Yazar: 17:50 Öykü

Bugün O Gün

Nasıl ve niye geldiğini bilmediğim bir ruh hali ile erkenden uyandım. Oysa umut namına içimde küçücük bir kırıntı dahi kalmamıştı. Evi temizlemiyor, yemek yapmıyor, kıyafetleri ütülemiyordum. Kuşların yemi ne zaman bitmiş, kedinin su kabı ne vakittir boş kalmış, hiçbirini hatırlamıyordum. Bu durumda evvela bu canlardan özür dilemem gerekiyordu, kendimden utanmayı sonraya bırakmalıydım.

Günlerdir anahtarını çevirmediğim kapının içeri mi yoksa dışarı mı açıldığını ancak şansımı deneyerek bulabildim. Neyse ki sokaklar yabancı değildi. Belediyenin niyeti zaten yoktu, yakınlarda seçim de! Komşularınsa beni görmediklerinde daha rahat hissedeceklerini biliyordum. Ne de olsa iyi aile çocuklarının doluştuğu bu mazbut binanın ne idüğü belirsiz, bir görünüp bir kaybolan, evlilik yaşı dolmak üzere olduğu halde tek tabanca takılan tekinsiz bir kızıydım. Onlar için gitarımla ağlaya ağlaya şarkı söylemeyi bırakmış, gece yarısı yürüyüşlerimi askıya almış, buna rağmen hiçbirine yaranamamıştım. Ne beni yeterince tanımak için uğraştılar ne de merak etmekten geri durdular! Birkaçına yanaşmak için bahaneler üretip kapılarını çaldığımdaysa delikten gelen iç ışığın bir bakışla kesildiğini ancak kapının açılmadığını hayretle görünce kabuğumun keyfi katlandı. Çekildikçe çekildim içine, onlara göre de çekilecek biri değildim zaten.

Şimdi bunları düşünüp de beni ziyarete gelen bu manevi gücün hakkını yememeliydim. Belki de her şeyin iyiye döneceği bir günün başlangıcıydı bu ve ben eskiyi anarak ona ihanet etmek istemiyordum. Geldiyse hoş gelmiş, safa vermişti. Bir kez daha denemek benden başka kimi hayal kırıklığına uğratırdı ki?

Bu fikirlerle markete girerken yanaştığım kalabalık biraz başımı döndürse de ruhuma konan o şeyin tesirini hâlâ hissediyor olmak beni rahatlatmıştı. Bir araba çekip içime doğru çaldığım ıslığın ritmiyle reyonlar arasında fink atıp durdum. Rengarenk dolmalık biberleri görünce hin bir fikri sahiplenip “Bunlarla bittiyse bunlarla da başlayabilir,” diyerek kendi kendimin nasihatçisi bile oluverdim. Bir sarı, bir kırmızı, bir de parlak yeşil olandan attım sepete. İlk kez temiz manav poşetine itinayla koyma gereği duymamıştım. Yıllardır düzen hastası biri olarak anılmak da öyle olmanın ta kendisi de hiçbir işime yaramamış, beni rahatlatacağı yerde huzurumu kaçırıp durmuştu. Buna inat olsa gerek ihtiyaç duyduğum şeyleri gelişigüzel sepete atıyor, birbirine çarpıp havaya sıçrayanları, durup kendine yer bulana kadar izliyordum.

Ehliyetim vardı ama kullanmayı en çok sevdiğim araç market arabasıydı. Boşluğuna denk getirip hızlanır, ayaklarımı yerden kesecek şekilde üzerine abanır, çoğu zaman reyon raflarına çarparak durabilmeyi kendime eğlence sayardım. Bir defasında henüz yirmilerinde, tüm umudunu tüketip markete kapak atmanın şans diye yutturulduğu, her halinden üniversite mezunu olduğu anlaşılan yakışıklı bir çocuğa yakalanmış, yaşını almış ama başını aldığı meçhul bir abla olmanın verdiği o saçma güçle fırça yemekten kurtulmuştum. Yaptığım utanılacak şey değildi ama utanmış gibi görünmem gerektiğini düşünmüş, bu sefer dışarı üflediğim si makamında bir ıslık, yüzüme taktığım bana özgü o muzip gülümsemeyle oğlanın yanından usulca geçivermiştim. Benim utancım da ancak bu kadardı işte, n’apayım? Sonuçta çocukluktan sonra hiçbir zaman kendimiz olamadığımızı, ancak kendimiz olmaya en çok yalnız kalabildiğimizde yaklaştığımızı, domuzun yattığı yeri bildiği gibi biliyordu o da.

Aklımda bunun gibi capcanlı hatıralar, bedenimde inanılmaz bir zindelik, ruhuma yerleşip beni bana çağıran o hafiflikle geziniyor, bunalımda olmadan alışveriş yapmanın tadını çıkarıyordum ki reyonlar arasında, babasının marketiymiş gibi harala gürele çalışan o sempatik ablayı gördüm. Anlaşılan hâlâ müdürlük sınavını kazanamamıştı. Üniforması her zamanki gibi kir içindeydi ama yüzünde muntazaman takılı duran gülümseme, onun bu pis halini de işçi olarak kalmasını da yeterince sempatik gösteriyordu. Dünyanın en sevimli insanı müdür olduğu saniye iticilik yarışmasına katılabilir, yadsınamaz bir başarı da elde etmez değil hani! Ancak bu ablanın tüm bunlardan azade olacağından emindim. Zira üzerine cuk diye oturan bir kıyafet gibiydi onda sempatiklik.

Sırf Hint kumaşı bu özelliğinden ötürü onun ayağını kaydırıyorlar, sağlam bir zeminde durmasına mâni oluyorlardır diye düşünmüştüm her zaman. Kötülük lobisi denilen örgütün kıskacında mutlaka o da vardı. Allah’tan bela bulası bu örgüt hangi güzel yüzden, ince sözden, saf niyetten rahatsız değildi ki benim sempatik ablamdan rahatsız olmasındı?

Belki o da bunun farkındaydı, yoksa insanın depresyona girmesi işten bile değildi. Toplumun çoğunluğu gibi depresyonun kötü bir ruh hali olduğu yanılgısına düşmüş olmalıydı. Yazık, bir kere kendini bıraksaydı onun geliştirici kollarına; lezzetine erer, senede hiç olmazsa birkaç defa girip çıkmanın ne tatlı bir şey olduğunu sezerdi.

Beni görünce elindeki peynirli krakerleri, rafa dizmek için çıkardığı kutuların içine yeniden bıraktı. Koşar adım yanıma gelip bir market çalışanı ile çok da sık uğramayan bir müşteri arasında olabileceğinden fazlaca samimiyetle, “Aaa Nermin’ciğim, kaç zamandır göremiyordum seni. Artık benim vardiyam dışında geliyor fikrini bırakmış, taşınmış olmalı düşüncesini kendime kabul ettirmiştim. Söyle bakalım gelincik, tatile mi gittin memlekete?” diye ardı ardına sorular sorup duruyordu. Neyse ki havamdaydım. İçimde artık her şeyin iyi olacağını söyleyip duran ses buralarda bir yerlerdeydi. Kendim de söylediklerime inanamayarak “Yok be ablacığım, benimkisi tilki misali, dön dolaş aynı dükkân. Azıcık depresyona girmiştim, bugün çıkmaya niyet ettim ama bakalım artık. Bu arada son verdiğin dolma tarifini çok sevdim. Hatta o gün iki kişilik yedim. Erkek arkadaşım gelmedi yemeğe, dolmayla cacık sevmiyormuş, galiba beni de… Belki beni kaybederek değil ama o dolmaları yemeyerek büyük bir aptal olduğunu kanıtladı. Bak, yine biber aldım doldurmak için. Sence de bittiği yerden başlaması güzel fikir değil mi? Şimdi sıra sende, n’oldu senin müdürlük sınavı, anlat bakalım?”

Uzun süre bakışları dondu, ne diyeceğini bilemeyerek ellerini üniformasına sürtmeye başladı. Bunu iyiye işaret diye yordum, depresyona girmek onun da hakkıydı. Nihayetinde yaşadığı yer bir Norveç kasabası değildi.

Vaziyeti biraz toparladıktan sonra beni daha fazla deşmemenin iyi bir fikir olacağına kanaat getirmiş olmalı ki “Haa, sınav mı? Gene yazılıyı geçip mülakatta kaldım. Ama bu sefer müdürlük açığının olmadığını da söylediler. Anlayacağın açık açık ‘Sınava bir daha girme salak Yelda!’ dediler. Onlar da zor durumda kalıyorlarmış karar verirken. Uzunca düşündüm, artık ısrar etmenin bir anlamı yok. Üç kuruş fazla alacağım, enaniyetimi de şişirip reyonlar arasında gezeceğim diye torpil kapılarında el etek öpemem bu yaştan sonra!”

Vaay be, diye geçirdim içimden. Sonunda bizim sempatik kraliçe de sisteme isyan ediyorsa orta yerine köpekler işesin bu hayatın!

Tam muhabbetin koyulaştığını, benim çıktığım günün onun da gireceği gün olacağını umduğum vakit, telsizden gelen asabi bir sesle irkildik.

“Yelda abla, kasa iki numarayı hemen aç lütfen, yoksa kuyruk dışarı taşacak! Çiçeği burnuna değil de yanlışlıkla başka yerine takan müdüre hanım kızımız da gözlerini ağartmaktan şaşı kalacak birazdan. Anlaşılan varlık kuyruğundan haberi yok bu yosmanın! Zammı bastıkça kuyruğu uzuyor anasını sattığımın…”

Adının Yelda olduğunu unutmuştum ama bunun ne önemi vardı ki? Ben ona yine sempatik abla demeyi tercih edecektim.

“Görüyorsun işte,” diye devam etti. “Bu markette insanın ağız tadıyla depresyona girmesine bile izin vermezler. Ama artık dev uyandı gelincik, dev uyandı! Babamın dükkânı değil sonuçta, üç kuruşa beş köfteci de değilim. Hadi ben kaçtım Nerminciğim, her şeyi alıp da arayı uzatma. Şu krakerler de glutensizdir bak, senin gibiler için yapmışlar. Peynirliyi sevdiğini biliyorum.”

Gözden kayboluncaya dek ardından bakakaldım. Benim adını dahi hatırlamadığım sempatik abla ne çölyak olduğumu ne de peynirli krakerleri çok sevdiğimi unutmuştu. Kim bilir benimle ilgili daha ne kadar bilgiye sahiptir, diye düşünür gibi oldum ama bugün o gün değildi. Düşün düşün, boktur işin Nerminciğim. Zaten akşama kalacağı meçhul olan bir ruh halini bulmuşsun, bari alışverişi bitir, evi bir güzel kırkla, dolmalarını koy ocağa, biraz Paskal’la oyna, azıcık dışarı çıkar Çimen’le Cimcime’yi, kanatları açılsın zavallıların, sonra teybe koy bir İlkay Akkaya kaseti, bu çağda teyp kaset mi kaldı ya hu, iyice nostaljiye bağladın sen de… Bir demlik kaçak çayın altını hiç kapatma sabaha dek, gitarını gene al eline, ağlaya ağlaya Ah Sensiz’i söyle, İlkay da seni dinlesin. Dinlesin de yaşayan mı yoksa yaşatan mı yaman, görsün! Gazap Üzümleri’ni çok uzattın, artık her hayat bir gazap deyiverip bitir şu kitabı da… Eee sonra? 

Gözlerimi açtığımda hiç görmediğim bir odada, eskimiş bir kanepenin üzerinde yatıyordum. Sempatik abla baş ucumda oturuyor, tütün kolonyasını boca ettiği mendille boynumu, kollarımı ovalıyordu. Bir şey sormama fırsat vermeden “Ahh gelincik, işte uyandın. Ama çok korkuttun beni. Baygınlık geçirdin bir saat kadar önce. Allah’tan kuyrukta ucuzluktan sıvı yağ almaya gelen bir doktor varmış da imdadına yetişti adamcağız. Günlerdir bir şey yememiş gibi ama bünyesi sağlam görünüyor, biraz dinlenirse kendine gelir, deyip gidiverdi. Bir de kart bıraktı, iki sokak arkada özel bir hastanede çalışıyormuş. Yazık, adam senle ilgileneceğim diye eli boş çıktı marketten. Bugünkü varlık kuyruğu her zamankinden daha uzundu.”

Sempatik ablanın anlatımıyla her şeyi hatırladım. Kuyruğa ulandığım an, vücuduma hücum eden soğuk bir terin ağırlığı ile sendelemiş, arabaya tutunacağım diye rafın birine omuz atıp yığılmıştım. Bunların hiçbir önemi yoktu; bir an önce içimi dışımı, önümü ardımı yoklayıp o hissin hâlâ buralarda olup olmadığını anlamak istiyordum. Derken bir gülümseme yapıştı dudaklarıma, uzadıkça uzadı, kahkahaya evrildi sonra. Sempatik abla korktu ama ben anlayacağımı anladım, henüz gitmemişti. Yattığım yerden doğrulup sempatik ablaya sarıldım, arabama tutunup odadan çıktım. Yağ da kuyruk da bitmişti. Bir ara doktoru görmeye giderim, belki dolma seviyordur, diye düşündüm.

Editör: Gülhan Tuba Çelik

Burhan BARAK
Latest posts by Burhan BARAK (see all)
Visited 55 times, 1 visit(s) today
Close