Yazar: 19:27 Kitap İncelemesi

“Kulübedekiler” Kitap İncelemesi

Kulübedekiler, Engin Kükrer’in ikinci öykü kitabı. Kitaba adını veren öykü dâhil olmak üzere, on altı kısa öyküden oluşuyor. Akıcı, pürüzsüz, kulağı tırmalamayan yalın bir dil kullanılmış. Okur, öyküleri okurken hiç yorulmuyor; metin ilerledikçe geriye bakma ihtiyacı duymuyor. Aksine kendini akıcılığa ve metne kaptırıp sonu merak ediyor. Bu, basit ve yüzeysel bir anlatım anlamına gelmiyor. Aksine derinlikli bir dil, anlatım ve kurgu söz konusu.

Beş öyküde epigraf kullanmış. Epigrafların bu kadar ustaca kullanıldığı öyküler hatırlamıyorum. Epigraflar, adeta öykülerin temeli. Engin Kükrer’e kolonları ve duvarları çıkmak, çatıyı örmek kalmış. Epigraflı öykülerin okuması bittiğinde, kolonların ve duvarların sağlam çıkıldığı, çatının güzel örüldüğü, hatta ince işliğin bile çok güzel yapılmış olduğunu görüyoruz okur olarak.

Öykülerin kurguları sağlam. Başkarakterler güçlü.

Öykülerin atmosferi çok güzel. Çoğu sinemaya uyarlanabilecek nitelikte.

Olay örgüleri güzel kurulmuş. Roman olabilecek öyküler, birkaç sayfaya sığdırılmış. Sözcük ekonomisi var. Öykülerde fazladan sözcüğe pek rastlanmıyor. Diyaloglar ustaca kullanılmış.

Mekân tasviri harika! Öyle ki bazen kendinizi mekânın içinde buluveriyorsunuz. “Çiçeklerin Aradığı Adam” öyküsünde, kendimi bir çiçek, bir sarmaşık sanıverdim. Keza, “Kulübedekiler” öyküsünde, olayın geçtiği mekân, ev… Sanki okurun kendisi, bir an için inleyen, dişlerini gıcırdatan, kıskanan, kulakları sağır, huysuz yaşlı bir ev oluveriyor.

Bazı öyküleri okurken fantastik edebiyat ile büyülü gerçeklik akımı arasında gidip geldiğim oldu. Güney Amerikalı bir yazarın ve Cortazar’ın öykülerinden herhangi birinin tadını aldım.

Yazar, bir söyleşisinde edebiyata aslında öyküyle değil, şiirle başladığından söz etmiş ve  500’e yakın şiirinin olduğunu belirtmiş. Dolayısıyla aynı metinde her iki türün, yani şiirle öykünün birlikte nefes alıp verdiğini, birbirlerini beslediğini görüyoruz. Edebiyat dünyasında böyle bir kullanım var mı bilmiyorum ama yoksa ben kullanmış olayım: “şiirimsi öykü” veya “öykümsü şiir”. “Şiire öykünen öykü veya öyküye öykünen şiir” daha mı güzel olur, sizlere bırakayım.

Öykü yazmak için malzeme sıkıntısı yok. Gözlemlerini ve birikimini çok hızlı bir şekilde ölçen, biçen, kesip doğrayan, tartan kısacası kurgulayan, sayfalara döküp okuruna sunan bir kalem. Özellikle herhangi bir konu seçmiyor. Tarih, savaş, mitoloji, aşk, mizah, mülteciler, kaçak göçmenler… Her konu, Engin Kükrer’in radarında. Bu tespit ise sadece öykü, şiir, deneme gibi edebi türleri yazmadığını, derinlikli ve nitelikli okumalar yaptığının da bir kanıtı.

Günlük hayatta, konuşma dilinde asla yan yana gelmeyecek sözcükleri beraber kullanmış ki metni çok zenginleştirmiş: Bakır çalığı bir endişe, sarı gazap, güneşi içmek, şiirden uçak, şiirden füzeler, barış ezgili kâğıtlar, miğferine kır çiçekleri eken deniz yüzlü askerler, üç başlı köpekler, güneş yüzlü delikanlı…

“Beyaz Işıklı Ada” öyküsünde bir cümle beni çok sarstı: “Burada etnik kökenin, ten rengin ya da mezhebin, isminden önce gelirdi.” (sf. 80)

“Kerem Gibi” öyküsünde karakterlerden Şule, sistemin eleştirisini çok güzel yapmış. Ne var ki bu eleştiri, sadece içinden geçiyor. Bu eleştiriyi asıl muhatabına bile söyleyemiyor. Zaten söylese de anlayan yok, anlamak isteyen yok. Anlayanlar da zaten, gereğini yapmıyor.

Öykülerin pek çoğunda hayvan adlarının geçtiği betimlemeler var: Tilki sessizliği, güvercin adımlarla, güvercin ürkekliği, göğsün sol yanında atan güvercin, aç kurtlar, köpek muamelesi, kaplumbağa adımlarıyla, tavşan atikliğinde, neşeli tavşan…

Üç yılda iki öykü kitabı. Anlaşılan önümüzdeki yıllarda, Engin Kükrer’in pek çok öykü kitabını soluksuz okuyacak, sonrakileri özlemle ve heyecanla bekleyeceğiz.

Engin Kükrer, Kulübedekiler, Kırmızı Kalem Edebiyat Yayınları, Nisan 2025, 112 s.

Muhsin Boz
Latest posts by Muhsin Boz (see all)
Visited 32 times, 21 visit(s) today
Close