Bu filmi izlediniz mi? Bence izlediniz. İzlediniz, izlediniz. Israr ediyorum. İz-le-di-niz! Ilık havayı fırsat bildiniz, telefona gidiverdi eliniz. Arkadaşınız da müsaitmiş. “Yarım saat sonra,” dediniz ve kendinizi bir ceketle sokağa bıraktınız. Hayret ettiniz. Şehir kalabalık değildi. Yürüdünüz. Belki de uzun bir aradan sonra taşıtlardan uzak durdunuz. Fırsat bu fırsat, gökyüzünü rahatça seyredebileceğiniz bir kafenin belki de en güzel masalarından bir tanesine çöreklendiniz. Etrafa şöyle bir baktınız. Tanıdık sima yoktu.
Yabancı yüzleri seyretmektense, pencereyi dost bildiniz. Dışarıda fotoğrafı çekilsin diye poz vermiş bir manzara duruyordu. Aynı yere bakıp farklı şeyler görmeyi umut ettiniz. Uzun bir aradan sonra saklandığı köşeden çıkan ve küçük adımlarla ruhunuzu terk eden duyguya bir isim bulmalıydınız. Arkadaşınız bahaneydi. Konuşacak bir şey yoktu. Dertleşmek veya acemice sosyalleşmek de değildi bunun adı. Tornavidayı, zamanda saplı duran çivinin üzerine yerleştirmekti maksadınız. Yuvasından kurtulmuş bir anı mecburdu, mıhlanmalıydı ait olduğu yere.
Birisi gelinceye kadar ağır ağır çevirebilirdiniz tornavidayı. Dönmediğini fark ettikçe daha fazla güç isterdi. Yüklenirdiniz. Olmazdı. Biraz daha. Sonra biraz daha. Yerine otursun diye uğraşmaktansa, söküp atmayı tercih ederdiniz. Keşke hiç yaşanmamış olsaydı… Ya da neden şimdi gelmişti ki aklınıza? Gitsindi. Başkasının zihninde, bambaşka bir kalbe bağımlı zaman dilimi, taş çatlasın şaşılacak bir şey olabilirdi. Ya da üzülmüş gibi yapıp derhal “iyi ki banyosuna” koşmanız için hazırlanmış bir neden. Yapmadınız hiçbirini.
O da gelmedi. Bir başkası da. Yalnızlığı iliklerinize kadar hissederken kendiniz için hiçbir şey yapmayacak kadar özgür olduğunuzu fark ettiniz. Hiçbir şey, eşittir özgürlük.
Ne geçmişe gidebildiniz ne de gelecek için dilediğiniz yere yürüyebildiniz. Halinize şaşırmamalı. Dün de böyleydiniz. Aile vardı, kurallar vardı; toplum baskısı, çevre, okul, gelenek, görenek, o, bu ve de şu… En çok da şu. İşaretle anlattığınız, gözleri hep üzerinizde olanlar. Tepenizde duran giyotinin keskinliği tamamen onlara bağlı ve bu pişman olmanızı o kadar kolaylaştırıyordu ki… Bir anda olup biten şeylerin dışına çıkıp hayatınızı seyretmek, size bahşedilen en kötü alışkanlıktı. “Hayır” diyemediniz. Hiçbir zaman. Çıkmadı sesiniz.
Köküne tutunuyor insan. İllaki aidiyet duygusu beslemek istiyor. Kendinden büyük, güçlü bir şeyin kuşatması altında, ihmal ettiklerinin de korunduğu bir dünyada yaşamaktan vazgeçemiyor. Dilinde özgürlük şarkısı, ruhundaysa bir parça zavallılık. Siz de öyleydiniz. Şaşırmaya kalkmayın sakın. Mutluluk için bir gıdım bile yürümediniz. Kalbinizde kilitli duran kuşa yem verdiniz, o kadar. Güzel sesini dinleyip etrafınızdakilerin ona diledikleri isimleri ezberletmesini sessizce seyrettiniz. Sonra o kuş, duyduklarını tekrarladığında hayret ettiniz. Aslında bu, söylenmeden kabul edilmiş bir çeşit yalandan fazlası değildi.
Onlar için büyüdünüz. İyileştiniz, gülümsediniz. Öfkeniz, bağırıp çağırmalarınız bile başkalarına aitti. Heyecanlarınız ezberdendi, başarılarınızsa mecburiyet artığı. Yürüdünüz hep. Yol sizi bir yere çıkarmadı. Yön değiştirdiniz arkanızda ittiren ellere sadakat duyarak. Seyrettiniz, gördünüz. İçiniz gitti bazen. İkirciklik duygular yoldaşınız oldu ama sırtınızdan ayrılmayan ele asla ihanet etmediniz. Üstelik yürürken çok zorlandınız. Ayaklarınız çoktan pes etmeye hazırdı. Bacaklarınızsa isyankârların elebaşıydı. Onları da zorladınız.
Göze batan yürüyüşünüze kaybettiğiniz kokular eklendi sonra. İçinize çektiğiniz her şey koca bir sıfırdı. Nefes alıp vermenin dışına bir türlü çıkamıyordu burnunuz. Kokladınız. Gördüklerinizi, tattıklarınızı, dokunduklarınızı… Kokladıkça içinizdeki derin boşluk büyüdü. Suçlayacak kimse yoktu. Dört döndünüz. Aniden olmuştu her şey. Olmuştu ve bitmişti. Koşar adım giden zamana yetişemediğinizi fark edişiniz, dilinizden uzaklaştı, düşüncelerinizin karşısında çırılçıplak soyundu. Birden. Aniden. Durduk yere ve nedensiz. Her şeyin geçtiğini, geride bıraktığınız yolun sonunda iradenizin kaldığını nihayet fark edebildiniz. Geri dönseniz, yaşadığınız onca yıl kadar silmeniz gerekecekti. Bilemediniz. Hiçbir şeyi. Ya da bildiniz. Her şeyi. Ama ikisi de işinize yaramadı.
Aniden karar verdiniz. Her şeyi ortadan ikiye bölmeye. Hatta hiçbir şeyi bile. Ekinoks gibi eşit taksim ettiniz ruhunuzdakileri. Ne kadar istediyseniz o kadar da istemediniz. Öfkelendiğiniz kadar sevindiniz. Tamamen sevmeye meyletmek yerine, tam ortada durup sevgisizliğe de eşit pay biçtiniz. Sonra unuttuklarınızla hatırladıklarınız paylaştı hafızanızı. Pişmanlıklar gitti, emin olduklarınız çıkageldi. Sonra yer değiştirdiler. Gülmekle ağlamak, bir yolun ortasında öylece bekledi. Hangi ışık yanarsa, onun sahibi karşıya geçti. Diğeri sırasını sabırla bekledi. Başka yolu yoktu. Güneşin gölgesi, yağmurun birikintisi… Ekinoks, aniden hayatınızı dengelemişti.
Aniden… Düştükten sonra birkaç parçasını yerde bırakmış bir vazo o. Eksilen parçalarına aldırış etmeden dikilmeye devam etmeye karar veriyor. Çaresiz ama acınası değil. Kusurlarıyla sergiliyor kendisini. Onu yere düşüren, geçmişte kaybettiği iradesini yarı yolda bırakan, durmadan arkasından ittiren elin farklı eldiven giymiş hali.
Öyle güzel bir öykü kaleme almış ki Feride Çiçekoğlu ile Melisa Önel… Durduğu yerde hareket eden ama koşsa da mesafe kat etmeyen insanlık hallerini gözler önüne sermişler. Melisa Önel’in yönetmenliği de çok başarılı. Ekinoks adaletini ve eşit parçalara ayrılmış duyguları, kuvvetli metaforlar eşliğinde lezzetli biçimde sunmaktan hiç yorulmamış. Aniden, ismi kadar keskin yarıklar açıyor izleyicisinde. Sonra bembeyaz çarşafları seriyor yaralarınızın üzerine. Mis kokan yatak örtüleriyle çocukluğu, midye kabuklarıyla da deniz kokusunu hatırlatıyor. Sonra gösterişsiz bir sokakta zemine dokunduruyor ayaklarımızı. Hatta sıradan bir esnaf lokantasının gürültüsünde acıkmamızı sağlıyor. Buram buram yaşam, lime lime üzüntü var heybesinde.
Defne Kayalar’ı seyretmeye doyulmuyor. Tam da olması gerektiği kadar soğuk ama ördüğü kabuğun içinde yumuşacık duygularına dokunulmaması için yalvaran bir kadını taşıyacak kadar da sıcak. Film boyunca içsel yolculuğuna tanıklık ederken, hesaplaşmalarını, vazgeçip yarı yolda bıraktıklarını, ertelediklerini, kimi zaman kavgayla kimi zamansa gayet barışçıl bir havayla çözmek istediği problemlerini, evvela gözlerinden okumamızı başaracak kadar özümsemiş rolünü Kayalar. Sadece hislerimize dokunmuyor. Zihin kuyumuza boş bir kova sallıyor film boyunca. Üstelik empati kurmamız için hayat verdiği karakterin kollarını açarak bize doğru gelmesi için de çırpınmıyor. Hepimizin aniden sürüklendiği değişimlerin bir benzerini ucundan yakalıyoruz Defne Kayalar’ın muhteşem oyunculuğunun yardımıyla. Aniden ona benzediğimizi hissediyoruz belki de.
Sonra Öner Erkan… O da ondan aşağı kalmıyor. Eksik yanını yontmuş, gücünü zayıf görünen tarafından alan birini, kusursuza yakın bir performansla görünür kılıyor. Sokakta rastlaşıp ayaküstü sohbet ettiğiniz, sevdiğiniz, önyargılarınızı kırdıkça bağlandığınız, bazen acıdığınız ama çoğunlukla samimiyetinizi esirgemediğiniz o adamı doyasıya yaşatıyor bizlere.
Editör: Gülçin Yurdaer
- Aniden - 15 Ocak 2025
- Sakinler – Hande Ortaç - 27 Ağustos 2024
- Herkes Kocama Benziyor - 24 Mayıs 2024