktır. Çeviri sürecinde anlam yitimi kaçınılmazdır. Basil Anderton, bu durumu şöyle ifade eder: “Kültürel ve toplumsal farklılıklar, diller arası aktarımın kesinliğini engeller ve bu nedenle her çeviride bir anlam eksilmesi yaşanır.“
Her şeye rağmen uzun yıllardır çeviri, etkinliğini koruduğuna -özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra hızlanarak artan biçimde- ve vazgeçilmez bir kültürel araç rolünü üstlendiğine göre söz konusu anlam eksilmesinin öneminin ikinci planda kalacağı açıktır. Anlam eşdeğerliliğini temin eden çevirmen de aslında bir bakıma anlatıyı yeniden yaratır. Bu noktada kilit figür yine çevirmendir. Yapay zekâ ve otomatik çeviri sistemleri ne kadar gelişirse gelişsin, bir metnin ruhunu yakalamak hâlâ çevirmenin sezgisine ve ifade yeteneğine bağlı olacaktır. Çevirmenlerin, özgün yazar karşısında ne kadar duyarlı ve becerikli olabildiği tartışılır. Bu, iyi bir oyuncunun rolünü “hissetmesi” ve onun içine girmesiyle çevirmenin yazarın zihnine girmesi aynı potada ölçümlenir. Ne kadar mümkün ise o kadar etkileyicidir. Bu da yazarı ve üslubunu iyi tanımaktan geçer.
Çehov’un en belirgin yazınsal özelliği, doğrudan ve anlaşılır bir dil kullanmasıdır. Onun bu yaklaşımı, çevirmenler için önemli bir rehberdir. Onun hikâyelerinde göze çarpan en büyük sanatsal özellik üslubun gerçekçiliğidir. O, dış dünyayı olduğu gibi yansıtmaktan ziyade, insan ruhunu gözler önüne sermeye odaklıdır. Rus yaşamının karanlık ve mekruh yanları, öykülerinin içine ustalıkla gizlenir; mizahı bu örtüyü kaldırmak için kullanır. Yoksulundan soylusuna Rusya toplumunun her kesimden sosyal sınıflarıyla -arabacısı, papazı, köylüsü, soylusu, eğitimlisi, eğitimsizi- her meslekten temsilcilerin birer geçit törenidir Çehov’un öyküleri. Sadece dış gerçekleri yazmakla yetinmez, aynı zamanda bir psikolog ve pratisyen hekim olan Çehov, insan ruhunu da apaçık ortaya döker. Bu kabiliyet, Dostoyevski’de de vardır, söylenebilir ki Rus yazarlarının hemen hepsinde, bir “psikolog” gözlüğü hep var olmuştur. Çehov’da ek olarak hayvanların iç dünyasını da yansıtabilme yeteneği bulunur; bu başarısı “Kaştanka” adlı hikâyesinde görülür.
Çehov’un hikâyeleri, “minyatür öykü” standardındadır. O kısanın başarısına inanmış bir yazardır. Evet, Rus edebiyatı çok çeşitli yönlerde gelişmiş olsa da ne Gogol ne Dostoyevski ne Tolstoy ne Turgenyev, Rus edebiyatını Çehov kadar sadeleştirmeyi başaramadılar. Bunu sadece Çehov iş edindi ve “az sözle çok şey anlatabilme” sanatını yarattı. Belki sadece Tolstoy, Halk İçin Öyküler yazmaya başladığında bu tarza geçmeye çalışsa da “az sözle edebiyat” başarısında Çehov’a yaklaştığını düşünmüyorum. O “ağır ve uzun edebiyatın” öncülerindendi.
[1] “Diegetik” kelimesi, köken olarak Yunanca “diegesis” kelimesinden türemiştir. “Diegesis”, anlatı veya hikâye anlatma anlamına gelir. Terim, özellikle edebiyat, sinema ve anlatı teorisinde kullanılır ve bir hikâyenin içinde var olan, karakterler tarafından deneyimlenen dünyayı ifade eder.
Editör: Melike Kara
- Çehov Çevirmek - 10 Aralık 2025
- Acının Rengine Dokunan Kadın - 2 Kasım 2025
- Entelektüel Sohbetlerin Yeni Mekânı ChatGPT Mi? - 2 Kasım 2025
