Yazar: 12:02 Röportaj

Bir Yazar beş Soru: Bilal Aydın

Bilal Aydın kimdir?

Bilal Aydın, yeri geldiğinde bir âşık, yeri geldiğinde bir hafız, yeri geldiğinde içten ve vefakâr olmaya gayret eden, gençliği mücadeleyle geçmiş ve hiç yılmamış âcizane biri. İsterdim ki hayat bana daima kolaylıklar sunsun, fakat isterdim, yani eskiden. İnsan büyüdükçe anlıyor ki terbiye olmak için acıya ihtiyaç var. Ve bunu anladığında artık acıdan şikâyetçi olmuyor. Çünkü biliyor ki her zorluğun sonu rahmet, hikmet ve selamet. Hafızlığımı bitirdiğim yıldan beri bu acılarla mücadele ettim. Zaman zaman kızsam da isyan bayrağını hiçbir zaman göndere çekmedim. Çünkü karşımda herhangi bir düşman yoktu. Ve anladım ki zamanla, acı kendisini terbiye ettikçe insan Allah’a sadece şükreder. Bunun için de muhakkak ki gönül yurdunun aldanma işgalinden kurtulması gerekir. Tam bu noktada yazmak istedim. Yazılı sesler bütünüyle kendimi sözlü sesler bütününün gerçek sonuçlarından da biraz uzak tutmak istedim. Ben, yani Bilal Aydın, içindeki çocukla barışık, gelecekte hatırlanmak için şu anda izlerini bırakmaya çalışan tuhaf bir akıl seyyahıyım. Gerçi, hepimiz öyle değil miyiz? O zaman yolculuk başlasın!

Tutsak Nisan Geceleri isimli eserinizi neden yayımladınız?

Yılların aşk ıstırabı, kederi ve gamı, yeterince içine kapanık olduğu için hiç kimseye hiçbir şey anlatmak istemeyen beni, kaderimle baş başa kalmak zorunda bıraktı. Yazmak. İhanetlerin, hataların, yanlışların bedelinin sözle ifade edilmesinin uygun düşmediği yerlerde yılların muhasebesini yapmak gerekiyordu. Ve ben meramımı anlatmak, uğradığım ihaneti ve uğradığı ihaneti göstermek için Tutsak Nisan Geceleri’ni yazmaya karar verdim. Elbette bu eseri kaleme alırken çevremin telkinleri de etkili oldu. Yetenekli olduğuma kanaat getiren insanların çokluğu ve teşvikleri, destekleri, verdikleri motivasyon ve moraller beni bu sonuca getirdi. Bu sonuç bir son olması gereğiyle beni fazlasıyla mutlu etti. Hep derim ve diyorum ki; bu kitabı okuması gereken, bu kitabı okuduğunda ancak şunu bilsin; bu eser, onun tarafından okunduğu esnada o, benim için tatlı-acı sıradan bir anı olacak. Ne yazık ve ne yazık ki…

Neden okuyorsunuz?

Okumak şu bin bir iğrenç hengâmenin döndüğü dünyada yüreğimin yüklerini yok ediyor. Sadece bir cümle beni sevgiye, iyiliğe götürebiliyor. Umutlanabiliyor, heyecanlanabiliyor, duygulanabiliyorum. Bunların imkânsız hale geldiği bu acayip dünyada bu hisleri duyabilmek kitapların birer mucizesi gibi. Yeri geliyor kitaptaki bir çocuğa acıyorum. Yeri geliyor şiirdeki bir kadına vuruluyorum. Yeri geliyor hikâyedeki bir adamla dertleniyorum ve bu karakterler bana şifa oluyor. Şu yok hükmündeki ruhu hasta olan dünyada. Sanırım gezegenler birer kurum, galaksiler birer ülke ve evren bir dünya olsaydı, şu an yaşadığımız dünya muhtemelen bahsettiğim dünyanın Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi olurdu. Biz de kendini iyi sanan hastalar… Bir güruh bunun dışında ki; ruhuyla, kalbiyle, duygusuyla, düşüncesiyle okuyanlar, okuyanlar, okuyanlar… Daima onlardan olmak dileğiyle…

Neden yazıyorsunuz?

Kalemin mürekkebinin dert, duygu ve düşünce olduğuna inandım daima. Bir insan ne kadar kaliteliyse derdi de duygusu da düşüncesi de kaleme aynı ölçüde yansır diye düşünüyorum. Ben bunca kötülüğe karşı ucu sivri bir sığınak buldum ve onu yüreğime sapladım. Yüreğimden akan kandır yazdıklarımın mürekkebi. Umarım anlatabilmişimdir. Kaderi Levha’ya Kalem yazdı, kalem ilahi kitaplarda üzerine yemin edilerek kutsandı/kutsal görüldü ve sayıldı. Böyle bir hikmetin merkezinde olan bu alet, hiç de bir tahtadan ibaretmiş gibi görünmüyor. Eğer kâinatın bir sırrı olsaydı ve bu sır çözülmek istenseydi, şüphe yok ki o sırrı kalemle çözmeye çalışırdım. Yapı olarak öyle basit ve esas olarak öyle muhteşem. Ve anladım ki kalemle barışık olmak için zaman zaman dünyaya küsmek gerek. Yoksa kalemin kutsiyeti pek anlaşılamıyor. Ve o kutsiyeti her anladığımda o muazzam buyruk aklıma geliyor:

Kalem’e ve yazdıklarına and olsun.” (Kamer/1)

Hayatın amacı sizce ne olmalı?

Hayattan her zaman muhteşem şeyler beklemek doğru gelmiyor bana. Çünkü insan bizatihi kusurlu ve dünyanın adaleti gereği hayatında da muhakkak kusurlar olacak. Zaman bana öğretti ki sabır, kusuru kabul edilebilir ve neşeli kılabiliyor. Böyle olunca zaten insan hayattan tat alıyor. Kusursuz bir yaşama sahip olan bir kişi dahi gösteremeyiz tarih boyunca, günümüzde. Kusur insanın süsüdür, gözünün önünde duran ve onu tevazuyla allayıp pullayan bir süs. Bunca eksikliğin, acizliğin olduğu bir dünyada hayatın amacı ile ilgili çok bir şey beklemiyorum. Doğduk, yaşıyoruz ve öleceğiz. Daima söylerim ve derim ki “İyi hatırlanmak isterim.” Sanırım bu hayatta bırakacağım en büyük iz. Bir amacım varsa o da muhakkak budur. 

Visited 71 times, 1 visit(s) today
Close