Kedi olalı bir fare yakaladık, oğlum Emrah! Bu güzel adımlar kitap fuarı için, mavi boncuk dağıtır gibi imza dağıtacaksın, “Emrah Beyciğim,” diyecekler, “doğrusu pek de yakışıklıymışsınız.” Kel mel dinlemeden, tatlı tatlı utanma rolleri, e tabii, rol bizim işimiz, düşün, öyle bir fuar! Zevzekliği bırak da önüne bak Ömerciğim, ganyan oynamaya giderken atlardan bahsediyormuşuz gibi anlatmak da yeni maharetin galiba? Sen de hiç hayal kurdurmuyorsun be Emrah! Gerçi, Metin Bey’in standına bakacağız ama olsun. Koskoca Fetüs Yayınları… Emrah Bey’in aklından Fetüs külliyatı geçiyor: Kitaplara Öksürmek, Kitap Kitap Olalı, Farkını Ödeyen Bilge, Yerim Seni Logaritma, LGS’ye Az Kaldı Kitabın Nerede… Zaten vazgeçmek üzereyim, bak, şuradan geri dönerim vallahi! Ne dönmesi yahu, o kadar takım taklavat giydirdik! O halde çeneni kapat da biraz daha tahammül edebileyim. Sabahları çoluk çocuk gelir zaten. Okullar yüzlerce veledi fuara salacak, her biri kitap kurdu olup çıkacak. Aman gözünü seveyim, kapakları kırmasınlar, Metin Bey özellikle tembihledi. Esas iş, öğleden sonra… Hele akşam… Göreceksin, kuyruk olacak, kuyruk! Ben öğlene yetişirim. Şu kâğıdı da al, adın yazıyor, masana koyarız.
Emrah, yılgın adımlarla fuarın girişine yaklaşırken bir yığın gereksiz betimleme tasarlıyor. Fuarın adı, çeşitli renk ve ebatta binalar, arabalar, kıyafetler… Yerine geçene kadar bu manzarayı anlatmak zorunda kalsa intiharın eşiğine götürecek bir paragrafın ortaya çıkacağını tahmin ediyor. Nermin böyle şeyler tahmin etmeme asla izin vermez. Emrah, der… Emrah, hayatın akışında anlatmaya değer görmediğin bu güzellikler… Yine başlar… Hey, sana diyorum! Haklısın, Nermin. Benim için de bir bakıma öyle fakat bir yere yılgın adımlarla yaklaşıyorsan yıprak, kırık betimlemelere de herhalde gerek kalmaz. Bak, biraz daha beklersem her şeyi kıracaklar. Fuara hücum eden çocuklardan biri kalınca bir kitaba uzanıyor. Bunu okusam var ya profesör olurum oğlum, profesör! Çocuklar! Emrah’ta tedirgin bir gülümseme. Ihım… E, şey, çocuklar… Kapakları… Kitapların kapakları… Ah, evet… Ne kadar kalın, değil mi? Kırmayalım. Şey, kapakları… Bükmeyin, kırılmasın… Hışımla ayağa kalktığını hayal ediyor. Kırmayın lan işte, kırmayın! Yaramaz veletler! Baklava gözlü bir öğretmen teşekkür ediyor Emrah’a. Çocukları kırmadınız. Gülümsüyor.
Gülmek sana çok yakışıyor, doğrusu. Birkaç saniye geçiyor. Hey! Efendim? “Gülmek,” diyorum, Emrah. Tırnaklı. Sana çok yakışıyor. Ha… Öyle mi diyorsun? Gülümsüyor. Öyle diyorum ya, keşke biraz gülsen… Gülerim elbet. Niçin gülmeyecekmişim? Ahhahahahahahaha, ohhohohohohohoho, ihhihihihihihihhohhuhöhhüöhüöhü, öhhö öhhö, öhhööö… Ihım, ıhh, ıhhh… Şey, affedersin.
Affedersiniz, yüzde yirmi beş indirim bütün kitaplar için mi geçerli? İşlevsiz cümlelerle düşünceler bölünmemeli beyefendi. Emrah sağ köşeden yaklaşıyor, adımları hâlâ yılgın. Yaklaşmadan önce elini, masadaki kâğıda çarpıyor yönünü değiştirmek için. Beyefendinin gözü kâğıda takılıyor bir an, çevik: Yazar Emrah Tozol. Aynı zamanda yazarsınız galiba? Gülümsüyor. Gözleriniz de dürbün gibi maşallah. Çevirene kadar gördünüz. Yetmedi, gülümsediniz. Sizin gibiler yüzünden Nermin bana neler çektiriyor, biliyor musunuz? Stant görevlisi herhalde lavaboya kadar gitti. Fakat ben indirimin bütün kitapları kapsadığını biliyorum. Gülümsüyor. Höst, ulan! Sıra bende. Benim de gülümsemem lazım. Yardımcı olayım, beklemeyin. Farkını Ödeyen Bilge’yi poşete yerleştiriyor. Para hışırtısı… Para üstünden hışırtı gelmiyor. Daha fazla hışırtı için lütfen “Hış” kitabımızı edinin. Bizim kitabı soran yok. Bu kravat da sıkmaya başladı.
Müfettiş olacaksan kravat şart Emrahcığım. Hem seni biraz da yakışıklı mı gösterdi ne? Gülümsüyor. Düzeltilmesi pek de mümkün görünmeyen kravata bir iki dokunuş hediye ediyor. Biraz fazla mı sıktın acaba, Nermin? Bir şeyler yazacağım, diyorsun günlerdir ama bitmedi mi daha işin? Sınav çok mu zor olur acaba? Fişi prizden çekiyorum. Çekebilirsin. Pili bozuk bilgisayarın ekranı sönüveriyor. Soğuk kahve yapayım. Mutfak prizini hâlâ tamir etmedin. Düşünüyorum, Nermin. Düşündükçe kravatı bütün gücünle sıkacağın günün geleceğini anlıyor, duraksıyorum. Bir gün bu kablolara takılarak sonumuzu getireceğiz sayende! Buz sesi. Beni dinlesen kim bilir daha neler söylerdin… İhtimal, sınava çalıştığımı filan sanıyorsun. Hele beş kuruş kazanmadan onlarca kitaba bir şeyler çiziktireyim diye harcadığım zamanı bir öğrensen! İşin kötü tarafı bir şey de üretemedim. Ürettiklerime de kimse meraklanmadı. Merak ettiğin oldu mu hiç? Al bakalım. Çabucak yapar kahveyi. Yoğun görünüyor, belli ki başımı ağrıtacak. Ne bekliyorsun? İçmesem üzülürsün. Söylesem kıyameti koparırsın. Haydi, geç kalmıyor musun?
Teftiş işi gecikmeye gelmez Emrah Bey. Tabii henüz başarıyla tamamlamanız gereken bir sınav var ama bilirsiniz, liyakat her şeyden önce gelir. Haklısınız Hüseyin Bey. Azrail gibi ensesine çökmeniz lazım okulların hele şu özel olanlarına, değil mi Uğur Abi? Bunu yazayım mı? Gerek yok abi. Araya başka şeyler sokmasan sevinirim. Uğur Abi çok titiz, dakik ve sinirlidir Emrah Bey. Asla rüşvet kabul etmez. Bu sebeple beraberce çalıştığımız onlarca yılın ardından emekli ikramiyelerimizle ancak biriken borçlarımızı ödeyebildik. Halbuki her şey çok farklı gelişebilirdi, bugün bambaşka şeylerden söz edebilirdik. Bunları da yazma abi. Benden tavsiye almak istediğinizi söylediğinizde görüşmemizi kayıt altına almanın sağlıklı olacağını düşünerek kendisinden ricada bulundum. Sağ olsun, kırmadı. Takdir edersiniz ki benim gibi emekli olsa da hâlâ güçlü bağlantıları olan birinden müfettişlik namına tavsiye almaya gelenlerin niyetini kestirebilmem mümkün değil. Gülümsüyor. Sağda solda adımız rüşvetçiye çıkmasın, elimizde bir belge olsun. Neyse biz işimize bakalım. Gülümsüyor. Ceketinden bir aspirin çıkarıp hızlıca yutuyor. Bizim Hazar Bey, seksenine merdiven dayadığı günlerde bile cebinde taşır, kaşla göz arasında tekini yutardı bu meretin. Bütün kandırmacalardan, rüşvet tekliflerinden koruyan sihirli bir gücünün olduğundan bahsederdi kedisinin başını okşarken. Aspirinin mi, kedinin mi? Vallahi işin bu kısmını kavrayamamış, sinirlenir diye de sormaya cesaret edememiştim abi. Demek sen de anlayamadın. Kediyi cebinde taşıyamayacağına göre aspirinden bahsediyor olmalı, diye düşündüm hep. Sana hangisi makul geldiyse öyle not ediver. Nereden aklıma geldiyse… İşte bazen böyle düşüncelere salıp vakit kaybı yaratabiliyor.
Vakit öğleni geçti, nerede kaldın, çok sıkıldım, öğlene kadar gelirim, demiştin. Ancak gelebildim be Emrah. Bu virgüller sana yakışmıyor. Trafik, şu, bu… Sen de her şeye sinirleniyorsun. Başım fena ağrımaya başladı. Yanıma aspirin almamışım, alır mısın? Amma antika takılıyorsun ha! Ne ağrı kesiciler var artık. Uzatma oğlum işte! Alıyor musun, almıyor musun? Alırım, alırım. Hemen de ünlemlere geçersin. E, kaç imza dağıttın bakalım? Gülümsüyor. İmza filan yok. Bir kitap satabildim ancak. Gülümseme, dökülmeye başlıyor. Herhalde bu gidişle Metin Bey’e de bir fayda sağlayamayacağız. Ömer, standı şöyle bir süzüyor. Saçmalama, sen koskoca bir yazarsın! Alnını ovarken parmak arasından Ömer’e bakıyor. Kolay mı öyle romanlar, öyküler, eleştiriler yazmak? Henüz vakit çok erken zaten. Bilirsin ya süsleniyorlardır dahahahahahahaha. Emrah’ın gözleri ünlemleniyor. Tamam tamam, hemen de ünlem! Bana bak, ben burada daha fazla durmak istemiyorum. Hem istesem de duramayacak gibiyim. İyi de Emrah, ya imza? Bak, Ömer, atölye işinden sonra Nermin’le doğru dürüst oturup konuşamamıştık bile. Belli ki bana çok kızmıştı. Buraya geldiğimden de haberi yok. Yeniden bir Nermin buhranıyla karşılaşmak istemem. Yolunu şaşırmış otuz kişi bulsak sevinçten havalara uçacak durumdayız. Canım o kadar sıkıldı ki beklerken bir şeyler karalamaya çalıştım. Ortaya çıkan şeyin bir yığın zırvalık olarak değerlendirileceğini tahmin edersin. Fuar girişi yakınında sakince bir yere takılmıştı gözüm. Biraz oturacağım orada. Aspirin bulursan sevinirim. Bulurum tabii, sen keyfine bak. Nasıl istersen. Metin Bey varmak üzeredir. Gelir gelmez alırım.
Emrah, yılgın adımlarla stantlar arasından çıkışa doğru ilerliyor. Birbirinin benzeri onlarca adacığa bakmayı gereksiz buluyor. Bazı imza kuyrukları, onu yeni yollar keşfetmeye itiyor. Zihnini yığınla detaya boğmadan dikkatini çeken çay bahçesine ulaşıyor. Bir çay alabilir miyim? Olası bir çay edebiyatı sohbetinin önüne geçmek için bir dizi önlem alıyor. Yazarlığa dair herhangi bir etiketin Ömer tarafından üzerine yapıştırılıp yapıştırılmadığını kontrol ediyor. Çay geliyor. Dört dudakta gülümsemeye benzer gerilmeler oluşuyor. Vaktin ne kadar geçtiğini anlamak güç. Anlatıcı olarak bu kadar pasif kaldıktan sonra haliyle insan biraz hamlıyor. Şaşıracak bir şey yok. Biraz daha detay versem, vaktinizi alsam ve bu hiçbir işe yaramasa bile sırf şaşırmadınız diye harika bir eser mi ortaya çıkacaktı? Saçmalamayın! Şey… Yani öyle demek istemiyorum ama ona benzer, onu anımsatacak biçimde davranmayın lütfen.
Ömer, bir hanımefendiyle masaya yaklaşıyor. Adımları yılgın değil. Gülümsüyor. Merhaba Emrah! Nuran Hanım’ı anımsayacaksın. Gözlüğünün üstünden Ömer’e ünlemli bir bakış fırlatıyor. Affedersiniz, çıkaramadım. Bir müddet süzüşüyorlar. Fakat yüzünüz yabancı gelmedi. Gülümsemeye çalışıyor. Birkaç yıl önce yazı atölyenize katılmıştım. Gülümsüyor. Devam ediyor musunuz hâlâ? Birleşen eller ayrılıyor. Ömer’le göz göze geliyor. Şey… Vakit elverdikçe… Ömer, standa dönmek için müsaade istiyor. Nuran Hanım’dan onaylar bir bakış. Emrah’la tokalaşırken aspirini ellerine tutuşturuyor. Görüşmek üzere… Uzaklaşan adım sesleri… Öksürük… Höpürtüler… Kaşık sesi… Bugün imza gününüzdü sanırım Emrah Bey. A, evet… Fakat biraz bunaldım galiba. Kalabalığı tahmin edersiniz. Gülümseme çabaları. Ah, ne kadar güzel! Nuran Hanım’ın ruju taşırdığını fark ediyor. Ömer Bey kitabımı çok beğendiğinizi söyleyince çok sevindim doğrusu. Birkaç dakikayla kaçırmışım sizi. Yakında bir yerlerde olduğunuza ayrıca sevindim. Yarın ilk imza günüm olacak, o yüzden çok heyecanlıyım. Dayanamadım, fuara şöyle bir göz atayım istedim. Açıkçası kitabım hakkındaki fikirlerinizi çok merak ediyorum. Sağ olsun, Tekin çok destek oldu atölyeden sonra. İnanabiliyor musunuz, artık hiçbir öyküm Tekinsiz olamaz. Kahkahalar, kahkahalar, kahkahalar… Masaya bir çay daha konuyor. Doğrusu biraz zahmetli bir süreç oldu benim için Emrah Beyciğim. Elli beş yaşımda bir öykü kitabımın olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Gülümsüyor. Emrah’ın gözü, Nuran Hanım’ın boynundaki sarkıklığa, halkalara takılıyor. Kitabın akıldan geçemediyse halkaları denemiş olabileceğini düşünüyor. Hatırlarsanız ilk öykümü yazarken çok zorlanmıştım. Hatırlamıyor. Ha, evet, hatırladım. Gülümsemeye çalışıyor. Fakat küçük de olsa bir çevre edinmiş oldum. Sonra ister beğenilsin ister beğenilmesin yazdıkça yazdım. İyi halt ettiniz. Bol bol yazmayı tavsiye etmiştiniz, gülümsüyor, aklımdan hiç çıkarmadım. Sosyal medyadan destek olan arkadaşlarım inancımı daima arttırdı. Allah belalarını versin Nuran Hanım, karşılık beklemişlerdir. Tabii. Böyle karşılıksız, saf, sadece edebiyata gönül veren insanlarla karşılaşmam benim adıma mucize. Seda Hanım okuluna davet ediyor, ben de onu davet edeceğim. Pek farkında değildim ama -aramızda kalsın- yazarken hem yetişkinlere hem de çocuklara hitap etmeyi başarabilmişim. Öyle diyorlar. Gülümsüyor. Ben başaramadım maalesef Nuran Hanım. Nermin, bir sürü orospuyu bir araya topladığım için yazdıklarımı kimsenin okumayacağını söylüyor ve maalesef tuvaletteki o uzun bekleyişler, size sağladığı ilhamı benden daima esirgiyor. Aspirine bir göz atıyor. Kaşla göz arası yutmayı düşünüyor. Yahut her birinizi, hikâyem bitinceye dek oyalıyor, ondan uzaklaştırıyor. Komşularım da sağ olsunlar, yazmamı hep desteklediler Emrah Bey. Bırakın canım şu komşuları. Ben andavallıklarından başka bir şey görmedim. Bakın, ne diyeceğim, geçen gün komşulardan biriyle karşılaşmış Nermin. Karşılaşmış, derken her zamanki balkon muhabbeti işte. Komşu komşu, hu hu, diyordu Nermin, oğlun geldi mi? Geldi, geldi. Bir bok getirdi mi bari, diye kulak kesiliverdim. İnci boncukmuş. Hiç inanmadım. Ama Nermin sever öyle şeyleri. Sözüm ona bizim sümüklü oğlan, Nermin teyzesini düşünecek de bir tane de ona alacak! Nermin işte. Kesinlikle böyle bir beklentiye girmiştir. Biraz sonra yanılmadığımı anladım. Kime kime, diye sorunca sana, bana, demesin mi komşu! Yalan yok, bir an bozulur gibi oldum. Ama Nermin bu, ille de özel olmak ister, başka kime, diye devam ediyor sormaya. Komşu, kara kediye, deyince bu oğlanın bir bok getiremeyeceğine dair sarsılmaz düşüncelerimden müthiş derecede gururlandım. Kara kediyle Nermin’in aynı kefeye konulmasını bir tarafa bırakırsak inci boncuğun da çakma olduğu ortaya çıkıyordu. Tabii tahmin edersiniz ki Nermin orospu listesine kara kediyi de ekleyiverdi. Kara kedi nerede, diye sormasının başka bir açıklaması olamaz herhalde. Komşu da sabırlıymış, ağaca çıktı, diye cevaplamaya devam etti. Nermin balkondan, ben pencereden hangi ağaç olduğunu anlamaya çalıştık. Sonra durdur Nermin’i durdurabilirsen. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı, bitti, kül oldu. Ben bir ocağın altına bakayım, Nermin Hanımcığım… Külü bana sormasın diye hızlıca çalışma odama geçtim. Sinirden bir iki ofladı, pufladı ama neyse ki uzun sürmedi. Fakat aklım inci boncukta kaldı. Nermin’den anladığım kadarıyla inci boncuk, komşunun da öyle pek umurunda değildi. Oğlan zaten ikinize de almış, size ne kediden! Haydi, kedinin peşine düştünüz. Su, ağaçla birlikte kediyi de götürmedi ya! Zavallı ineğe aspirin niyetine kediyi yutturma çabasını anlamam zaten mümkün değil. Kedi bu canım, miyavlar, bir ses çıkarıverir, anlarsın. Muhakkak bahçede bir yerlerdedir. Sonra canım sıkıldı bu işe. Şu kediyi bulmak lazım, dedim. Birkaç komşudan yardım istedim fakat kedi medi kimsenin umurunda değilmiş. Bir bakıma haklılar aslında. Bütün bunlar; kedi, mamasını yerken gerçekleşse daha kıymetli ve anlaşılır bulunurdu. O zaman çağrıma karşılık alabilirdim.
Kediniz, arama programımıza alınmamıştır Emrah Bey. Aspirinimizi kabul buyurunuz.
Sevgiler.
Kedi Arama Ekibi
Bu işin sonu nereye varacak, kestiremiyorum Nuran Hanım. Efendim? Kitabınız, diyorum, hay aksi, adı dilimin ucunda. İki Yakanız Bir Araya Gelmesin. Gülümsüyor. Amin, Nuran Hanım. Bu öyküm çok beğenildi. O yüzden de kitaba bu ismi vermek istedim. Nermin ilham vermiştir. O, her gün bu başlıkta yaşar bana karşı. Yazmakla zaman kaybetmez.
Şimdi de kedilerle bozdun kafayı Emrah! Sesimi kesmek için orospuları yaşlandırıp bütün zırvalıklarını aspirin diye yutturmaya çalışıyorsun. Fakat bu kedi meselesini de çözeceğim. İnanmıyorum, hayır, asla inanmıyorum. Muhakkak bu kedinin de bir işlevi olmalı. Nerminciğim, lütf… Sakın bana cımlı mımlı şeyler söyleme! Ühühühühü… Bir kere ben ağlamaları böyle göstermiyorum. Öyle mi? Kim bu Nuran şıllığı? İkidir karşıma çıkıyor. Canım, ne var, bir dakika dinlesen… Nesini dinleyeceğim, söyler misin Allah aşkına? Hem ne bu oradan oraya atlamalar, yok kediydi, yok aspirindi, aklımla dalga mı geçiyorsun?
Evet, doğrusu, ben de çok beğenmiştim. Öyle mi? Bugün bazı kelimeleri fazla tekrar ettiniz galiba Nermin ve Nuran hanımlar. Üstelik zaman zaman da gafil avladınız beni. Boyuna gülümsediniz. Şey mi vardı öykünüzde? Immm… Adını siz söyleyin… Bir ayakkabı boyacısı. Hay yaşayın Nuran Hanım! Bir boyacı ancak bu kadar gerçekçi anlatılabilirdi. Hele o canım acılara dokunuşunuz yok mu, mest oldum. Umarım acılardan filan bahsetmişsinizdir. Sizden bunları duymak beni çok sevindirdi Emrah Bey. Ne yalan söyleyeyim öyküleriniz… Ne yalan söyleyeceğini düşünüyor gülümseyemeden. Masanın altında aspirini çevirdikçe çeviriyor. Az ötede, ağacın serinliğinde kara kedi, aspirini seyrediyor. Ne zamandır böyle sarıp sarmalayan, bizden öyküler okumamıştım. Uyduruk hikâyelerin kol gezdiği bir dönemde böyle öyküler okumak… Düşünüyor. Bir an kediyle göz göze geliyor. Kedinin masanın altına odaklanmasından ilham alıyor. Böyle öyküler okumak aspirin içmiş gibi rahatlattı beni. Yaa… Hatta bazen sanki öyküleri okumuyor, elimde sigara, siz konuşuyorsunuz da dinliyormuşum gibi hissettim.
Bırak şu sigarayı artık Emrah! Biri çat kapı gelse yangın var sanacak. Bir kitabı eleştiriyordum da Nerminciğim… Bir cümleyi nedense kuramadım bir türlü. Sigara içtikçe zihnim açılırdı ama bu sefer öyle olmadı. Canım, sen de upuzun şeyler söylemeyiver. Saçım hakkında yorum yaptığını düşün: Nasıl, güzel olmuş mu Emrahcığım? Ha? Evet. Gördün mü ne kadar kolaymış… İyi de aynı şey değil ki Nermin. Neticede kafa yormam, emek sarf etmem gereken bir mevzu bu. Sürpriz yumurta açar gibi düşün. Hepsinin çikolatası var, içinden oyuncak filan çıkıyor fakat çikolata yeterince kalın mı, oyuncak ilgi çekici mi? Hem ben saçtan filan anlamam ki… Bak, bu konuda haklısın. Anlasan şimdiye çoktan Nuran yellozunun saçını betimlemiştin. Hiç olmazsa şu kedinle ilgilensen! Hem bana sormadan alıyorsun hem de bakmıyorsun. Ühühühühü… Bak, bu kedi hasta benden söylemesi. Öyle aspirin maspirin yutturmaya çalışırsan vallahi “İmdat!” diye bağırırım.
Nuran Hanım, Tekin Bey’le buluşacağını söyleyip masayı terk ediyor. Nihayet aspirini yutan Emrah, standa şöyle bir uğramayı geçiriyor aklından. Kediye şöyle bir gülümsüyor. Kedi oralı değil, esnedikçe tırnaklarını belirginleştiriyor. Aldırmıyor Emrah, fuarın girişine yaklaştı bile. Bu farklı kip, onu memnun ediyor. Şimdiki zamandan nefret ediyor. Nefret demeyelim de… Diyelim, canım, ne olacak sanki! Zira uzatınca bir sürü farklı kip ortaya çıkıyor. Hah, işte yeniden kavuşuyoruz kipimize! Birkaç adım mesafeden standı izliyor. Metin Bey ve Ömer, düzenli biçimini zaten muhafaza eden kitapları şöyle bir düzenliyormuş gibi görünüyor. Metin Bey’in dudakları kıpırdıyor ha bire. Şöyle popüler bir yazarımız olsa, diyor Ömer’e, şu stant böyle huzurevi gibi mi kalırdı? Bir tarafta imza kuyruğu, bir tarafta entel görünme çabaları, sonra gelsin satışlar! Poşet ister miydiniz, beyefendi, ya siz, hanımefendi? İstemezler tabii. Sonra kim bilecek içinde kitap filan olduğunu? Pekâlâ, poşette bir kutu aspirin de olabilir ya da kaçmasın diye yaramaz bir kedi… Bir entelektüel (!) böyle riskler almaz, Ömerciğim. Gülümsüyor.
Evet, Kıymetli Arkadaşlar, ufak tefek denemelerimiz için bu kadar zaman kâfi. Metinlerinizi Ömer Bey’e teslim edebilirsiniz. Bakalım, Huzur Atölyesi neler üretmiş, görelim. Hüseyin Bey gülümseyerek merdivenlerden aşağı iniyor, Emrah Bey’e yaklaşıyor. Tavsiyenize uymaya çalıştım… Uğur Bey’in sinirlendiğini anlayarak düzeltiyor: Çalıştık Emrah Hoca’m. Zihnimizi tamamen serbest bıraktık. Uğur Bey, rahatlamak için bir aspirin yutuyor. Nuran Hanım gözünde yaş, elinde kara kedisiyle Tekinli orospulardan başka bir şey düşünmüyor. Rabia ve Seda hanımlarla uzaktan gülümsüyoruz.
Editör: Mete Karagöl
- “Mutsuz Evlerden Önce” İçin Bir “Sonra” - 21 Aralık 2024
- Tutsaklığın Üç Hali Üzerine - 21 Kasım 2024
- Hapşırık - 24 Eylül 2024